Uygarlığı, özgür bireyler ve ortam yaratır
Orhan Bursalı; Atatürk, İslamın Altın Çağı’nın Müslüman dünyada izleyicisidir. 700 yıllık bir kaybı telafi etmenin ve ileri uygarlığı yakalayıp geçmenin tek yolu, uygarlığın en ileri olduğu noktada (Avrupa), izleyicisi-üreticisi olmak ve onu geçerek daha ileri bir uygarlığa ev sahipliği yapmaktır.
Atatürk, ‘İslamın Altın Çağı’nın izleyicisidir
İki yazıdır eleştirdiğim Cumhurbaşkanı’nın “tadilat değil, kültürüne, inancına, tarihine... sahip topyekûn eğitim reformu” açıklamasının bir başka yönü daha var, orada “fanatikliğin hayrı olmaz, elbette dünyanın bilimde, teknolojide, sanatta geldiği yeri görmezden gelecek kadar gerçeklerden kopuk değiliz, başka türlü hareket etmenin mümkün olmadığını da gayet iyi biliyoruz” diyor. Ve ekliyor ki önemli: “..hâkim fikri anlayışın fiili düzenin sadece ardından giderek kendimize çok daha ileri bir medeniyet inşa edemeyeceğimize inanıyoruz.”
Açıklamanın bu yönünü vermeden olmaz, fotoğrafı tam göremeyiz ve yanlış olur.
İki kabulleri önemli
Burada iki nokta var önemli olan.
İlki: Dünyanın bilimde, teknolojide, sanatta geldiği yer ve başka türlü hareket etmenin mümkün olmadığı...
Bu, şu açıdan önemli: Cumhurbaşkanı ve adamları demek ki insanlığın evrenselliğini kabul ediyor. Çağdaş uygarlık, aralarına düşünceyi de katarsam, saydıkları üzerinde inşa edilmektedir. Tabii saymadıkları daha var: Demokrasi, basın ve temel hak ve özgürlükler... bunları sevmiyorlar.
İkincisi: Uygarlığın, yaratıcılığın önünden gitmek istiyorlar. Şüphesiz bu iyi bir şey. Batı’nın yarattığı, aslında insanlığın yaratıcılığına dayanan, insanlığın tümüne ait uygarlığı reddederek kör İslami inanca tüm milleti ülkeyi mahkûm etmek isteyen kendi kamplarındaki ucube görüşlere itibar etmiyorlar, onları fanatizm olarak görüyorlar.
Burada da tutunma noktaları ilk yazıda belirttiğim 800-1200 yılları arası İslamın Altın Çağı bilimi ve bilim insanları.
İslam bilginleri uygarlığı nasıl aştı?
Yalnız şunu bilmeliler ki bu altın çağdaki bilimsel, teknolojik ve düşünsel üretimin “itici gücü” din değildi! Özgürlük ortamıydı, bilim ve düşün-felsefe insanlarına yönetimlerin sahip çıkması ve onlara üretimleri için en geniş olanakları sunmalarıydı. Şüphesiz Müslüman olmaları, ortak toplumsal ve yönetimsel yapı gereğiydi. İnançlarını çok farklı noktalarda sorguluyorlar, örneğin devraldıkları eski Helen düşünürlerinin (ve Hint!) ortaya koydukları bilim, mantık, felsefe, teknoloji, fizik, tıp, kimya alanlarında bilgi ve düşünceleri aşma yönünde çaba sarf ediyor ve bunu da başarıyorlardı.
Yani özgür ortamları, onların, eski Yunan ve Hint uygarlıklarını aşmalarını sağladı.
Avrupa, eski Yunanı ve Hintlileri İslam bilginlerinden keşfetti.
Bu uygarlığı aşma yönünde dev adımlar attı.
Osmanlı ise bunun zerre farkında değildi. İlim değil, fetih peşinde koştu, yoruldu. Avrupa bilimi-teknolojisi ve bu sayede yarattıkları zenginlik ile Osmanlı’yı paramparça edip dağıttı.
Atatürk, Altın Çağ’ın devamcısıdır
Bu gerçeğin farkında olan Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni bu temeller üzerinde kurdu.
Bilim ile aklı hür, fikri hür, vicdanı hür nesiller ile bu başarılabilirdi!
Bu bakımdan, Atatürk, İslamın Altın Çağı’nın Müslüman dünyada izleyicisidir. 700 yıllık bir kaybı telafi etmenin ve ileri uygarlığı yakalayıp geçmenin tek yolu, uygarlığın en ileri olduğu noktada (Avrupa), izleyicisi-üreticisi olmak ve onu geçerek daha ileri bir uygarlığa ev sahipliği yapmaktır.
Atatürk bunu varoluşun temel şartı olarak görmüştür. Bu nedenle hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir, demiş ve bilimin sıfırdan temellerini atmıştır Türkiye Cumhuriyeti’nde. Osmanlı, evrensel tek bir bilim insanının yetişmesine fırsat vermemiş ve ortam yaratmamıştır. Çıkanları da yok etmiştir.
***
Evet, geldik çağdaş uygarlığı nasıl yakalayıp aşacağımıza...
Nasıl bir eğitim ve insan ile?! İktidarın programı ise bizi nereye götürür?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları