loading
close
SON DAKİKALAR

AKP nerden koşuyor, nereye koşuyor?

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 30.07.2012

Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı: Doğru yolu AKP kendi bulmazsa güçlü bir alternatif mutlaka oluşarak Türkiyeyi gerçek rayına sokacaktır.

AKP 2000’li yılların başında kurulduğunda içerde ve dışarda kendini büyütecek bir konjunktörle karşılaştı, ya da bu konjunktür AKP’nin çıkışını ve yükselişini sağladı denebilir. İçerde halkta bıkkınlık yaratmış başarısız bir koalisyon hükümeti vardı. Ekonmi krizdeydi, Kemal Derviş’in (daha sonra AKP iktidarınca aynen uygulanan) programı henüz sonuç vermemişti. Yeni kurulmuş bir parti için uygun koşullar oluşturan bu durma dış konjunktur açısından da iki olumlu gelişme eşlik ediyordu. Birincisi, SSCB’nın dağılmasından ve 2011 saldırısından sonra ABD ve Batı için Ortadoğunun yeniden şekillendirilmesinde önem kazanan ılımlı İslamdı. İkincisi, Özal’ın ölümüyle boşlukta kalan Türkiyeyi Yeni Dünya Düzenine ve küresel sermeyeye eklemleyecek yeni bir program ihtiyacıydı. Öcalan’ın yakalanması ve PKK’nın sınırdışına çekilmesinin yarattığı uygun ortamda AKP bütün bunlara talip bir parti olarak ortaya çıktı.

Ancak ortada önemli bir sorun vardı, o da bu kadronun bilinen ve yıllardır toplumun önemli kesimlerince kabul görmeyen islamcı bagajlarıydı. Bu ağırlıklarla fazla ileri gidemezlerdi. Çünkü AKP’yi kuran Erdoğan, Gül, Arınç gibi öncü kadrolar içerde ve dışarda güven vermeyen politikaların mücidi Erbakanın talebeleriydi ve herkes Erbakan’ın denenmiş felesefesi ve polşitikasıyla bir yere varılamayacağı inancındaydı. İşte tam bu noktada kurucu kadro zamanın ruhunu yakalayan önemli bir atraksiyon yaptı. “Biz tamamen değiştik” dediler ve eskiyle radikal kopuşu gösteren bu değişimi üç ana noktada förmüle ettiler.

1. Dediler ki, Erbakanın “Adil Düzen” söylemi safsatadır, geçerli ve gerçekçi olan serbest piyasa modelidir “biz serbest piyasa ekonomisini benimsiyoruz ve Türkiyeyi küresel ekonomiye bu yolla biz eklemleyeceğiz!”

2. Dediler ki, “Avrupa Birliği Erbakanın dediği gibi Hristiyan Klubu değildir, aksine yüksek değerler manzumesidir ve biz Avrupa Birliğine katılmak için vargücümüzle çalışacağız.”

3. Dediler ki, “biz Milli Görüş gömleğini tamamen çıkardık, demokrasiye candan inanıyoruz. O yüzden siyasetde referansımız islami akideler değil demokratik kurallardır, demokrasi bizim ajandamızı gereçekleştireceğimiz bir araç değil ulaşılması gereken bir amaçtır.”

Tabiri caizse AKP bu çıkışıyla bir taşla birkaç kuş vurmak bir yana adeta kuş katliamı gerçekleştirdi. Bir yandan içerdeki “zinde kurumların” şeriat geliyor tehlikesini savurdu; öte yandan büyük sermayaye korkacak bir şey yok, biz sizin menfaatleriniz için çalışcacağız mesejını vererek önemli bir müteffik edindi. İçerde bu atraksiyonlar olurken dışarda da bunu pekiştiren diyaloglar geliştirildi. ABD’ye “bizim iktidarımızda eksen kayması yaşanmayacak, aksine biz sizin Ortadoğudaki çıkarlarınızı stratejik bir ortak olarak korucağız” dediler. Avrupa Birliğinene de “Türkiye bizim iktidarımızda AB’nın tüm kural ve kaidelerini ve özellikle Kopenhag Kriterleri ile Maastrihct Kriterlerini yerine getirecektir” sözünü verdiler. AKP işin başında batıyla kurmuş olduğu bu diyalogu içerde de iyi kullandı. Batıya dayanarak ve Batıyla dayanışırak içerdeki meşruiyetini güçlendirdi, içerde güçlendikçe de Batıya “Türkiyedeki tek etkili ve önemli güç benim” diyerek adeta Türkiyeyle anlaşmak isteyenlerin kendisiyle anlaşmaya mahkum oldukları görüntüsünü oluşturdu. Başlangıçta AB’ye katılmak için gösterilen kararlılık ve isteklilik, atılan bazı adımlar, yapılan kimi reformalar hep bu adımların kanıtı olarak iyi organize edilmiş bir propoganda ile sunuldu. Hulasa, AKP iktidarı iki alana dayanarak iktidara geldi ve bu iki alanı kullanarak oylarını ve iktidarını gittikçe yükselen bir terendle korudu ve bugünlere geldi.

Bu alanlardan biri ekonomideki istikrar ve büyüme (kalakınma değil) idi: AKP iktidara geldiğinde Kemla Derviş’in başlatmış olduğu ekonomi programını devam ettirdi. Bu sayede ekonimi eskiye nazaran bir düzene girdi ve büyümeye başladı. AKP sık sık demokrasiden dem vursa bile ekonomi ile büyüme ikileminde hep demokrasiye rağmen büyümeyi esas aldı. Bu anlayış aynı zamda çevre ile çatışan, demokratik değerlerle çelişen manzaraları ortaya çıkarsa da bunu önemsemedi bu yolda devam etti. Fakat bu büyümeye göre bir sosyo ekonomik-sosyo, politik ve sosyo kültürel gelişme ve kalkınma sağlanamadı. Sözgelimi, siyasi partiler ve seçim yasaları değiştirilmedi, %10 seçim barajı indirilmedi, dokunmazlıklar kaldırılmadı. Pasta kısmen büyüde ama AKP iktidarı islami geleneğe rağmen bölüşümle hiç ilgilenmedi. İlgilendiği tek konu kendi çevresini zingin etmek, kendine yakın bir (yeşil) sermaye oluşturmak, kendi medayasına kaynak aktarmak, kendine bağlı bir basın yayın yapısı kurmak oldu. İktidarına yandaş görmediği kimi sermaye ve medya gruplarının üstüne yürümekten ve hatta onları batırmaktan da imtina etmedi. Bu yolla aynı zamanda ortada duran kesimlere aba altında sopa göstererek hizaya getirdi. Nitekim başbakan açık açık “bi taraf kalmayın yoksa bertaraf olursunuz” demekten geri durmadı. Tabi bahsettiği “taraf” sadece kendi tafıydı; bu kişi ve kurumlar ya kenedi tarafında saf tutarlardı ya da yok olup giderdi.. Nitekim kısa süre içinde medyada, iş alameinde açık seçik AKP destekçiliği başladı. Bundan alınan cesaretle kamu kurumlarında büyük bir kadrolaşmaya geçildi. liyakata ve ehliyete bakılmnaksızın devletin bütün kurumları nerdeyse AKP mensupları ya da taraftarlarıyla dolduruldu. 
Bu düzen ve gereçekleşen ekonmik büyüme sadece AKP ve onun çeperinde yeralan veya çevrsinde dolaşanlara yaradı.

AKP’nın iktidarında kullandığı ikinci argumansa, sürekli kullanılan demokrasi söylemiyle vesayetin geriletilmesi ve propogandasıdır. Burada da gelişmeler AKP’nın yüzüne güldü. AB sürecinde bazı adımlar atılınca AKP’nın sözde değil özde değiştiğine halk inandırıldı. Ardından Amerikanın desteği olmadan kendi başına darbe yapabileciğne inanan ve kanan kimi darbeci generaller gene ABD’nin de desteği ve isteğiyle apar topar derdest edilip içeri atılınca bu Erdoğanın hanesine artı puan olarak yazıldı.

Oysa bir yandan bu generalleri içeri atarken öte yandan muhtıra verdiğini kendi ağzıyla itiraf eden Büyükkanıta bir trilyonluk zırhlı araç tahsis edilerek taltif ediliyordu. Bazı askerlerin içeri atılması askeri vesayetin geriletilmesi olarak sunulurken, beri yandan 12 Eylül rejiminin bütün anti demokratik yasaları vargüçüyle yürürlükte ve hiçbiri değiştirilmedi. AKP, perde arkasında askerle anlaşırken (örneğin askeri sayıştay, içtüzük, askeri çözüm vb) perde önünde yapılanlar cebelleşme olarak sunarak hersferinde halktan oy devşirmesini bildi. Sonuç itibariyle AKP on yıl boyunca ekonimideki büyümeye dayanarak ve askeri vesayeti geriletiğini propogantif faaliyetlerle yayarak üç genel seçim, iki yerel seçim ve iki de referandum olmak üzere tam yedi seçim kazandı. Ancak şimdi geldiği noktada artık denizin bitmekte olduğu görülüyor. Çünkü AKP iktidarı bu başarı serüvenine rağmen şimdi üç alanda başarısızlığa uğramaktadır.

1. Türkiyenin allayıp pulladığı Neosmanlıcı dış politikasının, Suriyenin Türkiye uçağını düşürmesiyle iflas ettiğini herkes gördü. Oysa pro aktif politikayla Ortadoğunun sahibi ve düzenleyicisi olacağını söyluyordu Dışişleri bakanı. Halbuki kendi içinde sorunları çözmeden Ortadaoğudaki sorunları çözmenin ve başka ülkelerin içişlerine müdahale etmenin aktif politika yürütmekle bir ilgisi olmadığı gibi bunun mümkünü de yoktur. Üstelik Türkiyenin yığınla demokrasi ile ilgili sorunları varken şimdi demokrasi havariliğine soyunması inandırıcı da değil.. Kendisi demokrasiyi içselleştirmemiş bir ülkenin başka ülkeleri demokratikleştirmesi ne kadar samimi ve ne kadar gerçekçi. Yoksa bu söylem adı altında başka amaçlar peşinde mi koşuluyor? Demokrasisini tam olarak kurmayan bir ülke başkalarına demokrasi getiremez, tıpkı parti içi demokrasiyi kur(a)mamış bir partinin ülkeye demokrasi getiremiyeceği gibi.

Nitekim Süriyenin kendi vatandaşlarını öldürdüğünü demokrat olmadığını söylüyor AKP’liler. Peki başbakan dün Esatla el ele kolkolayken demokrasi varmıydı Suriyede? O zaman ne değişti ki birden “kankalar” düşman oldular. Suriyeyi geçelim, şu an Türkiye Cumhuriyetinin kötü olmadığı komşusu hemen hemen yok gibi. Suriye ile nerdeyse savaşa girilecek, Irak Türkiye’yi düşman kategorisinde değerlendiriyor, İran İsrail’le bir çatışma durumunda ilk vuracağı yerin Kürecik Füze Savunma sitemleri olacağını açık açık ilan etti, Rusya tamamen Suriye’nin arkasında, İsrail açık denizlerde Türkiyenin 9 yurtataşını katletti Türkiye hamasetten başka birşey yapamadı, Yunanistanla ilişkiler iyi deği, AB dönem başkanlığı ile görüşülmüyor bile.. vs. Bütün bunlar Ahmet Davuroğlunun proaktif dış siyaset olarak sunduğu dış politikanın yürümediğini, sıfır problemli dış politikanın gelinen noktada sıfırı tükettiğini gösteriyor. İçerde atıp tutma olurken dışardan gerçeğin böyle olmadığı görülüyor. Nitekim Guardian Türkiyenin izlediği politikayı “zayıf ve akılsızca hamleler” olarak nitelemekten geri durmadı.

2. Türkiyenin insan hakları karnesi bozuk. Özgürlükler ve demokrasi açısından giderek yükselen kaygı verici bir trend var. 771 öğrenci tutuklu, 23 bin öğrenci soruşturmalardan geçirilmiş, yüzlerce gazeteci içerde, valiler kendi illerinde içki yasağı koyabiliyor, sendikacılar, belediye başkanları sogusuz yargısız gözaltına alınıp tutuklanıyor, milletvekili seçilenler içerde tutuluyor, başbakanın bir lafı ile kanun çıkarılıyor ya da çıkarılan kanunlar iptal edilor. Açılım politikları tamamen durdu. AKP birçok sorunun adını koydu ama aradan on yıl geçti hiçbirini çözmedi. Kürt sorununda cenazeler hamaset nutuklarının altında gelmeye devam ediyor. Siyasiler habire demeç veriyor, milliyetçiler durmadan cenazelerde slogan atıyor, annelerin gözyaşları dinmiyor, olan yoksul halk çocuklarına oluyor. Yeteneksiz politikacılar sadece konuşuyor, her iki tarafta gencecik insanlar ölmeye devam ediyor. Güce doymayan AKP iktidarı demokrasi kılıfı ve milli irade söyelemi altında Türk –İslam sentezi olarak iyice merkezileşip otokratikleşiyor. Kürt sorunu gündeme geldiğinde milli reflekslerinin nabzı Türklükle atarken, Alevi ya da Ermeni sorunu gündeme geldiğinde bu nabız onlar için Sunni Müslümanlıkta atıyor. Bu etnik ve dini refleksler dış politikada daha da belirginleşiyor. Suriye’ye güya demokrasi adına müdahale ettiğini söylerken, Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanan, BM’ye göre 300 bin kişinin katlinden ve 2,5 milyon insanın evsiz kalmasından sorumlu Sudan diktatörü El Beşir ile anlaşma yapıyor, yetmiyor bütün dünyanın dışladığı bu diktatörü Ankarada ağırlıyor.

3. Ekonimide de giderek çatırdamalar başlamış durumda. Bir yandan birileri çalışmadan trilyonları iç ederken, türedi bir zengin sınıf oluşurken, öte yandan kentlerin varoşlarına göç ve kaç hareketiyle gelmiş olan milyonlar açlık sınırının altında yaşıyor, çoğu akşamları evine ekmek bile götüremiyor.

AKP içerde İdris Naim Şahin'in milliyetçiliği ile sembolize edilen bir tavır ve tutum dışarda ise Ahmet Davutoğlu'nun yayılmacı ve Neosmanlıcı politikasını sergiliyor. Bu iki politikada uygulamalarının da gösterdiği gibi Türkiye doğru yolda değil. Zararın neresinden dönülürse kardır misalı burdan dönülmesi gerekir. Bu doğru yolu AKP kendi bulmazsa güçlü bir alternatif mutlaka oluşarak Türkiyeyi gerçek rayına sokacaktır. Başka da çıkış yolu yoktur.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları