loading
close
SON DAKİKALAR

AKP bu kez baltayı dizine vurdu

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 24.06.2013

Ahmet Özer, Bu süreçte ordu NATO vasıtasıyla hep devrede tutuldu, ihtiyaç duyulduğunda ise harekete geçirildi...

Başlıkta ifade edilen doğruysa eğer, siyasal süreç nereye doğru götürecek bizi acaba? Türkiye siyasi tarihine bir bakın, iktidarlar nasıl değişmiş? Bunun iki cevabı var: 

1) İçerideki dinamiklerin baskısıyla iktidarlar (nadiren) değişmiş. Bunun da başında ekonomideki gelişmeler geliyor. Ekonomide işler zora girdiğinde, geniş yığınların alım gücü azaldığında, mağdurlar daha da mağdur olduğunda sessiz sedasız sandık devrimi yapmışlardır.

 2) (Daha çok) dış dinamiklerin baskısı ile meydana gelen iktidar değişiklikleri. 

Dış güç dinamiğinin başında ise ABD geliyor. Soğuk Savaş zamanında Türkiye ABD için Sovyetlerin kominizim tehlikesini durduran ve güneye doğru yayılmasını engelleyen bir cephe ülkesi olarak işlev görüyordu. Bu süreçte ordu NATO vasıtasıyla hep devrede tutuldu, ihtiyaç duyulduğunda ise harekete geçirildi. 1960, 1972, 1980, 1997 darbe ve müdahalelerinde birinci rol ve pay bu bağlamda ABD’nindir. Ne zamanki Türkiye bir makas veya kamp değişikliği sinyali vermişse o zaman ABD ordu vasıtasıyla devreye girmiş bu gidişatı kendince durdurmuştur. 

Darbe oyununun sonu

1960 darbesinde Menderes’in son dönem içerideki uygulamaları kadar Sovyetlerle bir yakınlaşma ve ittifak arayışının ya da bu yollu söylem ve demeçlerinin payı da olmuştur. 1972 muhtırası Devrimci Gençlik hareketlerinin yarattığı mücadele ortamının Sovyetik ve sosyalist bir dönüşüme yol açabileceği endişesi ile sindirilerek durdurulmuştur. 1980 darbesi “Türkiye acaba kamp mı değiştiriyor?” endişesi ile yapılmıştır. Bunun için önce siyasi cinayetler, toplu katliamlar, mezhep kışkırtmaları yapılarak koşullar oluşturulmuş, sonra da içerideki aynı işbirlikçiler kullanılarak darbe yapılmıştır. 28 Şubat 1997’de ise ideolojik açıdan tersi bir durumla karşı karşıyayız. 1989’da Berlin Duvarının yıkılması ve SSCB dağılması ile “reel sosyalizm” kapitalist kamp karşısında havlu atmış, kominizm Batı için (o arada Türkiye için) birinci tehlike ve tehdit olmaktan çıkmıştır. Bu kez ABD zinde bir güç olarak ayakta kalabilmek için Medeniyetler Çatışması teorisi gereğince “fandamental islamı” tehdit algılaması içine alarak ona göre pozisyon almış; bu noktada işbaşına gelen Erbakan Hükümetinin ABD’ye rağmen İran, Malezya, Libya gezileriyle Türkiyeyi yeni bir kampa doğru sürüklemek istemesi sonunu getirmiştir. Bu sonu “laikler dincileri deviriyor” görüntüsü altında bizzat ABD hazırlamıştır.


Yeni Konsept!

ABD-Türkiye ve İdeoloji üçlemesindeki paradigma SSCB’nin dağılmasıyla değiştiği için, o güne kadar NATO’cu generaller yoluyla sistem bekçiliğini yapanlar, bu kez ABD politikalarına karşı duran generalleri bir gecede götürmüşlerdir. Hatırlayalım, ABD’nin Irak'a müdahale politikasının Ortadoğuda ki müttefiki olan Özal Irak’a Türkiye'nin de müdahale etmesinden yanaydı. Buna karşı çıkan Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay bir gecede emekliye sevk edilmişti. O güne kadar generaller siyasetçileri değiştirirken, konsept değiştiği için o tarihten sonra artık siyasiler generalleri değiştirmeye başladı. Bu paradigma değişikliğinin ikinci önemli göstergesi de, NATO’cu olamayan generallerin AKP döneminde ABD’ye rağmen darbe yapabilecekleri zehabına kapılmalarının onları Silivri'ye yollamasıdır.


AKP nereye gidiyor?

Peki düne kadar ABD desteği ile generalleri içeri atan ve “vesayetçi rejimi geriletiyorum” söylemleriyle Batının desteğini de alan AKP bugün ne durumda ve nereye evriliyor? Özal’ın ölümüyle meydana gelen boşluğu 28 Şubatı da bir manivela olarak kullanan AKP doldurdu ve her seçimde yükselerek bugüne geldi. Fakat AKP güçlendikçe gücünün güç aldığı damarları ya tıkadı ya da güç sarhoşluğu ile bugün artık hatırlamak istemiyor. İşin başında içeride zayıf olan meşrutiyetini ABD ve AB’yi arkasına alarak sağlamaya çalıştı. “AB Hristiyan klübu değil, değerler manzumesi biz var gücümüzle girmeye çalışacağız” dedi. (Şimdi tekrar köklerine dönerek, bu süreci terk etme noktasında görünüyor.) İki, Batıcı ve liberal söylemiyle ve Kemal Derviş’in ekonomik programını devam ettirmesiyle içerideki sermaye kesiminin ve liberallerin desteğini ve güvenini kazandı. “Adil düzen safsatadır, biz serbest piyasacıyız” demeye başladı. (Şimdi besleyip palazlandırdığı kesime faiz lobisi diyerek saldırmaya başladı.) Üç, daha da önemlisi, “biz Milli Görüş gömleğini çıkardık, demokrasi bizim için araç değil amaçtır” dedi, ama bugün geldiği noktada demokrasinin gereklerini yerine getirerek çoğulcu bir rejim tesis etmek yerine, güç sarhoşluğuna kapılarak çoğunluk diktasına yöneldi. “Benim arkamda %50 halk desteği var istediğimi yaparım” diyerek diğer %50nin talep ve isteklerini görmezden geldi, umursamadı. İtirazlar gelince de devletin zor tekeliyle sindirmeye çalışıyor. Onu iktidara getiren ve yükselten saç ayaklarını kendi elleriyle birer birer kırıyor.

İktidara halkın gönüllü rızası giderek azalıyor

Dolayısyla hem dışarıdan hem de içeriden bakınca AKP iktidarı son 11 yılın en zayıf meşrutiyetine sahip olduğu bir dönemi yaşıyor. İç ve dış siyasi dinamikler artık AKP iktidarını eskisi gibi beslemiyor ve desteklemiyor. Şimdilik dayandığı tek nokta ekonomik istikrar söylemi. Onu da içeride kendi eliyle yarattığı kaos ve kışkırtmayla çökertmek üzere. Bu üçüncü sac ayağı da tökezlerse AKP düşecektir. 

Gerçekten durum bu kadar vahim mi AKP açısından? Demirtaş’ın dediği gibi, “Bir tarafta devletin bütün imkanlarıyla, otobüsüyle, gemisiyle, treniyle, parasıyla, puluyla, televizyonuyla miting yapacaksın, Türkiye'nin her yerinden özel uçaklarla kitleleri taşıyacaksın, eşantiyon dağıtacaksın, bu senin hakkın olacak; öbür tarafta Gezi Parkı'na çadır koyanlara tankla, topla, panzerle saldıracaksın. Sonra çıkıp sandıkta görüşelim, diyeceksin. Kaldır barajı görüşelim. İfade özgürlüğü, gösteri, miting hakkı olmadan, seçim barajı düşmeden, bütün partilere Hazine yardımı olmadan, basın özgür olmadan demokratik siyaset kandırmacadır, yalandır" 

AKP’nin son zamanlardaki tutum ve davranışları kamu vicdanını rahatsız ediyor ve AKP ilk defa yığınların gözünde ve gönlünde kaybediyor. Demokrasiyi tesis edeceğine, birlik ve bütünlüğü sağlayacağına kullandığı öfkeli ve kibirli dil ile, yaptığı mitinglerle kendi eliyle iç barışı törpülüyor, ayrıştırıyor, çatıştırıyor. Sanki, “Türkiye demokrasiye kavuşmuş da birileri bunu bozmaya çalışıyor" havasını yaratmaya çalışıyor. Oysa demokrasi kendisine oy verenleri değil, karşısında olanları anlama sistemidir. Bugüne kadar yıkılıp giden iktidarlar karşısındakileri tanımayan, arkasındakilere güvenenlerdir. Demokrasi ruhunu içselleştirmeyen bütün yönetimler, bu kaderi tatmaya mahkumdur.



Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları