CHP Kurultay süreci: Yeni dönem yeni görevler
İmambakır Üküş; CHP’nin geleneklerinden ve köklerinden kopmadan büyük bir değişime ve yenilenmeye ihtiyacı var. Bu kongre ve kurultay süreci buna hizmet etmeli. CHP’yi halkçı ve devrimci bir zeminde yeniden inşasına hizmet etmelidir…
CHP’de yakın bir zamanda kongre ve Kurultay süreci başlayacak…
CHP yine kendi içine dönecek…
CHP’de yine parti içi iktidar mücadeleleri yaşanacak…
Yine hedef partiyi iktidara taşımak değil “kendini” iktidara taşımak olacak…
***
CHP yerel seçimlerde tarihi bir başarı elde etti…
Şu anda Türkiye’nin en büyük üç kenti; İstanbul, Ankara ve İzmir’i CHP yönetiyor…
Yine aynı şekilde CHP; Adana, Mersin, Hatay, Antalya, Muğla, Aydın, Eskişehir ve Tekirdağ’ı da yönetiyor…
Türkiye’nin ekonomisinin, kültürünün, sanatının, ticaretinin kalbinde CHP var…
***
CHP ve Kılıçdaroğlu, partiyi iktidara taşıma mücadelesinin “birinci etabını” başarıyla tamamladı…
Her ne kadar bu yerel seçimlerde daha da büyük bir başarı elde etmek mümkün olsa da yine de elde edilen başarı çok önemli…
CHP, yerel iktidar olma mücadelesini kazandı; başarıyla tamamladı…
Şimdi sıra yerelde ki başarıyı büyütüp partiyi iktidara taşımakta…
***
Şimdi mücadelenin “ikinci etabını” kazanmak görevi CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun önünde duruyor…
CHP iktidar olmak istiyorsa önce yerelde başarıya imza atmak zorunda…
Yerel yönetimlerdeki başarı CHP’ye iktidar yolunu açacaktır…
Yerel yönetimlerdeki başarısızlık CHP’ye iktidar yolunu kapatacaktır…
***
CHP’nin önünde tarihi bir fırsat var…
AKP her geçen gün eriyor…
AKP Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm olamıyor…
AKP içindeki ayrışma ve çözülmeyi hiç kimse önleyemez…
***
Bütün toplumsal koşullar CHP’nin iktidarını zorunlu ve gerekli kılıyor…
Yeter ki CHP ve Kılıçdaroğlu tarihsel sorumluluğunun bilincinde olsun…
Yeter ki CHP büyük bir hata büyük bir yanlış yapmasın…
Bütün koşullar CHP’nin iktidar yolunu açıyor…
***
CHP bu kongre ve kurultayda CHP’yi yönetecek kadroları seçmeyecek…
CHP bu kongre ve kurultayda Türkiye’yi yönetecek kadroları seçecek…
Onun için hedef parti içi iktidar değil, Türkiye’de iktidar olmak olmalı…
Onun için seçilen kadrolar Türkiye’yi yönetebilecek kadrolar olmalıdır…
***
CHP bu kurultayda yalnızca CHP’yi yönetecek bir parti meclisi seçmeyecek…
CHP bu kurultayda Türkiye’yi yönetecek bir parti meclisi seçecek…
Dolayısıyla seçilecek Parti Meclisi aynı zamanda Türkiye’yi yönetebilecek kadrolardan oluşmalıdır…
Bu kurultayda seçilecek Parti Meclisi ve MYK aynı zamanda kendi içinden “Bakanlar Kurulunu” çıkaracak nitelikte olmalıdır…
***
CHP’nin birikmiş ve köklü yapısal sorunları var…
CHP’nin geleneklerinden ve köklerinden kopmadan büyük bir değişime ve yenilenmeye ihtiyacı var…
Bu kongre ve kurultay süreci buna hizmet etmeli…
CHP’yi halkçı ve devrimci bir zeminde yeniden inşasına hizmet etmelidir…
***
CHP bu yerel seçimlerde büyük bir başarı sağladı hem de bu yöneticilere rağmen…
Bu başarının mimarı Kemal Kılıçdaroğlu’dur…
Kemal Kılıçdaroğlu parti içinden ve dışından bütün itirazlara rağmen bazen neredeyse “tek başına” kalarak doğru bildiği yolda yürüdü…
Bu zorlu yolculukta “en yakınları” tarafından nasıl yalnız bırakıldığının hepimiz canlı tanığıyız…
***
CHP yöneticilerinin büyük çoğunluğu bu başarıya inanmadığı için “küçük hesapların” içinde oldu…
Hepsi eşini-dostunu, arkadaşlarını “sağlam” ilçelerden belediye başkanı yapmaya çalıştı…
Hepsi eşini-dostunu, arkadaşlarını belediye meclis üyesi yapmaya çalıştı…
Büyük çoğunluğu seçim sürecinde saha da bile yoktular…
***
Parti içinde ve dışında kümelenmiş “Kılıçdaroğlu gitsinciler” 31 Mart akşamını bekliyordu…
CHP başarılı olamayacak…
CHP İstanbul ve Ankara’yı kazanamayacak…
O zaman hepsi birden “biz demiştik” diyecek hepsi birden “Kılıçdaroğlu gitsin” diyeceklerdi…
***
Ama olmadı…
Tam tersine CHP tarihi bir başarıya imza attı…
Herkesin hevesi kursağında kaldı…
Birden bire hepsi ‘’Genel başkancı” oluverdi…
***
İstanbul’un da mimarı Kemal Kılıçdaroğlu’dur…
Ankara’nın da mimarı Kemal Kılıçdaroğlu’dur…
Türkiye’de ki başarının da mimarı Kemal Kılıçdaroğlu’dur…
Hepimiz biliyoruz ki bu başarı olmasaydı olabilecek başarısızlığın da mimarı Kemal Kılıçdaroğlu olacaktı…
***
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun önünde tarihi bir sorumluluk var…
CHP’yi kısır parti içi iktidar mücadelelerinden kurtarmak zorunda…
CHP’de büyük bir değişim ve yenilenme yapmak zorundadır…
Kendini değil, partiyi iktidara taşıyacak kadrolarla yoluna devam etmek zorunda…
***
CHP yüklerinden kurtulmalı…
Kılıçdaroğlu yüklerinden kurtulmalı…
Bu kongre ve kurultay süreci buna hizmet etmeli…
Bu kongre ve kurultay süreci iktidara kongresi ve kurultayı olmalı…
İmambakır Üküş
www.istanbulgercegi.com Genel Yayın Yönetmeni
ÜYE YORUMLARI
Facebook Yorumları
CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ(1) MASALI
CUMHUR'A HALK
DİYENLERE İTHAF
OLUNMUŞTUR...
Bilselerdi sorgularlardı,
Bilmiyorlar ki sorgulasınlar.
Sorgulasalardı bilirlerdi,
Sorgulamıyorlar ki bilsinler.
Sadi Şirazi'nin Şiirine
Âcizâne Bir Nazire Denemesi
* GİRİZGÂH
Ahir zaman, çokça saman..
Samanın yerlisi yok, ithali çokmuş.
Yiyeni az, yemiyeni yokmuş.
Cehalet, üzerimize karabasan olup, çökmüş.
Çöküntünün altında ölüm çok, hayat yokmuş.
Laf kalabalığından sıkıldıysanız siz de,
Dobra dobra söyleyelim biz de:
Olur mu ahalinin hepsinden Cumhur
Hâlâ ekseriyetin ne fikri, ne vicdanı, ne irfanı hür.
Sorgulayıp, düşünmezsen, dersin elbet Halk'a Cumhur,
Fasîh-i mehcura müreccah olur o zaman galat-ı meşhûr.
CUMHURİYET; öyle bir nesil ister ki, hem fikri, hem vicdanı, hem irfanı hür.
Gelecekte olacaktır ahalinin belki de tamamı Cumhur.
Masal bu ya; boşda boş yok, doluda dolu çokmuş.
Dolu yağmış, elma balmış.
Armut pişmiş, ağzına düşmüş.
Çokça yiyen şişmiş, az yiyen pişmiş, hiç yemeyense kanatlanıp uçup, gitmiş.
Masalımızda daha fazla girizgâha lüzum yokmuş.
* CUMHUR NE DEMEK?
CUMHUR, uzun zamandan beri siyasette oldukça sık kullanılır oldu...
Peki siyasi gündemde sık sık duyduğumuz bu kelime ne anlama geliyor?
CUMHUR ne demek diye sorduğunuz her 100 kişiden, en az 90'ından alacağınız cevap HALK olacaktır.
Çünkü sözlüklere kadar girmiş bir galat-ı meşhur "CUMHUR"a "HALK" demek.
"Galat-ı meşhûr, fasîh-i mehcûrdan evlâdır" sözünün bugünkü konuşma dilindeki anlamı; "meşhur söz yanlış da olsa, doğrusundan iyidir" demek.
Bu söz; uzun zamandan beridir düşünme özürlü bir toplum olduğumuzun belgeli kanıtı.
Bu yüzden olsa gerek çoğunluk, düşünmeden... sorgulamadan, bu galat-ı meşhuru kabullenmiş, yani 'CUMHUR'a, 'HALK' demiş... ne yazık ki sözlüklerin tamamına yakınında da böyle yazılmış.
* KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL...
Ama çok değil birazcık düşünülse... sorgulansa, kazın ayağının hiç de öyle olmadığı kolayca anlaşılacak!
Burada bir parantez açmak istiyorum.
Bugün "kazın ayağı öyle değil" deyiminin ne anlama geldiği fazlaca bilinmiyor.
Çünkü unutuldu.
Tıpkı "hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" sözünün ne anlama geldiğinin bilinmediği gibi...
Aslında bugün bunların bilinmesine pek gerek yok...
Çünkü yaşanılan hayat, ortam tam da bu!..
Hafıza-i beşer, yani insan hafızası, nisyan ile, yani unutkanlıkla, maluldür, yani sakattır...
Yani "insan unutur!.."
Unutmakla kalmaz.
Düşünmez de... sorgulamaz da...
Bu yüzden hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var.
"Kazın ayağı öyle değil" deyiminin kaynağı, Nasreddin Hoca'mız.
Hoca, Akşehir'i ziyareti sırasında Timur'a hediye olarak bir kaz götürmeye karar vermiş.
Güzelce kızarttığı kazı alıp yola koyulmuş.
Yolda yürürken, canı çekmiş, kazın bir bacağını gövdeye indirmiş.
Hoca'yı huzura kabul eden Timur, bakmış ki kendisine sunulan kaz, tek bacaklı.
Malum kendisi de topal.
Bu yüzden adı Aksak Timur'a çıkmış.
Hocanın bunu bilerek, hakaret olsun diye yaptığını sanıp, çok kızmış.
Durumu sezen Nasreddin Hoca anında :
- Ulu hakanım, bizim Akşehir'in kazları hep tek bacaklıdır. Bakın çeşme başındaki kazlara...
demiş ve çeşme başındaki tek bacaklarını altlarına almış uyuklayan kazları göstermiş.
Timur, Hoca'ya bakıp, gülmüş:
- Yoo, Hoca, KAZIN AYAĞI ÖYLE DEĞİL...
demiş.
Sonra da, adamlarına, çeşme başındaki kazlara değnekle hafifçe dokunmaları için emir vermiş.
Kazlar, uykularından uyandırılınca iki ayakları üstünde kaçışmaya başlamışlar.
Hoca'nın yüzüne alaylı alaylı bakan Timur:
- Hoca hoca... hani Akşehir'in kazları tek bacaklıydı...
deyince,
Hoca altta kalır mı, lafı yapıştırmış:
- Vallahi hakanım, eğer o değneklerle size vursalardı, tövbeler olsun, dört bacaklı bile olur kaçardınız,
diye cevap vermiş.
Her ne kadar Nasreddin Hocamızı, Aksak Timur'dan daha çok sevsek de, biz ne Prof. Dr. Sayın İlber Ortaylı Hocamız gibi CUMHUR'a HALK deriz, ne de Sayın Abdurrahman Dilipak gibi, EKSERİYET.
Çünkü 5 Ekim 2014 tarihinde ebediyete uğurlandığımız değerli büyüğümüz Ali Haydar Akın dediği gibi, bizce EN BÜYÜK KURNAZLIK DÜRÜSTLÜKTÜR.
* CUMHUR, NE HALK, NE DE EKSERİYET'TİR.
Başta Prof. Dr. Sayın İlber Ortaylı, sonra siyasîlerin ve hatta... ve de ne yazık ki Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarının tamamına yakınına göre CUMHUR, HALK demek.
Atatürk'e husumetini fazlaca gizleme gereği duymayan Sayın Abdurrahman Dilipak'a göreyse, CUMHUR, EKSERİYET demek.
Şöyle dediğinizi duyar gibiyim;
"Peki CUMHUR, halk ya da ekseriyet değilse, NEDİR?"
Bu soruyu ayrıntılı şekilde incelemeden önce, CUMHUR kelimesinnin etimolojisini irdeleyelim.
* ETİMOLOJİK OLARAK CUMHUR, KÖKENİ ARAPÇA BİRLEŞİK BİR KELİMEDİR.
CUMHURİYET sözcüğünün kökü olan "CUMHUR" içinde, hem “cm” kökünden “cem” kavramını, hem de "hrr" kökünden gelen "hürriyet" kavramını barındırıyor.
Cümleten, cümle, cumhur, cumhuriyet, cami, cuma, cima, cemaat, cemiyet, cem ve benzeri kelimeler, hep Arapça'daki toplanma, birleşme anlamına gelen "cm" kökünden türemiş.
Arapça ḥurr حرّ kökünden gelen ve "azat, salınmış, serbest, özgür, köle olmayan" anlamına gelen "hür" sözcüğü, Aramice/Süryanice "χrr חרר", "serbest olma, salınma, kurtulma" kökü ile eş kökenli.
CUMHUR, "HÜR, yani ÖZGÜR insanlar" anlamına gelen bir kavram olup, İslâmî literatürde ÖNDE GELEN ÂLİMLERİ niteleyen Arapça birleşik bir kelime.
Arapça, AHALİ sözcüğünün eş anlamlısı olan HALK kelimesi ise, kavramsal olarak EKSERİYETLE EKALİYETİN cemî cümlesi.
Yani HALK; ÇOĞUNLUKLA AZINLIĞIN toplamından oluşan SOSYOLOJİK BÜTÜNLÜĞÜN adı.
Bu bağlamda HALK, HEM CUMHURİYETÇİ, HEM DE CUMHURİYET DÜŞMANLARINI KAPSAYAN BİR KAVRAM.
* CUMHURİYET HÜRRİYETTİR!
İslamî Literatür'de ÖNDE GELEN ÂLİMLERİ tarif etmek amacıyla, Arapça cm ve hrr kökünden türetilmiş olan CUMHUR kelimesine,
-İYET eki ilave edilerek uydurulmuş olan CUMHURİYET kelimesi, Yeni Osmalıların (Jön Türklerin) REPUBLİC karşılığı icat ettiği bir kavram.
CUMHUR OLMANIN, yani ÖNDE GELEN OLMANIN ÖNKOŞULU; ÖNYARGILI ve KORKAK OLMAMA, olgulara objektif yani nesnel bakabilme... olanı işine geldiği gibi değil, olduğu gibi görebilme... gerçekliğe olduğu gibi bakıp, olduğu gibi gösterebilme, kral çıplak diyebilme cesareti.
Bu konuda, "Amacım öğrencilerime şu veya bu görüşü telkin değil, özgür insanlar yetiştirmek."
diyen Büyük Matematikçimiz CAHİT ARF "özgür insan" Dergisi'nde yayımlanan 'ÖZGÜRLÜĞÜN TEMELİ' başlıklı yazısında(2);
(…) "Bir toplumda yasaların sağladığı özgürlük yanında kişinin kendi kendisine sağlayabildiği, hatta yasaların birçok doğal özgürlüklerin varlığını kısıtladığı hallerde bile sağlayabileceği, daha önemli bir özgürlük, bütün diğer özgürlüklerin temelini teşkil eder.
Önyargılardan kurtulma diye adlandırabileceğimiz bu özgürlük, toplum yasaları ile değil, kişinin çok çetin bir iç uğraşısı ile kazanılır ve hiçbir zaman da tam olarak kazanılmaz.
Gerek kişisel, gerekse toplumsal mutluluğumuzun ilk koşulu olarak kendimizi önyargılardan bilinçli bir şekilde arındırmak suretiyle her türlü özgürlüğün temeli olan İÇ ÖZGÜRLÜĞE yaklaşmamız gerekmektedir."
diyor.
Kurtuluş Savaşı boyunca MİLLİ SIR olarak sakladığı ve bu sebeple olsa gerektir ki, tarif yerine, tasvir etmeyi tercih CUMHURİYET'in HÜRRİYET olduğunu, veciz bir şekilde şöyle ifade ediyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Mualimler Birliği Kongresi üyelerine, Millî Eğitim Bakanı Vasıf Çınar tarafından Şehir Lokantasında verilen çay ziyafetinde yaptığı konuşmasının sonunda; "Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, "CUMHURİYET SİZDEN FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR NESİLLER İSTER." (3)
1789 Fransız Devriminin icadı olan CUMHURİYET; ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, KARDEŞLİK şiarı üzerine oturtulmuş toplumsal bir bütünlük önerisi.
Bu özelliğiyle CUMHURİYET, hem bir düşünce biçimi, hem de toplumsal bir düzen.
CUMHURİYET, hürriyet için toplananların, bir araya gelenlerin kurduğu rejimin adı.
CUMHURİYET REJİMİNİN NİHAİ HEDEFİ, HALKIN TAMAMININ ÖZGÜRLEŞMESİ.
Şöyle de söyleyebiliriz:
CÜMHURİYET, cem-î cümlenin özgürlüğünü hedefleyen devlet yönetim şeklinin adıdır.
CUMHURİYET HÜRRİYETTİR.
Cumhuriyet rejimin esası meclistir.
Meclis, milletçe seçilen milletin vekillerinden, yani milletin önünde olan, önde gelen özgür insanlardan oluşur.
* LAFI TERSİNDEN ANLAMAK...
"BEN CUMHUR'U HALK OLARAK GÖREN BİR CUMHURİYET HALK PARTİLİ DEĞİLİM" şekildeki sözümü, "BEN CUMHURİYET HALK PARTİLİ DEĞİLİM" şeklinde anlayan ve/veya anlatan kişilerin, CUMHUR'u, CUMHURİYETİ ve CUMHURİYETÇİLİK ilkesini, mensubu oldukları CÜMHURİYET HALK PARTİSİNİN kuruluş felsefesini, kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamaları mümkün değildir.
Yanlış anlama konusunda hoş bir hikaye var.
Şöyle:
Avcının biri şahinini ve köpeğini alıp ava çıkmış.
Avlanma sahasına girmeden, yolu üzerinde bir evliya mezarına rast gelmiş.
Evliyanın ruhuna bir Fatiha okuyup, şahini için bir keklik, köpeği için bir tavşan dilemiş.
Sonra yola koyulmuş.
Önünden bir keklik havalanmış.
Kekliği avlasın diye şahini salmış.
Kekliği yakalamak için hamle yapan şahin, hızla bir çöğür ağacına çakılıp, ölmüş.
Avcı, şahininin ölümüne çok üzülmüş.
Lakin ava devam etmiş.
Bu defa hemen önünden bir tavşan kalkmış.
Köpek fırlamış tavşanın peşinden.
Bu seferde köpeği yılan sokup öldürmüş.
Zavallı avcı, çaresiz avlanmayı bırakıp evine geri dönmeye karar vermiş.
Dönerken, dua edip, dilek dilediği evliyanın mezarının başında durmuş.
Demiş ki; EVLİYA OLMAYA BÜYÜK EVLİYASIN.
LAKİN LAFI TERSİNDEN ANLIYORSUN.
Maalesef bu kişiler, üç beş kişi değil, milyonlarca...
* DÜŞÜNÜRSEK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALIR, DÜŞÜNMEZSEK YOK OLUR.
CUMHUR'a HALK diyen Cumhuriyet Halk Partisi mensupları art niyetli olamayacağına göre, geriye tek ihtimal kalıyor düşünmüyorlar, düşünemiyorlar.
Oysa kendine kendilerine çok basit sorular sorup, azıcık düşünseler, 'CUMHUR'a HALK demenin saçma olduğunun farkına varacaklar.
Öyleyse, gelin onların yerine biz sorup, sorgulayalım, yine biz düşünüp cevap verelim.
CUMHUR HALK ise, CUMHURİYET HALKÇI, CUMHURİYETÇİLİK de, HALKÇILIK demek olmaz mı?
Olur.
O zaman Atatürk ilkelerini sembolize eden C.H.P.'nin 6 okundan biri fazla demek değil midir?
Evet.
Böyle düşünürsek C.H.P.'nin sembolünün 6 ok değil de, 5 ok olması gerekmez mi?
Evet.
Ya da şöyle soralım:
CUMHUR HALK ise, CUMHURİYETÇİLİK de, HALKÇILIK olacağına göre Atatürk ilkelerini sembolize etmeye 5 ok yeterli olur mu?
Olur.
Bu akıl yürütmenin varacağı yer belli...
Konu daha iyi anlaşılsın diye tekrarlayalım:
"CUMHUR", “HALK” ise, "CUMHURİYETÇİLİK" "HALKÇILIK" anlamına geleceği için, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkeleri arasında, ya HALKÇILIK ilkesine, ya da “CUMHURİYETÇİLİK" ilkesine gerek yok demektir.
“Cumhur”a, “Halk” demek, Cumhuriyet Halk Partisi'nin ana vasıflarını, yani ilkelerini sembolize eden Altıok'dan ya "Cumhuriyetçilik" ilkesi, ya da "Halkçılık" ilkesinden biri fazla demektir.
“Cumhur”a, “Halk” demek, Cumhuriyet Halk Partisi'nin sembolize etmeye BEŞOK yeter demektir.
“Cumhur”a, “Halk” demek, farkında olmadan Atatürk'e ve onun kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ne faşist demenin zeminini oluşturmaya çalışanlara destek olmak demektir(4).
Çünkü İspanyol Falanjist Partisinin (FALANGE ESPONOLA DE LAS JONS) sembolü beşok'tur.
İspanyol Falanjist Partisi faşist bir partidir.
* CUMHUR'A HALK DEMEK, ATATÜRK'E VE CUMHURİYET DÜŞMANLARINA FIRSAT VERMEKTİR.
Abdurrahman Dilipak, 'HALK'ın toplumun çoğunluk(ekseriyet) ve azınlığının (ekaliyetin) toplamından(cemi'nden) oluştuğunu bilmez mi?
Bilir elbette.
Ama işine gelmez.
CUMHUR'a 'EKSERİYET' diyen Abdurrahman Dilipak bunları çok iyi biliyor.
2002 Kasım'ından beri pervasızca inşaa edilen "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ" sayesinde boş kaleye gol atmanın keyfini yaşıyor Sayın Dilipak.
Ne yazık ki; Cumhuriyet Halk Partisi mensuplarının tamamına yakınının CUMHUR'a, HALK demesini fırsat bilen Abdurrahman Dilipak, dipnotlardaki linkten tamamına ulaşabileceğiniz yazısında(5);
"(...)o zaman 6 Ok’un birinden kurtulduk demektir... 6 Ok’da hem cumhuriyetçilik, hem de halkçılık ayrı ayrı yazılmış da(...)"
diyerek Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi'yle inceden dalga geçmeye, onları küçük düşürmeye çalışıyor.
Lakin, 25/7/1951 tarih ve 5186 no.lu Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkında Kanun'a göre Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e hakaret suç sayıldığı için, olsa gerek, az da olsa çekiniyor, daha fazla ileri gidemiyor.
* CUMHURİYET ORTAK PAYDAMIZDIR.
"Benim iki büyük eserim var; Biri TÜRKİYE CUMHURİYETİ diğeri CUMHURİYET HALK PARTİSİ" diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Bu iki büyük eserin ortak paydası CUMHURİYET. Peki nedir CUMHURİYET?
Kimsesizlerin kimsesi olan CUMHURİYET; DEVLET TÜZEL KİŞİLİĞİNİN PADİŞAH YERİNE, MİLLETİN VEKİLLERİ İLE TEMSİL EDİLMESİDİR.
Bazı Arap ülkelerinde görülen CEMAHİRİYE kavramı, CUMHURİYETİN MUADİLİ DEĞİLDİR.
Zira cemahiriye'de devleti yöneten ya bir hanedan, ya bir diktatör ya da cuntadır.
Cemahiriye'de yönetime katılma şekli ya mezhepsel ya da etnik ayrımcılık üzerine kuruludur.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ, sadece Osmanlı’nın değil, taa İskitlerden beri belgeli olarak bilinen yaklaşık 3000 yıllık Türk Devlet Geleneğinin ve devlet tecrübesinin ürünüdür.
Bu arada özellikle belirtmek gerekiyor...
TÜRKLERİN kurduğu devlet anlamına gelen 'TÜRKİYE' ADI da, Prof. Dr. Sayın İlber Ortaylı'nın "Türkiye yahut Türmeniya ismini dünyanın en zeki, en bilgili insanları vermiştir.
İtalyanlar, Cenovalılar ve Venedikliler tarafından verilmiştir." iddiasının aksine, Arapların "Memlûk" dediği, bizlerin de düşünmeden, "Kölemenler" diye öğrenip, sorgulamadan kabullendiğimiz, bilim ve sanatın beşiği olmuş, resmi adı ED DEVLETÜ'T TÜRKİYYE olan, devletin isminden GELİR.
Bu devletin kurucusu, adı ‘İncilerin Ağacı’ anlamına gelen ŞECERÜDDÛR (Şecer ud-Durr olarak da yazılır), Eyyubî Hanedanı Melik Salih Eyyûb Necmeddin'in haremine alınmış Türk bir cariyedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesinin, din algısı, anlayışı ve en önemli dini müessesesi olan Diyanet İşleri Başkanılığı da, Devletimizin adı olan “Türkiye” gibi Ed-Devletü't Türkiyye'den mirastır.
Ed-Devletü't Türkiyye'deki Halifelik müessesesinin tam karşılığı bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Çünkü Ed-Devletü't Türkiyye'de, hükümdarlar aynı zamanda Halife değildiler.
Hükümdar ayrı, Halife ayrıydı; tıpkı bugünkü Türkiye’deki gibi.
* HALK FIRKASI, NEDEN CÜMHURİYET HALK FIRKASI OLDU?
1924 yılı 10 Kasım’ına kadar "Halk Fırkası"nın başında ‘‘Cümhuriyet’’ bulunmuyordu.
Hüseyin Cahit; İttihad ve Terakki Fırkası'nın sözcüsü olan Tanin Gazatesi'nin başyazarıydı.
Koyu bir itthadçı olan başyazar, iplerin Gazi Mustafa Kemâl'in eline geçmesinde rahatsızlık duyanların başını çekiyordu.
Başlangıçta CUMHURİYET diye yola çıkan İttihad ve Terakki Fırkası'nın kardroları Cumhuriyet karşıtı tutum takınmaya başlamıştı.
* İTTİHATÇILAR ÖNCE SALTANAT, SALTANAT KALDIRILINCA HİLAFET, HİLAFET KALDIRILINCA ŞERİAT SAVUNUCUSU OLDULAR.
Bu sebeple, Cumhuriyetin ilanından sonra Akşam Gazetesi yazarı Necmeddin Sadak: “En eski cumhuriyetçi olduğunu söylemekle övünenler şeriat ve hanedan savunuculuğuna çıkıyor. Cumhuriyet fikrine en büyük ihanet budur.” diyerek Hüseyin Cahit’i suçluyordu.
Bu suçlama üzerine, Hüseyin Cahit de Tanin Gazetesi'ndeki yazılarında;
"Cumhuriyetten yana olanlar, tabii bir hanedan hükümetinden yana olmazlar.
Biz meseleyi yalnız hilafet açısından düşünmüş ve savunmuştuk.
Fakat şeriatı bu konuya karıştırmanın ne manası var?
Uluorta söylenen bu münasebetsiz sözler halkın fikrine cumhuriyetle şeriatın bağdaşmayacağı korkusunu vermez mi?
Cumhuriyetçi bir adam neden şeriatın savunucusu kesilmekle siteme uğrasın?(...)”
“Yapılan inkılapta güdülen amaçlardan biri laik, modern bir devletin kurulmasıydı.
Saltanatla hilafetin ayrılması, bu açıdan memleket hakkında büyük bir yarar sağlayacaktı.(...)
Bu iyi adım atıldıktan sonra artık zihinleri karıştıracak ve cumhuriyet taraftarlığı şeriat taraftarlığına engelmiş gibi bir sanı vererek herkesi şimdiki idare şeklinden soğutacak sözler söylemekten kesinlikle sakınmak gerekir.
Ne gerilemek, ne sınırı aşmak.
Kazanılmış durumu korumak, sağlam, fakat ılımlılıkla devam...
İşte dört-beş kelime içinde koca bir program....”
“Şu izahattan sonra bizim şeriat savunuculuğumuz pek kolay anlaşılabilir.
Şeriatın savunucusuyuz.
Çünkü şeriate saldırılmasını memlekete zararlı görüyoruz.
Zaten mesele şeriat savunması şeklinde hiçbir zaman sözkonusu olmadı.
Bilinen ağır saldırılar hilafet hanedanına dokunduğu için bunu sırf dünyevi açıdan muhakeme ederek ve düşünerek vereceği zararı düşündük ve protesto ettik.”
diyerek önceleri saltanatı, saltanat kaldırılınca hilafeti, hilafet kaldırılınca da şeriatı savunmaya başlamıştı.
En sonunda cumhuriyet ile şeriatın birbiriyle bağdaşmaz şeyler olmadığını kanıtlamaya çalışmıştı.
Bunun sebebi, 1922 yılında halkçılık esasına dayalı olarak Gazi Mustafa Kemal'in kurduğu Halk Fırkasının giderek güçlenmesi, başlangıçta Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de üyesi olduğu ve başta "Cumhuriyet" diye yola çıkan İttihad ve Terakki Fırkası mensuplarının giderek etkisizleşmesidir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sonuçsuz kalan İzmir Suikast girişimi sonrası bu konuda şöyle diyor: "Bir İttihatçı iyi bir dosttur, iki İttihatçı bir araya gelince dikkat etmek gerekir, üç İttihatçı olurlarsa mutlaka ihtilâl planları yapmaya başlarlar." (6)
Bu tespitin hala geçerliliğini koruduğunu, İttihad ve Terakki'nin Osmanlı’dan günümüze Türkiye’nin siyasi yaşamında hâlâ etkilerini sürdürdüğünü, özellikle de şu anki Cumhuriyet Halk Partisi kadrolarının zihniyetini belirleyen en önemli parti olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Cumhuriyetin ilanını anlamsızlaştırma, cumhuriyet kavramının içeriğini boşaltmaya çabalayanlar karşısında Gazi Mustafa Kemal Atatürk de, boş durmadı.
İsmet İnönü'nün başında bulunduğu 1. Cumhuriyet Hükümeti'ne karşı verilen güvensizlik önergesi 8 Kasım 1924 tarihinde yapılan oylamada, 148’e karşı 18 oyla reddedildi ve 41 kişi oy kullanmadı.
Hükümete güvensizlik oyu verenlerin tamamı ertesi günkü gazetelerde listeler halinde ilan edilirken, bunların ya istifa edecekleri veya partiden ihraç edilecekleri yazılıyordu.
10 Kasım 1924 tarihli Tanin ve Tevhid-î Efkar Gazetelerinde, İstanbul ve Erzurum mebuslarının Halk Fırkası’ndan istifa ettikleri ve Cumhuriyet Fırkasını kuracakları haberleri yayınlanmıştı.
Recep (Peker) Bey, Gazi Mustafa Kemal'in oluruyla, partiden ayrılanların kurmak niyetinde oldukları partinin “Cumhuriyet” ismini taşıyacağı duyumuna karşılık, 10 Kasım 1924 tarihinde Halk Fırkası’nın isminin başına “Cumhuriyet” kelimesinin ilave edilmesini teklif eder.
Bu teklif, grup toplantısında bazı itirazlara rağmen kabul edilmiş ve partinin adı CÜMHURİYET HALK FIRKASI olarak değiştirilmiştir.
Böylece oluşmakta olan muhalefete karşı ilk taarruzu, Gazi Mustafa Kemal'in oluruyla Recep (Peker) Bey başlatmış oluyordu.
Halk Fırkası’nın ismine "CÜMHURİYET" kelimesinin eklenmesi, yeni kurulacak olan muhalif fırkanın elinden bu kozun alınması yanında, başka bir açından daha önemlidir.
“Cümhuriyet” kelimesinin eklenmesi ile halka tamamlanarak, Cumhuriyet Halk Fırkası, hem bütün halkı, hem de yeni rejimi ve devleti sembolik
olarak da temsil eden bir parti oluyordu.
Gazi Mustafa Kemal'in onayı ve Recep Peker'in teklifi neticesinde 10 Kasım 1924 tarihinde Halk Fırkası Nizamnamesi'nin 87. Maddesine dayanılarak yapılan grup toplantısında Fırkanın başına "Cümhuriyet" kelimesinin eklenmesini takiben Halk Fırkası’ndan istifa edenlerin sayısı birkaç gün içinde 40’ı geçmişti.
17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) kurulmuş, Kazım Kararbekir 26 Kasım’da bu Partinin başına getirilmiştir.
Bu durum hakkında, Nutuk'ta Gazi Mustafa Kemal «Cumhuriyet» kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye «Cumhuriyet» ve hem de «Terakkiperver Cumhuriyet» adını vermiş olmaları, nasıl ciddîye alınabilir ve ne dereceye kadar samimî sayılabilir.
Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları bu parti «Muhafazakâr» adı altında ortaya çıkmış olsaydı, belki bir anlamı olurdu.
Fakat bizden daha çok cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları elbette doğru değildi." diyor.
Cumhuriyeti anlamsızlaştırma, cumhuriyet kavramının içeriğini boşaltma çabaları karşısında Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği stratejiyi bugün bile tam olarak anlayamadığımız için, Cumhuriyet karşıtlarının çabaları başarılı oldu ne yazık ki.
'CUMHUR'U HALK ZANNEDENLER SAYESİNDE CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ MASALI İLE UYUTULDUK, UYUTULUYORUZ...
* CUMHURİYET HALK PARTİSİ'NİN SEMBOLÜ OLAN ALTIOK İLE İFADE EDİLEN İLKELER ARASINDA DEMOKRASİ KAVRAMI NEDEN YER ALMIYOR?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, DEMOKRASİ kavramı yerine, "CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ" anlamını yüklediği HALKÇILIK kavramını kullanıyor da ondan!
Kaldı ki, kurtuluş ve kuruluş sürecinde, demokrasi kavramı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının zihinninde karşılığı olmayan bir kelimeydi.
Nereden mi çıkarıyorum bunu?
Demokrat Parti, halkımızın dilinde DEMİRKIRAT olmuş da ondan.
İronik şekilde ADALET diye yola çıkan Adalet Partisi güneş ve kitap sembolünden vazgeçip, yerine DEMİRKIRAT konulmuş da ondan.
Gelelim DEMOKRASİ meselesine.
Yani çoğunluğun yargıçlığına.
“Demokrasi” en basit haliyle, “topluma çoğunluğun hükmetmesi” demek.
Bu durumda %50+1 “çoğunluk” ile %50-1’lik “azınlığın” iradesini yok saymak mümkün mü?
Mümkün.
Yaşıyoruz.
Dolayısıyla, ayrı bir kanıtlamaya ihtiyacımız yok.
Bir parantez açalım.
Helenler kendilerine ne Rum, ne Yunan, ne de Grek denmesini sevmezler.
Çünkü muhteşem Helen uygarlığnın devamı görürler kendilerini.
İyonyalı da yani YUNAN saymazlar kendilerini.
Bu şekilde isimlendirme bizim yakıştırmamız. Parantez içini bilgi bu kadar.
Devam edelim kaldığımız yerden.
Bir yanda Eski Helence‘de “halkın iktidarı” anlamına gelen “DEMOKRASİ“, diğer yanda Latince‘de “halk için olan” anlamındaki REPUBLİC karşılığı Jön Türklerin uydurduğu “CÜMHURİYET“.
Bu iki kavram hakkında kütüphaneler dolusu kitaplar yazılmış.
Bu iki kelimeyi dilimize pelesenk etmişiz.
Ama, aralarındaki ilişkiler üzerine çok fazla düşünmemişiz, düşünmüyoruz.
Bir “iktidar kaynağı” olan “demokrasi“nin bu açığını farkeden Yeni Osmanlı münevverinin (Jön Türk) bir parçası ve devamı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, kafayı “iktidar biçimi“ne yorarak “Türkiye Cumhuriyeti“ni kurmuş.
Azınlıklar dahil, yurttaşların tümünün temel haklarını gözeten, “halk için olan” "CÜMHURİYET" boşuna ilave edilmemiş HALK FIRKASI' başına..
* AK PARTİ GENEL BAŞKANI SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN DOĞRU SÖYLÜYOR...
Türkiye’de, CUMHURİYET ve DEMOKRASİ kavramlarını kullanan çok, ama ne anlama geldiğini derinliğine bilen, kavrayan yok.
Yaşadığımız sorunlar büyük ölçüde buradan kaynaklanıyor.
Başta AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve onun muhalefet bakanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, çoğunluk DEMOKRASİ ve CUMHURİYETİ aynı anlama gelen tek bir kavram sayıyor.
“Demokrasi” en basit haliyle, “bir topluma çoğunluğun hükmetmesi” demektir.
Bu bağlamda ADALET VE KALKINMA PARTİSİ GENEL BAŞKANI SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN'ın; 27 Aralık 2018 tarihinde söylediği; "DEMOKRASİNİN TAM ANLAMIYLA UYGULANDIĞI AZ SAYIDA ÜLKEDEN BİRİYİZ" cümlesi çok doğru bir cümledir.
* İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI MODA OLAN "DEMOKRASİ" BİZDE BAŞLANGIÇTAN BERİ SORUNLU BİR KAVRAM.
1946 yılında Cümhuriyet Halk Partisi'nden ayrılıp, Demokrat Parti'yi kuran Menderes ve arkadaşları, “demokrasi” kavramını topluma sevdirebilmek için “Demir Kır At” deyişini icat etmişler.
“Demir Kır At” deyişi, demokratik bir yönetim biçimini anlatmada akla gelecek en tuhaf mecaz olsa gerek.
Demokratik Yönetimin DEMİRDEN OLDUĞUNU SÖYLEMEK, demokrasiyi DEMİRDEN KIR BİR ATLA ÖZDEŞLEŞTİRMEK son derece ilginç bir durum.
Ne yazık ki halkımız böyle öğrendi, böyle benimsedi bu kavramı.
Neticede Demokrat Parti, önce demir bir Vatan Cephesi'ne dönüştü.
Ardından 27 Mayıs.
Demir Ökçe, altında karanlık yıllar.
Daha sonra kurulan Adalet Partisi, güneş ve kitaptan oluşan sembolünden vazgeçip, Demirkırat'a döndü.
Sonra 12 Mart.
Ne yazık ki yeniden demir ökçe...
Sonra 12 Eylül. Sürüp giden tuhaf bir durum, kısırdöngü...
Yalnızca demokrasiyi demirden kır bir atla özdeşleştirenler değil, demokrasi kavramının kendisi de arızalı bence.
Bugün demokrasi kavramının arızalı oluşu ciddi anlamda kafa karışıklığına yol açıyor.
Ki "özgürlükçü" demokrasisi, "sosyal" demokrasi, "gerçek" demokrasi, "devrimci" demokrasi, "halk" demokrasisi, "burjuva" demokrasisi; bütün bunlar bir kafa karışıklığın göstergeleri.
Bu karışıklık, CUMHURİYETSİZ bir DEMOKRASİ kavramının başından beridir anlamsız olduğunun kanıtı.
Bugün önüne bir sıfat almadan söylenemeyen demokrasi sözcüğü veya kavramının anlamı yok.
Tek başına "DEMOKRASİ" artık özgürlükten oldukça uzak anlamsız bir kavram.
Açık ve net olarak diyebiliriz ki, sadece “Demokrasi” övgüsünden ibaret söylemler, halkı uyutmaya yarayan hoş bir masaldan... güzel bir ninniden ibaret.
* "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ" SEÇİMDEN VE SANDIKTAN İBARET BİR OYUNDUR.
DEMOKRASİ, ne kadar farklı anlamlar yüklemeye çalışırsak çalışalım, aslında çok partili serbest seçimlerden ve referandumdan ibaret bir mekanizmadır.
Bu mekanizma, CUMHURİYET rejimi ile birlikte olmaz ise, çoğunluğun iradesini kutsayan bir anlayış üretiyor.
Bu anlayışa göre, milletin çoğunluğu ne istiyorsa doğrusu o.
Yani demokrasi, "millet saltanat isterse saltanat, hilafet isterse hilafet, şeriat isterse şeriat olmalıdır" anlamına geliyor.
Bu anlayışın ve rejimin doğru adı "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ"dir.
"CUMHURİYET", SÖZ ALMA HAKKIMIZ OLAN “DEMOKRASİ"NİN, BAŞI BOŞ BIRAKILDIĞINDA BİZİ YUTMAMASI İÇİN İCAT EDİLMİŞTİR.
"HALKÇI" olmayan bir "CUMHURİYET" ölü doğmuş bir rejim olacaktır.
Gazi Mustafa Kemal'in Milli Kurtuluş sürecinde "CUMHURİYETİ" "MİLLÎ SIR" olarak saklaması bu sebepledir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, DEMOKRASİ kavramına karşılık olarak "CUMHURİYETÇİ DEMOKRASİ" anlamını yüklediği HALKÇILIK ilkesini öne çıkarıyor.
Ki bu öneri "DEMOKRASİ" literatüre yapılmış en büyük kuramsal, yani teorik katkıdır.
Lakin bu katkı konjonktür gereği, tarif yerine, tasvir şekilde olup, titiz ve dikkatli okumalarla açığa çıkarılabilir.
* CUMHURİYETÇİ İÇERİĞİ OLMAYAN DEMOKRASİ, BOŞ BİR KABUKTUR.
Edgar Morin ile Sami Näir, birlikte kaleme aldıkları ve dilimize "Bir Uygarlık Siyaseti" olarak çevrilen "Une politique de civilisation" adlı kitapta, DEVRİMCİ(7) bir tespit ve uyarıda bulunuyorlar:
"Demokrasinin amacı yalnızca bireysel özgürlüğe saygı gösterilmesi değil de aynı zamanda ortak iyiliğin savunulması ise, demokrasi savunulmaya değer. CUMHURİYETÇİ İÇERİĞİ OLMAYAN bir DEMOKRASİ, içinde özel çıkarların ortak çıkara engel oluşturduğu BOŞ BİR KABUKTUR. İşte bu yüzden, örneğin yarının Avrupa’sında hangi toplum modelinin üstün gelmesi gerektiğini bilmek ilgisiz kalınacak bir şey değildir. Fransız Devrimi tarafından başlatılan cumhuriyetçi fikir, yalnızca piyasa düzeneğine bağlı Anglo-Sakson tarzı bireyci demokrasi içinde ortadan kalkacaksa, bu Avrupa’yı savunmak için hiçbir neden yoktur."
Demokrasi başıboş bırakıldığında, aydınlık anlamına gelen tüm insanî değerleri yoketmiş, insanlık büyük bir karanlığa gömülmüştür.
Bunun en çarpıcı örneği, yakın geçmişte, Avrupa’nın tam ortasında yaşandı.
Almanya’da, Adolf Hitler’in öncülüğündeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, 1930’lu yıllarda, çok partili serbest seçimle iktidara gelerek Cumhuriyetsiz Demokrasi'yi, inşaa etti.
Başta Almanya olmak üzere, bütün dünya Cumhuriyetsiz Demokrasi'nin karanlığından çok çekti.
İnsanlık büyük bedeller ödedi.
Cumhuriyetsiz Demokrasi'nin karanlığının varacağı yer diktatörlüktür, tiranlıktır.
Dolayısıyla, ÇOK PARTİLİ SERBEST SEÇİMLER CUMHURİYETİN YAŞAMASI İÇİN YETERLİ DEĞİLDİR.
* CUMHURİYET NEDİR?
CUMHURİYET, MİLLETİN KENDİ KENDİSİNİ vekilleri yani CUMHUR ARACILIĞIYLA YÖNETTİĞİ, halkın egemen olduğu DÜZENİN ADIDIR.
Ancak böyle bir düzenin kurulabilmesi için, çok partili serbest seçimler tek başına yeterli değildir.
CUMHURİYETİN VAR OLABİLMESİ İÇİN, en azından, DOKUNULMAZLIĞI OLAN MİLLETVEKİLLERİNDEN OLUŞAN ETKİN, EN AZ BİR MECLİS-ki bence doğrusu iki meclisli bir rejimdir- ve MECLİS TARAFINDAN DENETLENEN BİR YÜRÜTME, ve de BAĞIMSIZ YARGI GEREKİYOR.
* CUMHURİYET BAŞKA DEMOKRASİ BAŞKADIR.
Gücün, yani yetkilerin tek kişide toplandığı yerde, çok partili serbest seçimler ve referandum olsa bile CUMHURİYET olmaz, olsa olsa saltanat olur, "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ" yani diktatörlük olur.
Tekrar ekmek gerekiyor.
Tek başına “Demokrasi” en basit haliyle, “bir topluma çoğunluğun hükmetmesi” demek.
Bu durumda , %50+1 “çoğunluk” ile %50-1 “azınlığın” iradesinin tamamen yok sayılabilir.
CUMHURİYETİN VARLIĞI İÇİN "CUMHUR" GEREK ŞARTTIR.
Cumhur halkın önde gelenleri, ileri gelenleri, halkın önünde giden öncüleridir.
Halk, önünde gidecek olanları, sandığa attığı oylarla seçer.
Halkın hakkını savunsun diye seçtikleri hem hür, hem cesur olmak durumundadır.
Milletvekili dokunulmazlığı bu sebeple ihdas edilmiştir.
* CUMHUR KİMDİR?
CUMHUR, Devlet tüzel kişiliğini temsil eden MİLLETİN VEKİLDİR.
Cumhuriyet devletin tüzel kişiliğinin, hanedan değil, milletin vekilleri tarafından temsil edilmesidir.
DEVLETİN TÜZEL KİŞİLİĞİNİ, halkın hakkını savunsun diye seçtiği MİLLETİN VEKİLLERİ TEMSİL ETMİYORSA, ORADA CUMHURİYETTEN SÖZ EDEMEYİZ.
Milletin vekili, halkın hakkını savunsun diye seçip, dokunulmazlık zırhıyla donattığıdır.
Milletin vekili halk adına hesap sorandır.
Milletin vekili, halkın huzur ve refahı için kanun yapandır.
Milletin vekili, halkın işlerine bakandır, halkın işlerini yapandır, halkın işlerini yürütendir.
Milletin vekilleri halk adına hesap soramıyorsa, halkın huzur ve refahı için kanun yapamıyorsa, halkın işlerine bakamıyorsa orada Cumhuriyetten söz etmek abesle iştigaldir.
Çünkü orada gerçek anlamda CUMHUR da yoktur, CUMHURİYETTE yoktur.
Orada olan "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ"dir.
Neticede, SADECE "DEMOKRASİ” ÖVGÜSÜNDEN İBARET SÖYLEMLER, HALKI UYUTMAYA YARAYAN HOŞ BİR MASALDAN... GÜZEL BİR NİNNİDEN İBARET TİR.
NOT: Umarım masalmız, en önemli ve öncelikli görevimizin "CUMHURİYETİ BÜTÜN TEHLİKELERE KARŞI HER VASITA İLE MÜDAFAA ETMEK" olduğunun tekrardan bilince çıkmasına sebep olur. Çünkü bu masalın en önemli yazılma sebebi budur.
Dipnotlar:
(1) "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ" kavramı, ilk kez Özdemir İnce'nin Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde 6 Ocak 2007 tarihinde yayınlanan “Cumhuriyetsiz Demokrasi” başlıklı yazısında kullanılmıştır.
(2) özgür insan, Aylık Dergi, Haziran 1976, Cilt:4, Sayı:31
(3)26.08.1924 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi
(4)http://www.gazetebilkent.com/2014/05/13/alti-ok-ve-tarihsel-baglami/
(5)https://m.habervaktim.com/author_article_detail.php?id=29341
(6)Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman Yayınları, İstanbul, 1980, sayfa 447.
(7)DEVRİMCİ sözcüğünün etimolojik kökeni Arapçadır. Ama "ÖZ-TÜRKÇE" sanılır.
Cahil Generallerin 12 Eylül 1980'de gerçekleştirdiği askeri darbe sırasında sakıncalı ilan edilip, yasaklanmıştır.
Bu negatif psikolojik kalıntı sebebiyle Merkez Efendi Hazretlerine devrimci dememiz bazı insanlarımıza hala rahatsız edici gelebilir.
Başta da belirttiğim üzere DEVRİMCİ SÖZCÜĞÜ Arapça devir kelimesiyle aynı köktendir.
Arapça dvvr kökünden gelen davvr " دور " dönüş, döngü, zaman, çağ sözcüğü, bugün bile sürdürülmeye çalışılan Cahiliye Eğitim sistemine son vermiş, MERKEZ EFENDİ HAZRETLERİNE UYGUN DÜŞEN BİR SIFATTIR. Kavramlar, terimler zamanla kirletilmeye, olumsuz duygu yüküyle doldurulmaya, asıl anlamlarından uzaklaştırılmaya çalışılır egemenlerce.
Devrimcilik karanlık bir dönemin kapanmasını sağlayan öncülerin sıfatıdır.
Haremlik-Selamlık eğitim sistemi kurarak, sapıklara ve cahillere alan açılacağını yüzyıllar ötesinden görüp, karma eğitimi uygulayan Merkezefendi devrimci bir insandır.
12 EYLÜL 1980'de yasaklanan bu kavramın kökenini hatırlatmam ukalâlık sayılmasın lütfen.
Bilindiğini üzere hafıza-i beşer nisyan ile malûldür.
Çünkü, 18 Aralık 2018 tarihinde Facebook hesabım üzerinden "CUMHURİYET HALK PARTİLİLERE AÇIK MEKTUP" başlıklı paylaşımımda da belirttiğim üzere, BEN DE BİR DEVRİMCİYİM.
Hiç bir zaman gizlemedim.
Benim yolum devrimci bir yol.
Torunu olmaktan her zaman onur duyduğum Merkezefendi gibi, ben de bir devrimciyim.
Bir devrimci olarak, insanlığın ve yaşadığım bu toprakların, bütün ilerici ve devrimci mirasını içselleştirdim.
Yoluma devam ederken varolanı, insanlığın ilerici birikimini inkar ederek değil, içselleştierek aşamaya çalışıyorum.
Bu yüzden Cumhuriyet Halk Partisi'ne üye oldum.
Bu yüzden 2014 yılında Cumhuriyet Halk Partisi Buldan İlçe Örgütünün Belediye Başkanlığı Adaylığını kabul ettim.
Ama daha ilk günden ayak oyunları ile yüz yüze geldim.
Cumhuriyetsiz Demokrasi'nin Karanlığında "CUMHURİYETSİZ DEMOKRASİ MASALI" yazma zorunda kalmamın sebeplerimden diğer biri de budur.
Yönetim açısından; Parti içi seçim dönemine girileceği günümüzde:Partinin öncelikli temel sorunu üye ve ön seçim sorunudur.Altan Öymen döneminde yapılan yeniden üyelik konusu yıllardır bilerek gözardı edilmiştir,edilmektedir.Yeni üye kazanımı (Nitelikli-nicelikli ) partinin gündeminde hiç olmamıştır.Olmayacaktır.
Partide siyaset yapılmamaktadır.Birkaç ayda bir gündemli, yasak savma anlamında il yöneticisi gözetiminde! "örgüt toplantısı "yapılmaktadır.Bu toplantılar yetersizdir.Bunun asıl çözümü çalışma kurullarının(Komisyonların)oluşturularak ilçe,il,genel merkez arasında iletişim yapılarak,çalışmaları sağlanmasıdır.
Diğer en önemli bir konu ön seçimdir.Şu anda yapılan ilçe delege seçimlerinde,ilçe delegesi değil mahalle delegesi adı altında "mahalle ağası-derebeyi seçilmektedir.Yanlış burada başlamakta,kurultaya kadar uzamaktadır.Bu üyelik ve seçim sistemi sürdürüldüğünde çıkarılacak milletvekili sayısı değişmeyecektir.İktidar da başka baharlara bırakılacaktır.Ülkenin " makus" kaderi de sürecektir.
Sayın ÜKÜŞ, yazılarınızı büyük bir dikkatle okuyorum. Emeğinize sağlık. Ben başka bir şey yazacağım Kişiye özel Genel Başkanımıza yazı yazdım henüz dönen yok. Bir parti öncelikle kendisine gönül vermiş partililerinin yazılarına mutlaka yanıt verebilmeli. Yok efendim milyonlarca mektup alıyoruz demek yanlıştır partiliyi yok saymaktır. Bu konu üzerine de yazılarınız bekliyorum. Genel Başkanımıza partililerden gelen kişiye özel yazılar bir bakımdan da oto kontroldür. Saygılarımla..
chp sınde henuz akıl basa gelmemıs durumda .nereden anladın dersınız . yazmıyacagım .
bugun halen abd /ab projesı ımamoglunu ve terorıst ve ermenı yandası bır ıl bsk nı halen oven yazılar varsa fazla soze gerek yok. yazık chp gıbı bu ulkenın kurucusu partının bu tıp kısılerın leınde kalmasına musade edenlere kı secmenınden partılı uyesı yonetımıne kadar gozu ıktıdar hırsı ıle donmus bır hlade ataturkun kurdugu TC nı yok etmeye kemalıst ılkeelrden vazgecmeye hazır haldeler.
İmambakır ÜKÜŞ: eskiden gerçekleri yazardınız şimdi iş birlikci, korkak, pısırık KILIÇDAROĞLU'nu övdüğünüze göre her halde koltuk sevdası sizide yandaşlaştırmış. İstanbul'u KILIÇDAROĞLU aldı derken sizin yerinize ben utandım. Çünkü siz unutmuş olsanızda halk biliyorki, İstanbul'u Binali YILDIRIM almıştı bilbortlarınıda asmıştı , KILIÇDAROĞLU'da hemen kabullenip kimse sokaklara çıkıp taşkınlık yapmasın demişti, KAFTANCIOĞLU ile İMAMOĞLU'nun sayesinde kazanılan İstanbul'u KILIÇDAROĞLU'na mal etmeniz , sizinde iş birlikci olmaya aday olduğunuzun işaretidir. Böyle bir iki yazı daha yazarsanız emelinize ulaşırsınız, yolunuz açık olsun İktidarda AKP'nin
olsun