Paşaların paşası
Erol Kızılelma: Yolsuzluklarla şaibeli her iktidar gibi, 16 yıllık iktidarı sürecinde, bu iktidar da adım adım demokrasiden uzaklaştı, militaristleşti, baskıcı, saldırgan ve savaşçı bir nitelik kazandı.
En sonda söylenecek olanı baştan söyleyelim. Muharrem İnce’nin değerlendirdiği gibi, aslında bu iktidarın yüzde 1 bile oy almaması lazım.
AKP iktidarı, 2002 yılında çökmüş bir siyasal yapı ortamında, halkın yeni bir umut arayışı ve beklentileri nedeniyle iktidara geldi. Halkın, beklentilerinin yüksekliği nedeniyle AKP’nin iktidara geliş sürecini ve yaşananları çok iyi tahlil edememesi normal. Ama bu durum, AKP iktidarının gerçek yüzünü örtemez. AKP iktidarı, bir soygun düzeni oluşturma konusunda anlaşmış bir koalisyondu. Bu koalisyonun temel direği sanıldığı gibi Milli Görüş gömleğini çıkarmış olanlar değildi. Onlar sadece bir paravandı. Temel direk, Tayyip Erdoğan idi. İstanbul Belediyesinde, siyasetin insanı nasıl zenginleştirebileceğinin tadını tatmış olan Erdoğan, politikasını pragmatik (yararcı) bir anlayış etrafında şekillendirdi. Onun için ideoloji ancak kullanılabilecek bir kavram idi, aynen demokrasiyi bir tramvaya benzetmesi gibi. Bir gün siyasal İslamcı, bir gün muhafazakar demokrat, bir gün milliyetçi, bir gün liberal olan Erdoğan, hatta zaman zaman utanmadan sosyal demokrat kimliğe bile bürünebildi.
Hep bilindiği gibi çıkar koalisyonu, Erdoğan’ın etrafında, Milli Görüş gömleğini çıkaranlar, Gülen Cemaati, diğer cemaatler, milliyetçiler, liberaller ve az da olsa soldan istifa edenlerden oluşuyordu. Erdoğan, koalisyon ortaklarını aynı zamanda rakibi olarak gördüğünden, sırayla hepsini temizledi. Şimdi oluşan görüntüde, ortada sanki bir Erdoğan ve AKP koalisyonu kalmış gibi. Ve Erdoğan’ın yeni rakibi kendi partisi. AKP’nin peşinde ikbal arayışındaki MHP’nin bu koalisyonda esamesi bile okunmuyor. MHP bu seçimde, tek seferlik kullanılıp atılacak bir teferruat. AKP ise, sırtındaki kamburdan kurtulamadığı sürece, onunla beraber yok olmaya mahkum.
Erdoğan, sadece belediyedeki kadrosuyla kaderine doğru yürüyor. Bu kaderin çok olumlu olması beklenmemeli. Çünkü Erdoğan iktidarı süresince, Türkiye tarihinin en büyük soygununu yaşadı. Bu süreçte, ülkenin bütün birikimlerinin elden çıkarılıp saltanat için harcanıp yok edilmesi dışında, zenginleştirilen yandaşlar, devlet desteğiyle ele geçirilen medya, ayakkabı kutularında istiflenen dolarlar, kolay sıfırlanamayan milyonlarca dolarlık birikimler, Zarraf gibi bir adi soyguncuya her türlü kolaylık gösterilmesi ve bu kişiyle yolsuzluk ilişkisine girmiş bakanlar ve bankalar, yargının bağımsızlığının yok edilmesi, güvenlik güçlerinin (polis ve ordu) kontrolünün ele geçirilmesi, hak hukuk tanımadan bir talimatla ele geçirilen şirketler, el değiştiren servetler ve de tabi ki yolsuzluk soruşturmalarının engellenmesi.
Erdoğan iktidarında yaşanan bu süreç, elbette koalisyondaki ortaklarının, özellikle de Gülen Cemaatinin büyük katkısıyla yaşandı. Onlar Erdoğan’ı kullandığını sanırken, Erdoğan onları kullandı ve günü gelince defterlerini dürdü. Ama özellikle yargının, polisin ve ordunun kimliğini yitirip iktidarın kontrolüne girmesinde Gülen Cemaatinin katkısı inkar edilemez. Çıkarların uyumlaştırılamayıp bir çıkar çatışmasına düşülmesi, ortaklığı bitirdi. Bu çatışmadan galip çıkan Erdoğan oldu. AKP mi? AKP bu yaşanan sürecin tümünde bir sahne aksesuarı görevi gördü. Ama inkar edilemeyecek bir gerçek, Erdoğan’nın kaderini aradığı süreçte ona suç ortaklığı yaptı.
Yolsuzluklarla şaibeli her iktidar gibi, 16 yıllık iktidarı sürecinde, bu iktidar da adım adım demokrasiden uzaklaştı, militaristleşti, baskıcı, saldırgan ve savaşçı bir nitelik kazandı. Suriye ve terör konularında izlenen politikalar, yanlış olmanın ötesinde militaristleşme zorunda kalan her bir iktidar için kaçınılmaz doğal sonuçtu. Bu yanlışta, Erdoğan’ın kin ve nefret saçan, kutuplaştıran, düşmanlaştıran üslubuyla Paşaların Paşası noktasına kadar gelindi.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları