Tarih:
09.01.2018
Ahmet Özer: Üniversite ve bilim
Ahmet Özer: Bir toplumdan, bir kurumdan, özellikle de devlet sisteminden liyakat ve ehliyeti çıkarırsanız geriye kaos kalır.
Çağımızın en önemli sorunu kalkınma sorunudur. Kalkınmanın en değerli kaynağı insandır.İnsanı değiştirmenin, dönüştürmenin en etkili yöntemi eğitimdir.
Eğitimin en üst seviyesi ise üniversite eğitimidir.
Eğitimi nitelikli olan ülke(ler) hem ekonomik hem de demokratik olarak kalkınırlar.
Çünkü bilgiyi eğitim kurumları üretir.Çağımızın en büyük zenginlik kaynağı bilgidir.
Üretim ve yönetimin başına gelecek insanlar eğitim kurumlarında yetişirler;
Yetişen insanlar liyakat ve ehliyet sahibi ise buna paralel olarak yönetim de, üretim de iyi olur, aksi ise kötü sonuçlar doğurur.
Bir toplumdan, bir kurumdan, özellikle de devlet sisteminden liyakat ve ehliyeti çıkarırsanız geriye kaos kalır. 600 yıllık bir imparatorluk olan Osmanlı Devletinin çöküş nedenlerinden biri de bu bahsettiğimiz olgudur. Günümüzde de buna rastlanmaktadır. Burada işin özü bilgidir. Artık çağımızda bilgiyi üreten(ler) yönetecektir. Onu alıp sadece kullananlar yönetilmeye mahkûm olacaklardır.
1.2. Türkiyenin Durumu
Maalesef Türkiye bilgiyi üret(e)miyor. Türkiye nüfus olarak dünyanın ilk 20 ülkesi içinde,
coğrafya olarak dünyanın ilk 30 ülkesi arasında, ekonomik olarak dünyanın ilk 17 ekonomisi arasında bulunuyor. Peki, bilim olarak nerede? Maalesef Türkiye’nin bilime yaptığı katkı yüzde bir bile değil. Hala NOBEL almış bir bilim adamımız yok. (Aziz Sancar’a verilen ödül Türkiye Bilimine değil, Amerika Bilimine verilmiş bir ödüldür.Bunu bile görmezden gelip kendimizi kandırmaya çalışıyoruz.) Oysa nice Aziz Sancar’lar var Türkiyede, ama NOBEL alamıyorlar, neden? Çünkü gerekli ortam, olanak yok, özgürlük yok.Bunun yerine zaptü raptçı bir sistem var. Zaptü raptçı sistemde bilim üretilemez; yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluklar ürer.
Soruyoruz: Dünyada ilk yüz üniversite arasında hala Türkiyeden bir üniversitemiz neden yok?
İkinci soru şu: Uçak kullanan, hızlı bilgisayar kullanan insanlarımız var da, neden uçak yapan, bilgisayar yapan yok? Matematik problemi çözen matematikçilerimiz çok, neden matematik yapıcıları yok? Üçüncü soru: Neden hala Anglo Sakson bilimle iştigal etmeyi yeterli görüyoruz? Neden teliften çok tercüme var bu ülkede? Yoksa, insanımız yeterince zeki değil mi? HAYIR, Sebep bu değil..
1.3. Özgürlük ve Yaratıcılık
coğrafya olarak dünyanın ilk 30 ülkesi arasında, ekonomik olarak dünyanın ilk 17 ekonomisi arasında bulunuyor. Peki, bilim olarak nerede? Maalesef Türkiye’nin bilime yaptığı katkı yüzde bir bile değil. Hala NOBEL almış bir bilim adamımız yok. (Aziz Sancar’a verilen ödül Türkiye Bilimine değil, Amerika Bilimine verilmiş bir ödüldür.Bunu bile görmezden gelip kendimizi kandırmaya çalışıyoruz.) Oysa nice Aziz Sancar’lar var Türkiyede, ama NOBEL alamıyorlar, neden? Çünkü gerekli ortam, olanak yok, özgürlük yok.Bunun yerine zaptü raptçı bir sistem var. Zaptü raptçı sistemde bilim üretilemez; yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluklar ürer.
Soruyoruz: Dünyada ilk yüz üniversite arasında hala Türkiyeden bir üniversitemiz neden yok?
İkinci soru şu: Uçak kullanan, hızlı bilgisayar kullanan insanlarımız var da, neden uçak yapan, bilgisayar yapan yok? Matematik problemi çözen matematikçilerimiz çok, neden matematik yapıcıları yok? Üçüncü soru: Neden hala Anglo Sakson bilimle iştigal etmeyi yeterli görüyoruz? Neden teliften çok tercüme var bu ülkede? Yoksa, insanımız yeterince zeki değil mi? HAYIR, Sebep bu değil..
1.3. Özgürlük ve Yaratıcılık
Nedeni basit: Yeterince ÖZGÜRLÜK yok. Özgürlüğün olmadığı yerde yaratıcılık olmaz.
Çünkü yaratıcılığın anası özgürlüktür. Özgürlük yoksa gerçek anlamda bilim de yoktur.
Maalesef Türkiye’de bilim gerçek anlamda özgür değil.Türkiye’de üniversite gerçek anlamda özerk değil.İktidarlar üniversiteleri kendi amaçları doğrultusunda yönetmek ve yönlendirmek istiyorlar.
Aslında her iktidar buna eğilimlidir. Çünkü iktidarın özünde her şeye muktedir olma hevesi vardır. Bu nedenle üniversiteyi de diğer kurumlar gibi emir ve direktiflerle yönetmeye çalışmak ister. Burada aslolan bilim adamlarının buna nasıl tavır aldığıdır. Bu yanlışa direnip direnmediğidir. Çünkü bilimin özgür, akademinin özerk olması gerektiğini en iyi onlar bilir. Peki bu evrensel bir kural –özgürlük ve özerklik- olmadığı zaman gerçek anlamda bilimden ve akademiden bahsedilebilir miyiz?
Devletler ve onu yönetenler üniversitenin resmi ideolojinin dışına çıkmasına izin vermek istemiyebilirler. Önemli olan bilim insanlarının buna itiraz etmesidir. Çünkü bilim ile resmiyet, bilim ile emir ve direktif, bilim ile resmi idoloji bağdaşmaz. Bağdaştırmaya çalışıldığında bilim olmaz. Emir ve direktiflerle, resmi ideoloji üretilebilirsiniz, ama emir ve direktiflerle bilim üretemezsiniz. Böyle bir vasatta bilim gelimez.
Bu gerçek ortadayken bile bile bir riya var ortada. Bir tarafta neden bilim gelimiyor deniliyor, öte taraftan yeterince değer verilmediği gibi habire da boğazı sıkılyor. Böyle bir ortamda bilim nasıl gelişsin. Bilim kendine değer verilmeyen böyle yerlerden göç eder, gider kendine değer verilen yere yerleşir. Özgürlüğün olduğu ortamda neşv ü nema bulur ve gelişir. Dünyadaki bilim tarihi gelişmeleri bunu bize açıkça göstermektedir.
1.3. Korku ve Suskunluk
Çünkü yaratıcılığın anası özgürlüktür. Özgürlük yoksa gerçek anlamda bilim de yoktur.
Maalesef Türkiye’de bilim gerçek anlamda özgür değil.Türkiye’de üniversite gerçek anlamda özerk değil.İktidarlar üniversiteleri kendi amaçları doğrultusunda yönetmek ve yönlendirmek istiyorlar.
Aslında her iktidar buna eğilimlidir. Çünkü iktidarın özünde her şeye muktedir olma hevesi vardır. Bu nedenle üniversiteyi de diğer kurumlar gibi emir ve direktiflerle yönetmeye çalışmak ister. Burada aslolan bilim adamlarının buna nasıl tavır aldığıdır. Bu yanlışa direnip direnmediğidir. Çünkü bilimin özgür, akademinin özerk olması gerektiğini en iyi onlar bilir. Peki bu evrensel bir kural –özgürlük ve özerklik- olmadığı zaman gerçek anlamda bilimden ve akademiden bahsedilebilir miyiz?
Devletler ve onu yönetenler üniversitenin resmi ideolojinin dışına çıkmasına izin vermek istemiyebilirler. Önemli olan bilim insanlarının buna itiraz etmesidir. Çünkü bilim ile resmiyet, bilim ile emir ve direktif, bilim ile resmi idoloji bağdaşmaz. Bağdaştırmaya çalışıldığında bilim olmaz. Emir ve direktiflerle, resmi ideoloji üretilebilirsiniz, ama emir ve direktiflerle bilim üretemezsiniz. Böyle bir vasatta bilim gelimez.
Bu gerçek ortadayken bile bile bir riya var ortada. Bir tarafta neden bilim gelimiyor deniliyor, öte taraftan yeterince değer verilmediği gibi habire da boğazı sıkılyor. Böyle bir ortamda bilim nasıl gelişsin. Bilim kendine değer verilmeyen böyle yerlerden göç eder, gider kendine değer verilen yere yerleşir. Özgürlüğün olduğu ortamda neşv ü nema bulur ve gelişir. Dünyadaki bilim tarihi gelişmeleri bunu bize açıkça göstermektedir.
1.3. Korku ve Suskunluk
Her zaman ve her yerde darbecilere karşı çıkıyoruz haklı olarak. Ama hala bir darbe sisteminin ürünü ile üniversitelerimizi yönetiyoruz. YÖK sistemi 12 Eylül Darbesinin ürünüdür. Bütün darbelerin işe üniversiteden başlaması tesadüf değildir. Nitekim 12 Eylül Darbesi de işe üniversiteden başlamış ve onu hallaç pamuğu gibi atmıştır.
Üniversitelerde olan tek özgürlük susma özgürlüğüne dönüştürülmüş ve bu alışkanlık sonra da sürüdürülmüştür. Bakın etrafınıza, onca olay oluyor ülkede, üniversiteden ses çıkıyor mu? Onca anti demokratik gelişme oluyor üniversite tepki veriyor mu? Üniversite bugünlerde konuşmayacak da ne zaman konuşacak?
Eğitim sitemi ile ve üniversite yapısıyla oynanıyor üniversite konuşmuyor. Sınavlar kaldırlıyor, sınavlar konuluyor işin ehli, sorumlusu olanlar susuyor. Doçentlik ve profesörlükle ilgili prosedürü herkes konuşuyor, bir tek doçentler profesörler konuşmuyor.
Üç maymunu oynuyor üniversite. Neden, çünkü korkuyor. Konuşanlar, ifade hakkını kullananların başlarına bir iş gelmesinden korkuluyor. Korku her tarafı sarmış durumda...
Korku insanın en temel duygusudur. Bunu bilenler toplumu korkutarak sustururlar.
Aynı durum üniversite için de geçerlidir. Suskunluk sarmalı kanser gibi her tarafa yayılmış durumda. Hava korku zehri ile zehirlenmiş. Bu da toplumu ve üniversiteyi felç ediyor. Hiç bir şeye tepki göstermiyor üniversite. Refleksleri adeta körelmiş, ölmüş gibi. Bunun panzehiri nedir derseniz, cesaretle gerçeği aramak bulmak, anlamak ve açıklamaktır. Bu zaten bilimin vazgeçemediği yöntemidir. Böyle bir yöntem ise ancak gerçek bir DEMOKRASİ de ihya olabilir.
3.4. Cesurların Demokrasisi
Üniversitelerde olan tek özgürlük susma özgürlüğüne dönüştürülmüş ve bu alışkanlık sonra da sürüdürülmüştür. Bakın etrafınıza, onca olay oluyor ülkede, üniversiteden ses çıkıyor mu? Onca anti demokratik gelişme oluyor üniversite tepki veriyor mu? Üniversite bugünlerde konuşmayacak da ne zaman konuşacak?
Eğitim sitemi ile ve üniversite yapısıyla oynanıyor üniversite konuşmuyor. Sınavlar kaldırlıyor, sınavlar konuluyor işin ehli, sorumlusu olanlar susuyor. Doçentlik ve profesörlükle ilgili prosedürü herkes konuşuyor, bir tek doçentler profesörler konuşmuyor.
Üç maymunu oynuyor üniversite. Neden, çünkü korkuyor. Konuşanlar, ifade hakkını kullananların başlarına bir iş gelmesinden korkuluyor. Korku her tarafı sarmış durumda...
Korku insanın en temel duygusudur. Bunu bilenler toplumu korkutarak sustururlar.
Aynı durum üniversite için de geçerlidir. Suskunluk sarmalı kanser gibi her tarafa yayılmış durumda. Hava korku zehri ile zehirlenmiş. Bu da toplumu ve üniversiteyi felç ediyor. Hiç bir şeye tepki göstermiyor üniversite. Refleksleri adeta körelmiş, ölmüş gibi. Bunun panzehiri nedir derseniz, cesaretle gerçeği aramak bulmak, anlamak ve açıklamaktır. Bu zaten bilimin vazgeçemediği yöntemidir. Böyle bir yöntem ise ancak gerçek bir DEMOKRASİ de ihya olabilir.
3.4. Cesurların Demokrasisi
Genel olarak dünya üzerinde üç yönetim biçimi var: Demokrasi, teokrasi ve diktatörlük. Demokrasi halkın rızasına dayanır.Teokrasi Tanrı korkusuna; dikta rejimler de bir kişinin ya da bir yönetimin yaydığı korku üzerine inşaa edilir. O halde halk rıza gösteriyorsa rızasını, rıza göstermiyorsa tepkisini dile getirmeli. Ama korku sarmalı tepkileri dile getirmeyi engellediği için kimin ne düşündüğü anlaşılmıyor, sızlıyor ama duyulmuyor. O nedenle korku sarmalı kırılmadıkça korku ile zehirlenmiş havayı herkes solumak zorunda kalır.
Peki kim kıracak bu sarmalı? Cesur insanlar, elbette. Çünkü fark yaratan cesarettir.
Cesaret de korku gibi bulaşıcıdır. İhtiyacımız olan biraz cesaret oksijenidir.
Korkaklar hiçbir zaman zafer anıtı dikmemişlerdir. Dünyayı cesurlar değiştirmiştir.
İyi de sıradan insan ağır bedel ödemek zorunda mı cesur olacak diye?
Hayır. Toplumun öncülüğüne savunanlar cesur olmak zorunda. Gerçeği arayanlar
cesaretle işe koyulmalılar. Onların bir adım öne çıkıp biz buradayız demesi gerekir.
Bu meyanda gerçekleri savunan bilim insanları da konuşmalıdır. Onlar en karanlık anı bilimin ışığıyla aydınlatmakla mükelleftirler… Aydınlar, Sanatçılar, Sivil Toplum Örgütleri…
Korkunun acele faydası yok. Acı çekeceğim diye korkan insanlar, sonunda korkunun acısını çekmeye mahkûm olurlar. Korku içinde yaşayanlar asla özgür olamazlar. Özgürlüğün ilk adımı korku çemberini kırmaktan geçer. Tarih bu görkeme sahip kişilerle doludur. Öyle ki tarihte bazı insanlar etraflarını aydınlatmak için bir şey bulmadıklarında, kendilerini yakmışlardır. Bruno gibi, Sokrat gibi, Bedreddin gibi.. Yoksa dünya hep yerinde sayardı. Gerçeğin bu yiğit ve cesur savunucuları olmasaydı insanlık hala ağaç kovuklarında yaşıyor olurdu… Gerçeğin peşinde koşanlar olmasaydı dünya hep zalimlerin, diktatörlerin ve haksızlık yapanların egemenlik alanı olurdu.
Suskunluk sarmalı, Tercih çarpıtması, Toplumsal felç bir toplumun kaderi değildir.
Burada işin mihenk taşı gerçeğin ışığıdır. Gerçeğin ışığı ise bilimde saklıdır. Gerçek bilim ise gerçek ÜNİVERSİTEDE olur. O yüzden darbeciler, işe hep üniversiteden başlarlar. Önce üniversiteyi hizaya getirelim derler. Çünkü bilginin ve bilimin ışığından korkarlar.
2. ÜNİVERSİTENİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Peki kim kıracak bu sarmalı? Cesur insanlar, elbette. Çünkü fark yaratan cesarettir.
Cesaret de korku gibi bulaşıcıdır. İhtiyacımız olan biraz cesaret oksijenidir.
Korkaklar hiçbir zaman zafer anıtı dikmemişlerdir. Dünyayı cesurlar değiştirmiştir.
İyi de sıradan insan ağır bedel ödemek zorunda mı cesur olacak diye?
Hayır. Toplumun öncülüğüne savunanlar cesur olmak zorunda. Gerçeği arayanlar
cesaretle işe koyulmalılar. Onların bir adım öne çıkıp biz buradayız demesi gerekir.
Bu meyanda gerçekleri savunan bilim insanları da konuşmalıdır. Onlar en karanlık anı bilimin ışığıyla aydınlatmakla mükelleftirler… Aydınlar, Sanatçılar, Sivil Toplum Örgütleri…
Korkunun acele faydası yok. Acı çekeceğim diye korkan insanlar, sonunda korkunun acısını çekmeye mahkûm olurlar. Korku içinde yaşayanlar asla özgür olamazlar. Özgürlüğün ilk adımı korku çemberini kırmaktan geçer. Tarih bu görkeme sahip kişilerle doludur. Öyle ki tarihte bazı insanlar etraflarını aydınlatmak için bir şey bulmadıklarında, kendilerini yakmışlardır. Bruno gibi, Sokrat gibi, Bedreddin gibi.. Yoksa dünya hep yerinde sayardı. Gerçeğin bu yiğit ve cesur savunucuları olmasaydı insanlık hala ağaç kovuklarında yaşıyor olurdu… Gerçeğin peşinde koşanlar olmasaydı dünya hep zalimlerin, diktatörlerin ve haksızlık yapanların egemenlik alanı olurdu.
Suskunluk sarmalı, Tercih çarpıtması, Toplumsal felç bir toplumun kaderi değildir.
Burada işin mihenk taşı gerçeğin ışığıdır. Gerçeğin ışığı ise bilimde saklıdır. Gerçek bilim ise gerçek ÜNİVERSİTEDE olur. O yüzden darbeciler, işe hep üniversiteden başlarlar. Önce üniversiteyi hizaya getirelim derler. Çünkü bilginin ve bilimin ışığından korkarlar.
2. ÜNİVERSİTENİN TARİHSEL GELİŞİMİ
2.1.Osmanlı
Osmanlı Askeriyeye Bilimden daha çok önem vermiştır. Bu yüzden önce askeri okullar açmıştır. 1773’te Mühendishane-i Bahri Hümayün, 1796 Mühendishane-i Berri Hümayün, 1834 Mektebi Harbiye açıldı. Görüldüğü üzere işin merkezi ordu, eğitim değil, eğitim sonra geliyor…
1846 yılında nihayet bir üniversite kurulmasına karar veriliyor. Ancak endişe ediliyor, açalım mı açmayalım mı diye. Çünkü üniversitenin saltanatı tehdit etmesinden korkuluyor. Epey tartışma ve gel gitten sonr, 1864 yılında Darülfünun açılıyor. Ardından yukarıda bahsedilen endişelerden ötürü sık sık kapatılıyor. 1900 yılında kapatılmamak üzere tekrar açılıyor.
İTC Döneminde; 1908 – 1913 özerklik kavramı tartışılıyor ama hayata geçmiyor. 1913 – 1918 özerklik tartışma bir yana çiğnenmek isteniyor ve 1919’da ilk kez Darülfünun mevzuatı ile birlikte özerklik kavramı üniversite mevzuatına giriyor…
2.2.Cumhuriyet Dönemi
1846 yılında nihayet bir üniversite kurulmasına karar veriliyor. Ancak endişe ediliyor, açalım mı açmayalım mı diye. Çünkü üniversitenin saltanatı tehdit etmesinden korkuluyor. Epey tartışma ve gel gitten sonr, 1864 yılında Darülfünun açılıyor. Ardından yukarıda bahsedilen endişelerden ötürü sık sık kapatılıyor. 1900 yılında kapatılmamak üzere tekrar açılıyor.
İTC Döneminde; 1908 – 1913 özerklik kavramı tartışılıyor ama hayata geçmiyor. 1913 – 1918 özerklik tartışma bir yana çiğnenmek isteniyor ve 1919’da ilk kez Darülfünun mevzuatı ile birlikte özerklik kavramı üniversite mevzuatına giriyor…
2.2.Cumhuriyet Dönemi
31.05.1933 Tarih 2252 Sayılı Kanun ile Darülfünun kapatılıyor yerine İstanbul Üniversitesi açılıyor. Üniversitede ilk tasfiye bu girişimle başlamış; 151 Öğretim Üyesinin işine (muhalif diye) son verilerek tasfiye edilmiş, sadece 59 öğretim üyesi devam etmiştir.
13.06.1943 tarih 4936 Sayılı Üniversiteler Kanunu ile Üniversitelere ilk kez resmen özerklik veriliyor, ancak bu büyük ölçüde kağıt üzerinde kalıyor. Nitekim 1948 yılında Ankara Üniversitesi Senatosunun kararı ile birçok değerli akademisyen üniversiteden atıldı:
Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Adnan Cemgil,
Ekrem Karpat gibi değerli bilim insanları üniversiteden atılanlardan bazılarıdır.
1961 Anayasası ile Üniversitelere verilen özerklik (M. 120) merkeze uymayan
düşüncelerin denetimi için kullanıldı. 12 Mart 1972 sonrası ise bu sınırlı özerklik
tamamen kaldırıldı. 1961 Anayasasında yer alan “bilimsel ve idari özerklik” anayasadan çıkarıldı.
12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında 04.11.1981 Tarihinde 2547 Sayılı YÖK Yasası çıkarıldı
( M.130, 131, 132) Yasanın anayasaya göre çıkarılması gerikirken, gariptir ki, önce YÖK Yasası çıkarıldı, ardından çıkan anayasa bu yasaya uyduruldu. Ne ki generallerin denetiminde çıkan Yasa tek tipçi, merkeziyetçi, vesayetçi, müdahaleci, anti demokratik, ideolojik olmayı esas aldı. (28 Şubat MEÜ’de yaşananlar- 2016-2017 yılında OHAL ve KHK’la yaşananlar bunun göstergeleridir)
3.NASIL BİR ÜNİVERSİTE İSTİYORUZ?
3.1.Üniversitenin Sahip Olması Gereken Üç İşlev vardır.
1. Bilimsel Araştırma Yoluyla Bilgi Üretmek
Araştırma görevlilerinin ezilmesi başlı başına bir sorun. Titr için yapılan çalışmalar, derme çatma üniversitelerin kurulması; sermayenin üniversite aşkı; ücret politikası; araştırma için özgürlük olmaması ve yeterince kaynak ayrılmaması önemli sorunlar. Bütün bunlar bir de beyin göçüne yolaçıyor. Türkiyenin en iyi yetişmiş insan kaynağı yurtdışına göçüyor. NOBEL’i burdaki araştırmacının değil, burdan yurt dışına gitmiş olanın alması bunun göstergesi.
Bilinmeli ki çağımızda bilgiyi üreten yönetecek onu sadece alıp kullanan ise yönetilmeye mahkûm olacaktır.
2. Eğitim Öğretim Yoluyla Nitelikli İnsan Yetiştirmek
13.06.1943 tarih 4936 Sayılı Üniversiteler Kanunu ile Üniversitelere ilk kez resmen özerklik veriliyor, ancak bu büyük ölçüde kağıt üzerinde kalıyor. Nitekim 1948 yılında Ankara Üniversitesi Senatosunun kararı ile birçok değerli akademisyen üniversiteden atıldı:
Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Adnan Cemgil,
Ekrem Karpat gibi değerli bilim insanları üniversiteden atılanlardan bazılarıdır.
1961 Anayasası ile Üniversitelere verilen özerklik (M. 120) merkeze uymayan
düşüncelerin denetimi için kullanıldı. 12 Mart 1972 sonrası ise bu sınırlı özerklik
tamamen kaldırıldı. 1961 Anayasasında yer alan “bilimsel ve idari özerklik” anayasadan çıkarıldı.
12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında 04.11.1981 Tarihinde 2547 Sayılı YÖK Yasası çıkarıldı
( M.130, 131, 132) Yasanın anayasaya göre çıkarılması gerikirken, gariptir ki, önce YÖK Yasası çıkarıldı, ardından çıkan anayasa bu yasaya uyduruldu. Ne ki generallerin denetiminde çıkan Yasa tek tipçi, merkeziyetçi, vesayetçi, müdahaleci, anti demokratik, ideolojik olmayı esas aldı. (28 Şubat MEÜ’de yaşananlar- 2016-2017 yılında OHAL ve KHK’la yaşananlar bunun göstergeleridir)
3.NASIL BİR ÜNİVERSİTE İSTİYORUZ?
3.1.Üniversitenin Sahip Olması Gereken Üç İşlev vardır.
1. Bilimsel Araştırma Yoluyla Bilgi Üretmek
Araştırma görevlilerinin ezilmesi başlı başına bir sorun. Titr için yapılan çalışmalar, derme çatma üniversitelerin kurulması; sermayenin üniversite aşkı; ücret politikası; araştırma için özgürlük olmaması ve yeterince kaynak ayrılmaması önemli sorunlar. Bütün bunlar bir de beyin göçüne yolaçıyor. Türkiyenin en iyi yetişmiş insan kaynağı yurtdışına göçüyor. NOBEL’i burdaki araştırmacının değil, burdan yurt dışına gitmiş olanın alması bunun göstergesi.
Bilinmeli ki çağımızda bilgiyi üreten yönetecek onu sadece alıp kullanan ise yönetilmeye mahkûm olacaktır.
2. Eğitim Öğretim Yoluyla Nitelikli İnsan Yetiştirmek
Ezberci bir sistem var. Oysa beceriye dayalı olmalı eğitim sistemi. Ve eğitim sistemi ile sık sık oynanması genç yaştaki dimağları sadece pedagojik olarak değil sosyo psişik açıdan da etkiliyor. Bu da yaratıcılığı köstekliyor. Öğretmenlik müessesi mutlaka elden geçirilmeli, ilk ve orta eğitim daha nitelikli hale getirilmelidir. Her sene 2 milyon öğrenci sınava giriyor, ancak bunların üçte biri üniversite ve iki yıllık okullarda okuyabiliyor. Mezun olanların da çoğu işsiz kalıyor. Yönetimler üniversiteleri a politikleştirince ardından gelenlerin amaç ve ideallerini de köreltmiş oluyor. Oysa ileri gitmenin temel motivasyonu ideallerdir.
3. Üniversite-Halk Diyaloğunu Sağlamak
3. Üniversite-Halk Diyaloğunu Sağlamak
Üniversite –Sanayi; Üniversite - Yerel yönetim; Üniversite Sivil Toplum diyalogu oluşturmak elzemdir. El Cezeri, yedi asır önce uygulamaya geçmeyen bir bilgi doğru ile yanlış arasında bir yerdedir der. O halde üniversitelerin fildişi kulelerden inip toplumla buluşması ürettiği bilgiyi bilimsel gelişmeyle birlikte toplumsal gelişme ve refah içinde kullanılabilir kılması gerekiyor.
Üniversite halk kuyrukçuluğu yapmamalı, topluma aydınlanma meşalesi ile öncülük yaparak aydınlatmalıdır. Vakıf Üniversitelerine bir düzen getirilmelidir. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun Girişimci ve Yenilikçi Üniversite projesi lafta kalmamalı. Bunun için gerekli olanak, donanım ve alt yapı sağlanmalıdır.
3.2.Üniversitenin sahip olması gereken üç özellik
Üniversite halk kuyrukçuluğu yapmamalı, topluma aydınlanma meşalesi ile öncülük yaparak aydınlatmalıdır. Vakıf Üniversitelerine bir düzen getirilmelidir. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nun Girişimci ve Yenilikçi Üniversite projesi lafta kalmamalı. Bunun için gerekli olanak, donanım ve alt yapı sağlanmalıdır.
3.2.Üniversitenin sahip olması gereken üç özellik
1. Bilimsel özgürlük: Bir kere bilim her koşulda özgür olmalı. Düşünce ve ifade özgürlüğü olmazsa, bilimle uğraşan insanlar bundan endişe duyarlarsa körelir ve kururlar. Otorite, gelenek, hatta yönetim onun gelişmesini engelleyen bir işlev görür. Bu yaygınlaşıp yerleşirse bilim ve bilgi üretilemez, sadece titr için malumun yeniden ilanı yoluna gidilir. Bu da bilim insanını köreltir, bilimi geriletir. Neden gelişemiyoruz, kalkınamıyoruz sorusunun cevabı burda aranmalıdır.
1. Akademik özerklik: Akademinin, özerk olması demek herhangi bir vesayet odağına tabi olmadan kendi kendini yönetmesi demektir. Ülkeyi yöneten kadroları yetiştirebilen üniversite elbette kendini de yönetebilmelidir. Bu üniversitelerde konumuna göre profesyonel yönetici olamasına engel bir durum da değildir. Önemli olan bilimsel faaliyettir, diğer her şey bunun hizmetinde yardımcı kuvvettir. Yöneten hiç bir zaman araştıranın üstü ya da amiri değildir. Çünkü üniversite devlet dairesi değildir.
1. Mali Özerklik. Bu da kendi yarattığı kaynaklarda ve döner sermayesinde özerk olması demektir. Ancak devletten aldığı bütçe ödeyen denetler prensibiyle denetlenmelidir. Aslolan bu kaynakların Ar-Geye ayrılması, araştırmanın teşvik edilmesidir. Bunun için araştırma fonları sadece kurulmakla kalmamalı kullanımı da kolaylaştırlmalıdır.
1. Akademik özerklik: Akademinin, özerk olması demek herhangi bir vesayet odağına tabi olmadan kendi kendini yönetmesi demektir. Ülkeyi yöneten kadroları yetiştirebilen üniversite elbette kendini de yönetebilmelidir. Bu üniversitelerde konumuna göre profesyonel yönetici olamasına engel bir durum da değildir. Önemli olan bilimsel faaliyettir, diğer her şey bunun hizmetinde yardımcı kuvvettir. Yöneten hiç bir zaman araştıranın üstü ya da amiri değildir. Çünkü üniversite devlet dairesi değildir.
1. Mali Özerklik. Bu da kendi yarattığı kaynaklarda ve döner sermayesinde özerk olması demektir. Ancak devletten aldığı bütçe ödeyen denetler prensibiyle denetlenmelidir. Aslolan bu kaynakların Ar-Geye ayrılması, araştırmanın teşvik edilmesidir. Bunun için araştırma fonları sadece kurulmakla kalmamalı kullanımı da kolaylaştırlmalıdır.
Prof. Dr. Ahmet Özer
ahmet.ozer@toros.edu.tr
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI