AKP’nin Sistemle İmtihanı
Başbakanın dindar “nesiller yetiştireceğiz” söylemi neye tekübül ediyor ve nerelerden buraya geliyor?
Başbakanın dindar “nesiller yetiştireceğiz” söylemi neye tekübül
ediyor ve nerelerden buraya geliyor? Busorulara cevap verilmeden bu söylemin de
aslı - astarı anlaşılamaz. Hatırlanacaktır, Erdoğan, iktidarının ilk
dönemlerinin başında iki önemli argumanı
dile getiriyordu: 1) Yanlış kurgulanmış olan “sistemi değiştirmeye geliyoruz”
diyordu 2) Kemalist rejimin tahkim ettiği bu sistemin omurgasını meydana
getiren kurumlar karşısında diklenmeyeceğiz ama dik duracağız, diyordu. Onların
yol ve yöntemlerine itibar etmeyeceğiz, kurdukları tuzaklara düşmeyeceğiz. İlk
etapta kulağa hoş gelen söylemler. Türkiyenin değişmesi için gerekli olan ve ona
her dönem giderek artan ölçüde oy getiren bu önermenlerin uygulamayla tutarlılığına bakmak bir bakıma 9
yıllık AKP iktidarının seyrettiği rotayı da belirlemek anlamına gelir. Atalarımız
“Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” demişler. Siyaset söz söyleme sanatıdır,
ancak sözün nasıl söyleneceğini, neyin söylenip neyin söylenmeyeceğini
belirleyen ise ideoloji ve tutarlılkltır. Tutarlılığı ölçen ise iktidarın söylediklerini
ne kadar ve nasıl hayata geçirip geçirmediği ile ilgili. Aksi taktirde siyaset basit bir halka
ilişkiler faaliyetine dönerdi ki bu da siyasete yapılacak en büyük haksızlık
olur. Şimdi bu belirlemelerin ışığında AKP hükümetini ve başbakanı
değerlendireebiliriz.
AKP hükümetinin son zamanlardaki tutum ve davranışları
“değiştirmeye geldik” dedikleri sisteme benzemeye ve ona entegre olmaya başladığını
gösteriyor. Artık AKP sırtını devlete vermiş halk nezdinde politika yapıyor.
Uludere saldırısında mağdurlardan özür dilemek yerine genel kurmaya teşekkür
etmesi, Hrant Dink davasında yaşananlar, Denktaşın ölümüyle ona ve dolayısyla yıllardır çözümsüzlüğü besleyen
satatukocu tutumunu benimseyen adımlar, toplu ve uzun tutukluluk süreleri hep bunun göstergesi. Bu liste uzatılabilir ama bu birkaç örnek
sanırım meramı açıklamaya yetiyor. Kemalist rejimin tahkim ettiği ve sistemin
omurgasını oluşturduğunu söylediği kurumlara gelince; düne kadar şiddetli bir
biçimde bunları eleştirirken, şimdi bu kurumların denetim ve yönetimlerini ele
geçirince sus pus oldular. Örneğin dün eleştirilen YÖK’te sistem ayni sistem
sadece yöneticiler değişti ama çok şiddetli eleştirenler bugün bu konuda ne bir
eleştiride bulunuyor ne de YÖK’ü değiştirmek için bir çaba sergiliyor. Medya aynı şekilde kontrol altında, yargıda
benzer bir gelişme var, sermaye adeta patron müşteri anlayışına hapsedildi ve
herkes benim akibetim ne olur diye ses çıkarmıyor, aksine iktidara yakın durmak
için hertürlü eleştiriden vazgeçiyor. Böylece AKP iktidarı Türk –İslam sentezini
kullanarak her dönem giderek yükseltiği oylarıyla egemen ve hegemon bir parti
haline gelmiş bulunuyor. Ana muhalefet partisi
CHP’nin içişleriyle uğraşmaktan iktidarı doğru dürüst eleştirmeye ve
denetlemeye vakit bulamaması ise hem iktidarın işini kolaylaştırıyor hem de bu
hegemeonyayı artırıyor. Peki AKP bu duruma nerden ve nasıl geldi, bu
anlaşılmadan bugün de net bir biçimde analaşılamaz.
Soğuk
Savaş Döneminde Batı kominizm tehlikesine karşı NATO içinde yer alan Türkiyeyi
bir cephe ülkesi ve kalkan olarak kullandı, işine yarayacak kurum ve
kuruluşlarını da buna göre dizayn etti. Buna uymayanları uydurmaya, direnenleri
ise içerdeki en müttefik durumdaki kurumlar yoluyla sindirmeye çalıştı. Bu
dizayn ve sindirme işinde en önemli görevi ordu üstlendi ve giderek bir vesayet
sistemi oluşturdu. Türkiye Batının çıkarlarından uzaklaştığı, bir kamp
değişikliği görüntüsüne girdiği dönemlerde ise ordu batının desteği ile darbe
yaparak iktidarı bizat ele aldı ve ülkeyi bu doğrultuda yönlendirdi. Sistem bu
süreçte solcuları, Kürtleri ve muhalifleri ezerken kominizmin panzehiri olarak
baktığı islami kesimlere itidallı yaklaştı, onları kimi zaman korudu ve
geliştirdi.
Soğuk
savaşın ardından “Yeni Dünya Düzenin” temellerinin atıldığı 1990’lı yılların
başında Türkiyede Turgut Özal iktidarı sürüyordu. Özal bu değişikliği çabucak
kavradı 12 Eylül Darbesinden sonra Türkiyeyi küresel ekonomiye eklemlemek için
burokrat ve siyasetçi olarak epey değişikliğe imza attı. Ordu bu tarihten sonra
(muhtıralar verse bile) darbe yapamadı. Darbe yapacağını sanan Ergenekoncu
generaller ise ABD desteği olmadan Türkiyede darbe yapılamayacağının farkında
olmayanlardı. Türkiyenin sorunlarını yeni konjonkture gore çözmek isteyen Özal,
Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi sivil asker şahsiyetler birer birer ortadan
kaldırılınca bir boşluk doğdu. Bu boşluğu Asker 28 Şubatta ABD dış politikasına
ters düşen Erbakanın iş başından götürülmesi ile yeniden sahne alarak rol
çalmaya soyunda ama siyasetten bu boşluğu AKP doldurmaya çalıştı. Çünkü Özal
öldüğünde geride kalan Demirel, Erbakan, Türkeş, Ecevit Soğuk Savaş döneminden
kalma görüş ve polikalara sahip politikacılardı. Dünyanın yeni koşullarına ve
yeni dönemin politikalarına uyum sağlamadıkları için aşıldılar ve silinip gittiler.
28 Şubat
sonrası Erdoğan ve arkadaşları Özalın bıraktığı boşluğu doldurmaya aday oldular
ve Türkiyeyi küreselleşmeye kendilerinin entegre edeceklerinin vaadı ile içerde
ve dışarda ortaya çıktılar. Gittikçe güçlenerek hegemon bir parti haline gelen
AKP hükümeti develeti ele geçirdi, onun nimetlerinin tadına varınca da giderek
diğeriyle örtüşen bir statüko oluşturdu. Bu çizgi değişikliğinde en önemli pay
Cumhurbaşkanı olmayaı düşleyen başbakanın payı büyüktür. O nednle eskiden Atatürkçü nesiller
yetiştireceğiz diğenlerin yerine onun bir smetrisi olan “dindar nesiller
yetiştireceğiz” söylemi gelip oturdu. Diğer bir deyişle işin
başında ben sistemi değiştirmeye geliyorum diyordu ama şimdi gelmiş olduğu
noktada iktidarını sürdürme ve nimetlerini paylaşma adına sistemi değiştirmek
bir yana değiştirmeye geldiği sistemle bütünleşmeye, kendisi değişip sistme
benzemeye, entegre olmaya başladı.
Prof. Dr. Ahmet Özer-Sosyolog
Toros Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları