Tarih:
13.09.2012
11 Eylül Saldırısı ve Neconlar
Ahmet Özer yazıyor, ''2001 saldırısı aslında Beyaz Saray'a yani 'siyasi elitlere' yapılmıştı ve bu, ulaşılmaz sanılan ABD algısını da yerle bir etti...''
Bugünkü Ortadoğudaki gelişmeleri anlamak için biraz gerilere gitmek, Bush dönemine bakmak lazım. Bilindiği üzere ABD oğul Buşun başa geçmesi ile beraber silah tüccarlarının, petrol sirketlerinin ve dünyayı zaptu rapta almak suretiyle ona yeni bir nizam vermek isteyen Neoconların egemenliğine girdi. Öyle ki ünlü sosyolog W. Mill’sin “Amerikan Seçkinleri” adlı ünlü eserinde vazettiği ekonomik, siyasi ve askeri elitler ya bunlardan oluştu ya da bu takımın etkisi altına girdi. Neoconların, işbaşına geldikten sonra bekledikleri fırsat, 11 Eylül 2001 saldırısı ile adeta kendilerine altın topside sunuldu. Aslında 2001 saldırısı İkiz Kulelere yani “ekonomik elitlere”, Pentagon’a yani “askeri elite” ve Beyaz Saray’a yani “siyasi elitlere” yapılmıştı ve bu “beklenmedik tokat” ABD’yi şok etmenin yanısıra dünyanın gözünde ulaşılmaz sanılan ABD algısını da yerle bir etti. İlk şaşkınlığın ardından Neoconlar harekete geçti, Baba Bush’un ilk defa dile getirdiği Yeni Dünya Düzeni (YDD) oğul Bush ve takımınca gerçekleştirilecekti. Dünyayı yeniden dizayn etmek için, kalbine müdahale etmek gerekiyordu. Dünyanın kalbi de içerdiği enerji kaynakları, ABD’ye kafa tutan devletler nedeniyle Ortadoğuydu. Dolayısıyla ABD buraya müdahale ederek bir taşla iki kuş vurmaya kalkıştı: Biryandan dünya enerji kaynaklarının (petrol, kömür, gaz) dörte üçünün bulunduğu coğrafyayı kontrol etmek süretiyle başta petrol olmak üzere enerji kaynaklarına ulaşılabilirliği sağlayacak, diger yandan YDD’ne baş kaldıran “şer devletlerini” hizaya getireckti. Her zaman çarşıdakine uymayan evdeki hesap buydu.
Ortadoğuyu biçimlendirme çabası
Ortadoğuyu biçimlendirme çabası
Önce, (daha evvel kendisinin Sovyet tehlikesine karşı besleyip büyüttüğü) El Kaidenin yeraldığı Afganistana saldırdı, Ardından da Irak’ı işgal ederek diğer ülkelere aba altında sopa göstermek istedi. Ya kendiniz hizaya gelirsniz ya da biz sizi hizaya getiririz demek istiyordu. Ayrıca İran ve Suriye’ye ekonomik abluka, diplomatik baskı da dahil olmak üzere baskı uygulayarak kendi çıkarları doğrultusunda kurmakta olduğu uluslararsı düzene uydurmaya çalışıyordu. Ama hakikaten de evdeki hesap çarşıya uymamış Afganistan herneyse de Irak’da çok asker kaybetmiş, işgalin gerekçesi olarak sunduğu kimyasal silahları bulamamış, epeyce prestiş yitirmişti. İçerdeki ekonomik sıkıntılar, bütçe açıkları, çeşitli eyaletlerden yükselen homurtular da tuzu biberi oldu bu işin. Bu arada yönetim değişti Müslüman bir aileden gelen Barak Hüseyin Obama başkan seçildi. Obama yönetimi Irak’tan askerlerini çekti ama Ortadoğudan eli olmadı/olamazdı, çünkü sıra plan gereği Suriye ve İran’a gelmişti.
Türkiye'nin ileri sürülmesi stratejisi ve Suriye meselesi
Türkiye'nin ileri sürülmesi stratejisi ve Suriye meselesi
Seçim öncesi can kayıplarını göze alamayan ve Çine kaymakta olan güç dengesini Asyada karşılamaya hazırkanan Obama yönetimi, eski deneyiminin de etkisyle Ortadoğuda kestaneleri ateşten maşa ile almaya çalışacaktı.
Türkiye’nin sırtını sıvazlayarak bir yandan Suriye için devreye soktu öte yandan başlattığı Arap Baharına seküler ve ılımlı İslam ülkesi olarak örnek göstermeye çalıştı. ABD, SSCB’nın yıkılmasından sonra Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi (GBOP) içinde Türkiyeyi işaret ederek “pattern oluşturuyor”du. Bu motivasyon, Türkiye liderliği ile tatmin olmayan Arap dünyasını da kapsayan bir ruhani liderlik peşinde koşan Erdoğanın hoşuna gitti ve verilen görevi gönüllü üstlenerek bu uğurdaki propaganda seferlerine başladı. “Arap Baharı” sonrası Mısır, Libya turu buna delaletti. ABD İkinci Dünya Svaşı sonrası Marshall yardımıyla yaptığı alan kapatmayı burada da yapmak istiyordu ama bu kez ortada bir savaş olmadığı için başlattığı hamleyi tamamlayamadı, bahar nerdeeyse kışa döndü, bu ülkelerde seküler demokratik islam bir yana Müslüman Kardeşler İslami Devletler kurmaya başladı, Libyada ABD elçisi öldürüldü, Mısırda da benzer gelişmeler bekleniyor. Bu fiyasko ancak yeni bir atılımla örtülebilirdi ve Ortadoğuda yeni bir mevzi kazanılarak ön alınabilirdi, işte bu noktada epeydir beklemede olan Suriye kartı açılmış ve Türkiye devreye sokulmuştu.
ABD’nin bu atraksiyonu ve talebi karşısında Başbakan Erdoğan, ailece görüştüğü, ortak bakanlar kurulu toplantısı yaptığı, yakın dostu Esed’ı reformlara ikna edeceğini, kendilerine muhlet verilmesini talep etti. Zaman geçtikçe ABD’nin “değiştir” baskısı arttı AKP de o oranda sıkıştı. Nitekim Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu mesleyle ilgili 63 kez Suriye’ye gidip geldiğini ilan etti. O arada bu baskılar Esed’i ikna etmek bir yana, kendini askeri olarak korumaya ve önlem almaya yöneltti. Buna karşılık Türkiye, ABD, Suudi Arabistan ve Katar muhalifleri silahlandırdılar, eğittiler, alana sürdüler. Böylece artık reform sürecinden vazgeçildi, oluk oluk kan akarken Erdoğan’ın savaş diline sarılmasıyla Türkiye Ortadoğu bataklığına sürüklenmektedir.. Esed Türkiyenin bir jetini düşürüp, iki pilotunu öldürdüğünü ilan ederek adeta Türkiye’ye meydan okudu. Türkiye’nin sıfırı tüketen sıfır sorunlu dış politikası ABD ile Esed arasında sıkışıp kalmışken başka bir aktör devreye girdi: Kürtler.
Yeni aktör: Kürtler
Yeni aktör: Kürtler
Aslında baştan beri bilinen, ama kamuoyundan gizlenen Suriye’deki Kürtlerin bu savaş esnasındaki politik tutumları “bekle gör” politakasıydı. Başlangıçta ne Esed’e karşı savaştılar, ne de Esed’in yanında yer aldılar. Esed Türkiye tarafından sıkıştırılınca karşı bir hamle yaparak Kürtlerin yaşadığı yerleşimlerin yönetim ve denetimini onlara bıraktı. Baştan itibaren Suriyedeki halk(la)rın yanında yeraldığını, onların hak, ve özgürlük mücadelesini desteklediğini söyleyen Türkiye Kürtlerin özgür olma ve kendilerini yönetme talepleri söz konusu olunca, bunu kabul etmeyeceğini, kırmızı çizgi söylemi ile ilan etti. Türk yöneticilerine göre herkes özgür olabilirdi, Kürtler hariç.
Hani meşhur fıkradaki gibi; Kürt ile Türk birlikte idam edileceklermiş, Kürd’e sormuşlar “son arzun nedir?”, “Ben anamı çok severim son arzum anamı görmektir” demiş. Bu kez Türke dönmüşler “Senin son arzun nedir?” diye, o da,” Kürt anasını görmesin”demiş.
Sayın Başbakan siz değilmiydiniz baştan beri “biz Suriye halkının yanındayız” diyen. Onların hak ve hukuk ve özgürlükleri için Esed Rejimine karşıyız” diyen. Şimdi Kürtler bir nebze hak ve özgürlük elde edince neden “olmaz” diyorsunuz? Yoksa sizin halk ve hak tanımınız içinde Kürtler yok mu? Eğer öyleyse bunu hangi İslami bakış ya da hangi demokrasi anlayışıyla açıklıyorsunuz, doğrusu merak ediyorum.
Oysa Türkiye böyle yaklaşacağına ve bunu yaparak Türkiye Kürtlerini de karşısına alacağına, “abi devlet” rolüne soyunarak Kürtleri de bu arada koruyup kollamalıdır. Böyle bir tavır sadece Suriye Kürtlerinin değil Türkiye Kürtlerinin de takdirini kazanacaktır ve Kürt sorunun çözümüne olumlu katkı sağlayacaktır.
İktidarın tavrı ve MHP itiffakı
İktidarın tavrı ve MHP itiffakı
Suriyededi Kürtlere gelince Şunu artık bilmeli Başbakan, kendi içimizdeki sorunların başında gelen Kürt sorununu çözmeden, dışımızdaki gelişmelere yön veren bir ülke olamayız.. Peki üçüncü iktidar dönemini sürdüren AKP Kürt sorununu niye çözmüyor, Alevilerin taleplerini neden ciddiye almıyor? Kürt sorununu, Alevi meselesi konusunda çok toplantılar, çalıştaylar yaptı ama ondan sonra AB müzakerelerinden uzaklaştı, geçmişteki hükümetlerin yoluna girdi; inkarcı, öteleyici ve devletçi bir anlayış kendisine giderek hakim olmaya başladı.
2014 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine kiltlendi başbakan ve artık bazı önemli konularda MHP ile görünmez bir ittifak içinde politikasını sürdürüyor. Üstelik bu anlayış Başbakanın diline de yansımış durumda.
Uygulamadan bazı örnekler vermek gerekirse; müfredata konulan seçmeli Kuran dersini MHP öneri olarak getirdi; özel hayata müdahale eden içki yasaklamalarına ses çıkartmayarak destek oldu; başbakan “Dindar nesilller yetiştireceğim” dediğinde yine MHP’den çıt çıkmadı; kürtaj yasağına ha keza destek oldu. Roboski de 34 Kürt vatandaşın katledilmesini mubah gösteren, “onlar teröristti, ölmeselerdi yargılanacaktılar” diyen İçişleri Bakanınını çok başarılı buldu ve destek verdi. İstanbul Emniyet Müdürlüğü yardımcılığına işkenceden hüküm giymiş bir polis şefinin getirilmesini savunuyor. Bunlar sıradan gelişmelerden ziyade bir ittifakın sonuçları ve Erdoğan’ın demokrasiyi ve evrensel hukuku artık önemsemediğni, bu uygulamlarda MHP’nin de ona destek olduğunu gösteriyor.
Bu gidiş hayra alamet değil. Çünkü bölgemizde içte ve dışta sıcak bir savaş alanı içerisinde yaşıyoruz. Gazeteci Mehmet Traş’ın dediği gibi, bu sıcağa kar dayanmaz, bu dağlardan eriyen kar sele dönüşür ve dağın eteğine de baraj yapamazsınız; önüne kattığı her şeyi sürükleyip götürür. Böyle giderse siyasal sel AKP hükümetini de sürükler ama nereye atar bunu da içerdeki Kürt sorunu ve Suriye deki bölgesel siyasal gelişmeler belirleyecek.
Prof. Dr. Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI