Beyin göçünde suç göçende mi?
Orhan Bursalı; Her zaman Türkiye’den ülke dışına yaşanan beyin göçünü eleştirmiş biriyimdir. Yıllar önce ben bunu söylediğimde ülke dışında yaşayan bir arkadaşım bana şöyle yanıt vermişti: “Türkiye için bazen yurtdışında olmak yurtiçinde olmaktan daha iyi olabilir.”
Bugün de sizinle Mustafa Çetiner’in güncel ve önemli bir yazısını paylaşıyorum. Yazılarıma hafta sonu başlayacağımı umuyorum.
***
Her zaman Türkiye’den ülke dışına yaşanan beyin göçünü eleştirmiş biriyimdir. Yıllar önce ben bunu söylediğimde ülke dışında yaşayan bir arkadaşım bana şöyle yanıt vermişti: “Türkiye için bazen yurtdışında olmak yurtiçinde olmaktan daha iyi olabilir.”
Yıllar içinde Türkiye’ye geri dönen akademisyenlerin mağduriyetlerini gördüm, ülkeye dönüşten sonra yaşadıklarına tanıklık ettim.
Polemik yaratmamak için detayına girmeyeceğim ama daha çok yeni gazete sütunlarına, sosyal medyaya yansıdı. Anlı şanlı üniversitelerimizden birinin “kendi benzetmesi ile” her geçen gün biraz daha “Mickey Mouse” haline gelen rektörü ve şürekâsı tarafından yurtdışından ülkemize dönmüş bir akademisyene neler yapıldığı, bu hukuksuzluğa karşı insanların sessizliği, mütevelli heyetinin suskunluğu, bin bir emekle oluşturulan saygın bir bilim kuruluşunun ne hallere düşürüldüğü daha çok taze.
Demem o ki eskisi kadar kızamıyorum bu ülkeyi terk edenlere.
Kızgınlığım artık başkalarına.
‘PATRON BENİ GOLF SOPASI İLE DÖVER’
Ülke dışında artık yapamayacak noktaya gelmiş, araştırma bütçeleri tükenmiş, yenilerini alamayan, artık o düzlemde var olamayacak olan, yorulmuş, gözden düşmüş kişilerin bir zamanlar edindiği bilimsel saygınlığın arkasına saklanarak iyi bir emeklilik hayali ile ülkemize dönmelerine, etkin kurumlarda görevler kapmalarına, sonrasında da “ne şiş yansın ne kebap” pişkinliklerine kızıyorum. Onlardan birine “Geldiğiniz o büyük üniversitelerde gördüğünüz standartları bize de uygulayın, bize de öğretin” dendiğinde “Patron beni golf sopası ile döver” diye yanıtladığını biliyorum.
Bir kızgınlığım da Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara haklı tepki gösterip kendi mahallesindeki vakıf üniversitelerinde benzer şeyler yaşandığında sessiz kalan sözde aydın ve demokratlara...
Geçen günlerde “BİO Türkiye Uluslararası Biyoteknoloji” kongresini online olarak yaptık. Yaklaşık bir yıllık hummalı bir çalışma ile gerçekleşti toplantı. Ülke dışından birçok konuşmacı yer aldı. Benim sorumluluğumda olan “Hücre ve Gen Tedavileri” bölümünde birçok önemli Türk konuşmacıyı dinleme şansımız oldu.
GURUR DUYULACAK ARAŞTIRMALAR
BioNTech grubundan, Johannes Gutenberg Üniversitesi Onkoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mustafa Kurnaz, Penn State Üniversitesi’nden Dr. İbrahim Tarık Özbolat, Jackson laboratuvarlarından Dr. Derya Unutmaz, Missouri Üniversitesi, Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Bölümü’nden Dr. Esma Yolcu, İngiltere’den genç araştırmacılar Dr. Burcu Beştaş, Dr. Pınar Akçakaya konuşmacılarımız arasındaydı; anlattıklarından ve yaptıklarından çok etkilendim, gurur duydum.
Dünyanın en büyük start-up projesinin içinde olan ve SANA Biotechnology, Gen Tedavisi Kıdemli Müdürü Dr. Semih Tareen’in arkadaşlarıyla geliştirdiği ve lenfoma tedavisinde FDA onayı aldıkları CAR-T hücre tedavisinin detaylarını duymak muhteşemdi. Daha başkaları da vardı, her biri kendi alanında önemli işlere imza atan ve yurtdışında olan birçok Türk araştırmacı.
Belki de ülkemizdeki bilim insanlarının, bilime yön verenlerin ihtiyacı olan ilk şey, İspanya iç savaşı sırasında Salamanca Üniversitesi’nin rektörü Miguel de Unamuno’nun şu söyledikleridir:
‘BAZEN SUSMAK YALAN SÖYLEMEKTİR’
“Bazı durumlar vardır ki, orada susmak, yalan söylemektir. Zira sükût, ikrar olarak yorumlanabilir. Bugüne kadar içimde daima birbiri ile tutarlı bir uyum içinde yaşayagelen sözüm ile vicdanım arasında bir boşanmaya asla izin veremem.”
Bizim gibi yaşı artık biraz ilerlemiş akademisyenlerin temel görevi, ülkemizi bir bilim toplumu haline dönüştürecek, ülke içinde ve dışında bilim üretecek olanlara yolları açmaktır.
Buna yol açan girişim nerede gelirse gelsin desteklemek temel görevdir.
Suriyeli komedyen Duraid Lahham’ın “Neden imkânınız varken ülkeyi terk etmediniz” sorusuna şu yanıtı verdiği söylenir:
“Anneniz hasta olsa gidip hemen başka anne mi arar yoksa başında durup iyileştirmeye mi çalışırsınız? Vatan anne gibidir. Yoksul ise varlığıyız, yaşlı ise bastonuyuz, hasta ise ilacıyız, üşüyorsa elbisesi ve yalınayaksa ayakkabısı oluruz. Siz hiç toprağından göç eden ağaç gördünüz mü? Ağacı topraktan ayırırsanız o ağaç kurur. Vatan topraktır, biz ise ağaç.”
Bu sözler çok güzel gerçekten ama evde çocuğa şiddet uygulayıp çocuk evden kaçtığında bütün suçu çocuğa yüklemek de haksızlık değil mi?
***
Not: Bu yazı, Herkese Bilim Teknoloji dergisinin 286. sayısında yayımlandı.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları