Salya değil, bizzat Marmara’nın kendi cesedi! Cinayete giden yol
Orhan Bursalı: Aslında kurtulan falan yoktu, 1989’dan itibaren Marmara’nın ölüm fermanına imza atılmıştı.
Geçen yıl Adalar’da denize giriliyordu ve ortalıkta şimdiki deniz salyası görülür değildi. Bazen sahilden 15-20 metre kadar uzakta denizin dibini bile görüyorduk. Ne oldu da mart ayından itibaren Marmara’da, adeta deprem olmuş binalar yerle bir olmuş gibi bir salya patlaması gerçekleşti?
Depremi düşünün. Devasa kayaçların hareketi ile enerji birikimi gerçekleşiyor ve kopma noktasında, gümmm. Pek çok şey yerle bir. Deprem bir birikimin sonucudur ama doğal olaydır.
Salya hikâyesi de Marmara’da yıllarca kötülüklerin birikiminin nihai ürün olarak denizde patlamasıdır. Ama doğal değildir, insan eliyle gerçekleşmiştir. Tıpkı yaşanmakta olan iklim değişikliği gibi!
Hidrobiyolog Levent Artüz, “Marmara’da plankton savaşının son aşamasını yaşadık” diyor. Yer yer başka planktonlar öne çıkmıştı. Sahillerin kırmızıya, sarıya kesildiğinin fotoğraflarını herkes anımsar. Onlar parçalanıyor, ölüyor ve yerini bir başka planktonlara bırakıyor. En son bir organizma egemen oldu; yüzey altında gerçekleştiği için göremediğimiz tüm biyolojik savaşın leşleri gidecekleri son yer olarak yüzeye vurdular.
Aaaaa! Dışa vuran onların leşleri miydi, yoksa Marmara’nın kendi kocamaaaan cesedi mi!?
İlhami Bey: Oksijen bitiyor, imdat!
Levent Artüz, hidrobiyolog rahmetli İlhami Artüz’ün oğlu. İlhami Bey teknesiyle düzenli olarak Marmara’nın çeşitli bölgelerinde kirlilik - oksijen ölçümleri yapardı ve raporlarını Cumhuriyet Bilim Teknoloji’de yayımlardık. 90’lı yıllardan bahsediyorum!
Her ölçümden sonra, İlhami Bey “Oksijensiz tabaka deniz yüzeyine giderek yakınlaşıyor” derdi. Plankton patlamalarını yazardı. Oğlu Levent de daha kapsamlı olarak MAREM Projesi ile babasını izliyor. Anımsattı o da, 90’larda olan bitenleri siz biliyorsunuz, yazsanıza, diye.
Derin deşarj ölüm fermanı
70-80’lerde yabancı uzman şirketlerin kapsamlı DAMOC projesi ile İstanbul’un atık su konusu çalışıldı. İstanbul’un pek çok uygun yerinde biyolojik arıtma tesisleri yapılmalıydı. Fakat bu proje çok pahalı bulundu, revize edildi, yabancı - yerli şirketlerle Camp - Tekser projesine dönüştürüldü. Arıtmalar ağırlıklı olarak ön arıtma sistemleri oldu.
Ve kirli atıklar, milyonlarca ton halinde “derin deşarj” adı altında Marmara’ya boca edildi.
Ege’den Marmara’ya ve oradan Karadeniz’e bir dip akıntısı olduğu biliniyordu. ODTÜ’lüler gemilerle bu akıntının varlığı üzerine deneyler yaptılar ve eğer İstanbul’un pisliği bu kanala borularla verilirse, akıntı ile Karadeniz’e gider, orada dibe çöker, zaten Karadeniz’in altı ölü denizdir.
1988 - 89’da Haliç’ten başlayarak sahillerde kurulan kolektör sistemi, tüm denize akıntıları belli yerlerde topluyor, artık ne arıtması yapılıyorsa, çoğu uyduruk, bu dip akıntısına veriliyordu.
Müjdeler olsun! İstanbul, Haliç kurtulmuştu!
Aslında kurtulan falan yoktu, 1989’dan itibaren Marmara’nın ölüm fermanına imza atılmıştı.
Oh ne âlâ, ucuz çözüm!
“ODTÜ Kanalı” adı da verilen bu dip akıntısı, her gün kendisine yüklenen yüz binlerce ton pisliğin yüzde 90’ını sözde Karadeniz’e taşıyacaktı. Daha sonra bu oran aşağılara çekilmiş olsa bile yüzde 50’sini Karadeniz’e taşıması en iyi olasılıktı. Bir de Karadeniz’den bu atıkların bir kısmının başka akıntılarla Marmara’ya dönüşü vardı!
Belediyeler, bu sözde çözümün üzerine yattı. Çünkü oh ne âlâ, ucuzdu, ciddi biyolojik arıtma tesislerine yatırılarak çağdaş bir çözüm için harcanacak, Marmara’yı sağlıklı kılacak, balıkları yaşatacak, denize girilmesini sağlayacak olan kent halkının yüz milyarlarca zenginliği, 25 yıl boyunca eş dosta, çevreye, siyasete, İstanbul’u ve Marmara’yı daha çok mahvedecek ve yaşanmaz kılacak inşaat projelerine harcanabilirdi. Eldeki rantla, siyasetin en tepelerine kadar tırmanılabilirdi!
Marmara’nın, İstanbul’un sağlığı mı daha önemliydi, yoksa İstanbul’un rantıyla milyonerler yaratılması mı?
Marmara’nın ölümü ile zenginleşenler
İşte şimdi karşınızda bir ölü deniz! Yüz binlerce insan köşeyi döndü, hepsi Marmara’nın ölümü pahasına!
Dökülen gözyaşlarının hakiki olduğunu sanmayın!
İstanbul’un zenginliklerini bu ölüm pahasına iç edenler, Marmara’nın ölümüne bakarak zenginliklerini okşuyorlar. Sahillerdeki fabrikalar, işyerleri, var olan kurallara bile uymayarak rüşvetle işini götürenler... saymakla bitmez.
Bu cinayeti İstanbul halkı işlemedi. Çalışanın, emekçinin bu cinayette hiç dahli yok.
Orta ve uzun vadeli planlamayı çöpe atan yönetici kesimlerle birlikte zenginleşen bir azınlık, el ele Marmara’yı öldürdüler.
Şimdi soralım, bu Marmara Cesedi ortadan kalkar mı?
Yarına.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları