Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı, ''On yıl önceki AKP ile on yıl sonraki AKP artık birçok bakımdan aynı tiynet ve ayni zihniyete sahip değildir''...
Bazen olayları incelerken ya da analiz ederken büyük resmin içindeki küçük bir ayrıntıya takılıp kalırız, o zaman resmin tamamını göremeyiz ve olan bitini tam olarak kavramakta güçlük çekeriz. Tıpkı bir ağaca odaklanıp ormanı ıskalamak gibi.. Bu durum en çok siyasette yaşadığımız bir algı biçimidir ve bu yüzden de kimi zaman kötü olan bir şey iyi gibi görünür bize, iyi niyetle yapılmış birşey ise kötü olarak yorumlanır.
Son zamanlarda iktidar partisinde meydana gelen tavır ve tutum değişikliği çeşitli keismlerin kafasında böyle bir karışıklığa neden olmuş gibi görünüyor. Pratikte karşılığı olan bu durumu anlamnının ve karanlık noktaları aydınlatmanın yolu resmin tamamına bakmaktan geçiyor. Bu sebeple AKP’nin kurluş hikayesine kısaca bakmadan, yükselişinin aradındaki saikleri incelemeden, bugünkü tutum ve davranışlarındaki paradoksları tam olarak anlayamayız. O halde bu süreçte kritik soru şudur: “AKP nerden, nasıl geldi ve nereye doğru gidiyor?” Bu soruların objektif bir bakışla doğru bir biçimde cevaplandırılması yaşanan paradoksları anlamamızı sağlayacağı gibi gelecekle ilgili doğru kestirilerde bulunmamıza da yardımcı olacaktır.
Birinci tespit şudur: On yıl önceki AKP ile on yıl sonraki AKP artık birçok bakımdan aynı tiynet ve ayni zihniyete sahip değildir. İsmi değişmemiş olsa bile duruşu, bakışı ve söylemi çok değişmiştir. Her şeyden önce on yıl önceki AKP diklenmeden dik durmayı kendine şiar edinmişken bugün diklenen ama dik duramayan bir yapıya dönüştü. On yıl önce tevazuyu elden bırakmayan, herkesle birlikte ve herkesime danışarak yönteteceiğiz diyen bir anlayıştan bugün kendi dışındaki herkesi ve herkesimi küçümseyen, hor gören, herşeyi ben bilirim ben ancak yaparım diyen öfkeli ve kibirli bir zihni yapıya dönüşmüştür. On yıl önce halka sırtını dayıyıp devlet katında halk için soluklanacak alanlar açmaya çalışan Erdoğan ve arkadaşları şimdi devleti ve önemli kurumlarını ele geçirdikten sonra kendi statukolarını oluşturuyorlar. Bu statuko, devletin onlara sunduğu olanaklardan nemalanıp, sırtlarını devlete dayayarak, halka rağmen ve ona üstten bakan yeni bir statükodur. Sonuç olarak on yıl önce eleştirdiği Kemalist sistemi değiştirmeye geliyoruz diyen AKP ve onun kurmayları şimdi sistemi değiştirmek bir yana kendileri değişip sisteme entegre oldular. Ancak unutulmamalı ki, onları iktidara getiren oyları o değişimden önce almışlardı.
Nitekim sormak lazım: Acaba AKP iktidarı ve onun başı olan Erdoğan 2002 seçimleri öncesi ortaya çıkıp da bugünkü gibi öfkeli ve kibirli bir şekilde “ben dindar nesiller yetiştireceğim, Taksime cami yapacağım, kurtaj cinayettir, sezeryan nüfusu azaltma komplosudur” deseydi bu kadar yüksek oy alırmıydı? Gene sormak lazım; Erdoğan miting alanlarına çıktığında “Kürtlerin belediye başkanları KKC üyesidir tutuklanabilir, gerekirse yüzlerce gazeteci yüzlerce öğrenci içeri atılabilir, Uluderedekiler öldürülmeseydi zaten yargılanacktı deseydi, Kürt sorunu yok sadece terör sorunu var” deseydi aydınlardan, liberallerden ve Kürtlerden bu kadar destek bulurmuydu? Gazetecilere “sizi tasmalarınızından kurtardık şimdi kendi tasmalarımızı takacağız” deseydi medyayı bu denli peşine takabilirmiydi? Erddoğan, Esede kendi halkını bombalayanlar başta kalamaz diyor, peki Uluderede kendi halkını bombalayan ve bir özür bile dilemeyen biri olarak iktidarda kalabilir miydi? Dışarda “akılsızca ve zayıf” olarak nitelenen dış politikaya rağmen içerdeki hamaset inandırıcı olabilirmiydi? Sorular uzatılabilir.. İşin özü şu ki; Başbakan bu nevi çıkışlarını iktidarının ilk yıllarında değil üstüste üç seçim kazanıp iyice güç biriktirdikten ve ciddi bir muhalefetin olmadığına kendini inandırdıktan sonra yapıyor. Güçlendikçe güç talep eden bir “levithan”a dönüşüyor.
Demokrasilerde iktidarlar güçlendikçe merkezi gücü ademi merkezi bir anlayışla preferiye (çevreye) yaymaya çalışırlarken AKP iktidarı güçlendikçe merkezileşiyor, merkezileştikçe bütün güçleri ve kurumları tek elden kendine bağlamak istiyor. Adeta güce doymuyor. Başbakan aldığı %50 oyla yitinmiyor, 2014’te %50’nin üzerinde bir oyla başkan, olmadı yarı başkan ya da partili cumhurbaşkanı olarak seçilmek istiyor. Bütün stratejisini bunun üzerine kurmuş durumda. Bu stratejiye ters düşecek hiç bir şey yapmak istemiyor. “Yapıyormuş gibi” davrandığı konularda da yapmayacak. O yüzden 12 Eylül darbesi anayasasını kökten değiştirmek hayal. Değiştiriyormuş gibi yapacaklar. Değişmesi gereken ama değişmeyen maddelerin sorumluluğunu muhalafete atıp işin içinden sıyrılacak, böylece yeni bir anayasadan ziyde eski değişikliklere yenisi eklenmekten ibaret bir değişiklik yapılacaktır. Kürt sorununda kalıcı bir çözüme gidilmeyecek, çatışmalı ortam yönetilmeye çalışılacak. Zaten 2014 amaçlarından ötürü olacak ki başbakan Kürtlerden ve muhafazakarlardan aldığı oyların doygunluk noktasına geldiğini bu nedenle MHP’li seçmenden oy devşirmesi gerektiği gibi bir zehaba kapılmış durumda. O nedenle de son zamanlarda giderek dozu yükselen ve toplumu gerip ayrıştıran bir milliyetçi söylem tutturmuş. 5-10 yıl önceki barışçı ve açılımcı politikaların yerini bugün silahların konuştuğu, askeri yönteme dönülmüş. Bu yüzden siyasetle müzakere dediği halde seçilmişlerden, sendikacılara kadar, öğrencilerden yayıncılara ve bilim insanlarına kadar 8 bin kişi tutuklanmıştır.
Bütün bu gelişmeler görünür bir gelecekte demokrasi ve özgürlükler adına bir şey beklememek gerektiğini gösteriyor. O halde ne yapmak lazım? Yapılacak şey, demokratik bir cephede bütün mağdurları birleştiren yeni bir iktidar alternetifi yaratmaktır. Bunun için önce bu yapılanma açısından da önem arz edecek olan AKP iktidarının yükseliş ve çöküş kodlarını analiz etmek, buradaki dalgalanmayı ve sorun alanlarını doğru tespit etmek ve ona göre alternatif politikalar üretmek gerekiyor. (
Bu da bir sonraki yazının konusu)
Prof. Dr. Ahmet Özer, Sosyolog
Toros Üniversitesi