Egemenlik kayıtsız şartsız... Saray’a ait değildir!
Orhan Bursalı: Bütün bunlar olurken, kendisine Atatürk soyadı verilecek büyük bir lider, daha Selanik’ten itibaren ülkenin kara bahtını değiştirecek düşünce, plan, program ve siyasi arayışları içindeydi.
Türkiye’nin tartışmasız kurucu lideri, milleti tek egemen ve Meclis’i de bu egemenliğin icra edilen merkezi ilan ettiğinde, 470 yıllık bir hanedanlık imparatorluğunun yerine (1453-1920) bir millet ülkesi-devleti kuruluyordu. Osmanlı hanedanlığını Atatürk ve arkadaşları çökertmedi, yıkmadı. Dört bir taraftan sarılmıştı ve büyük bir çatırtı ile kendi içine-üzerine yıkıldı. İstilacılar da gelip teslim aldılar padişahı madişahı. Zamanını çoktan doldurmuş, her tarafından dökülen bir köhne eve dönüşmüştü.
Kuruluşunu ve giderek ayakta kalışını, fethedilen topraklarda milletlerin ödeyeceği altınlara ve rüşvetlere borçlu olan imparatorluk, kendi üretimini gerçekleştirememiş, tamamen dışarıya bağımlı kalmış ve Birinci Dünya Savaşı bahanesi son darbe olmuştu.
Yeni ile eskinin büyük çarpışması
Aslında 1500-1600’lerden itibaren durmadan yükselen bir güç ile 1600-1700’lerden itibaren durmadan gerileyen ve çöken iki farklı dünyanın uzun süreye yayılan bir transatlantik çarpışmasını izliyorduk. Batı transatlantiği yeni fikirlerle, bilimle aydınlanma ile, felsefe ile büyük düşüncelerle donatılmıştı, Osmanlı transatlantiği ise boş, koftu.
Fethet ve vergi al dönemi çoktan bitmiş, ulus devletler dönemi başlamış, yeni emperyalizm, sanayi, bilim ve teknoloji devrimleri ve büyük paralar ortaya çıkmıştı. Sömürge çağının paylaşımlarının ardında çok güçlü bir birikim vardı, Osmanlı’da asla olmayan...
Yani son, çoktan belirlenmişti.
Kendini inşa eden lider
1850’lerden itibaren de, Osmanlı aydınları “kurtuluş reçeteleri” arayışına başlamıştı. “Türk ve dil” yeni arayışların temelini oluşturuyordu. Çağın milletlerinin iki ayırt edici ve birleştirici özelliği inşa edilmeye başlanmıştı.
Bütün bunlar olurken, kendisine Atatürk soyadı verilecek büyük bir lider, daha Selanik’ten itibaren ülkenin kara bahtını değiştirecek düşünce, plan, program ve siyasi arayışları içindeydi. Selanik’ten itibaren, Mustafa Kemal’in tüm siyasi, düşünsel ve askeri arayışları, girişimleri, savaşları, bir liderin kendini adım adım ve durmadan yükselerek inşa etmesinin tarihidir. Bu süreçte yaşadıklarının hepsi büyük başarının ve zaferin, kurtuluş ve kuruluşun halkalarıdır. Tüm adımları, ilerleyişleri, geri çekilişleri, yeni ileri atılımlara ve bir üst aşamaya geçişi sağlamıştır.
Bir lider durup dururken doğmaz, hele Atatürk gibi bir lider söz konusu ise...
İstanbul’dan, Osmanlı’nın yurtsever bürokratları onu “bir şey mi yapacaksın, Kemal” sözleriyle ve büyük bir umutla Anadolu’ya uğurlarken, o “evet bir şey yapacağım” diyecekti ve tüm umutları, sevgileri Samsun’a oradan Anadolu’ya taşıyacaktı, yayacaktı..
Büyük devrimci kişilik
23 Nisan, Mustafa Kemal Atatürk’ün programının can alıcı yeriydi, çökmüş ve bitmiş bir dönemle bağlarını tam koparamamış arkadaşlarından büyük farklılığı, ayrılığı, ayrıcalığı, bitmiş hayaller, tükenmiş ve çökmüş tarihle ileriye asla yürünemeyeceğini bilmesiydi. Arkasından şüphesiz ki zorunlu olarak Cumhuriyetin resmen ilanı gelecekti, 6 ay sonra!
İleriye bakmak ve Anadolu’nun ayakta kalmasının ancak yeni ve çağdaş bir oluşumla, bir millet ve devletle mümkün olabileceğini görebilen böyle bir düşünceyle, felsefe ve özgünlükle donanmış başka kimse yoktu.
Hiçbir maceraya kalkışmadı, gücünü aslı şurada burada tüketmedi. Kurtuluşa kuruluşa odaklandı sadece..
Bu özellik büyük dâhilere, yaratıcılara özgüdür.
23 Nisan 1923, yeni devletin ve ülkenin, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği ve bu egemenliğin de kayıtsız şartsız milletin Meclisi ile icra edileceğinin ilanı, Atatürk’ün devrimci ve yenilikçi bir kişiliğinin zorunlu bir sonucuydu.
19. ve 20. yüzyılın ve çağımızın en büyük ve sürükleyici liderinin bu topraklarda doğmuş olması ve kendi şansını tamamen kendisinin yaratması, olağanüstü bir serüvendir.
***
Saray, geçmişin köhne yapılarını simgeler. İçinde oturanların, çevresinde kümelenenlerin ve geçmişe özenenlerin bir geleceği olabileceğini tarih ve zaman bize göstermiyor.
Meclis’in ve dolayısıyla milletin iradesini gasp eden yeni sistem, bir ara dönemdir. Geçicidir. Bitecek ve daha güçlü bir millet iradesinin kuruluşuyla sonuçlanacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’lerin Meclisi olacaktır yeniden.
Bunun tüm işaretlerini görüyoruz ve yaşıyoruz.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları