Tarih:
12.02.2013
Barış yapmak ya da yapıyormuş gibi yapmak
Ahmet Özer, ''siyasetçiler, tünelin ucunda ışık görünmeye başlandığında, aydınlığı müjdeleyeceklerine çıkıp biraz daha tünel yapıyorlar''....
Bu süreçte kanımca cevaplandırılması gereken en önemi husus, barış yapmaya yeltenenler, gerçekten barışmak mı istiyor yoksa niyet başka da “ ..mış gibi” mi yapıyorlar. Çünkü söylenen sözle yapılan eylem arasında kimi zaman ortaya çıkan tutarsızlık insanı ister istemez böyle düşündürtüyor. Düşünsenize, böyle büyük bir olayda, yıllardır çözülemeyen böyle bir sorunda, çözüm için gelinen noktada iş, “isimler şunlar mı olsun bunlar mı olsun” noktasına gelip dayandı. Hata dayanmaktan da ziyade bir çeşit tıkandı da denebilir. Çünkü İmralı'ya gidecek heyete ilişkin neredeyse suni bir kriz yaşanıyor. Ne ilginç, sorunu çözmesi gereken siyasetçiler, tünelin ucunda ışık görünmeye başlandığında, aydınlığı müjdeleyeceklerine çıkıp biraz daha tünel yapıyorlar. Başbakan en üst düzeyde, MİT Müsteşarı vasıtasıyla, Öcalan’la devlet ve hükümet adına görüşmeler yapıyor, ama kırsal alanda karşılaştığı militanla görüşenleri aforoz ediyor. Şimdi sormazlar mı insana; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Kaldı ki eğer barış yapılacaksa, bu barış geçmişe dönük rezerv konularak yapılamaz. Artık gelinen noktada geleceğe bakmak lazım. Çünkü müzakere etmeye karar vermek, savaştığın tarafla artık her şeyi geride bırakıp, geleceğe yönelik barışmak demektir. Bunun da en önemli yolu vakur davranmaktan ve barış dilini kullanmaktan geçer. Barış zamanı savaş dilini kullanırsan o barışı peşinen zehirlenmiş olacağın için, o barış olmaz.
Tabi burada ister istemez niyet devreye giriyor. Peki bunu yapanların, başta da AKP ve başbakanın başka ne niyeti olabilir? Aslında bu soruya siyaseten verilecek rasyonel ve pragmatik cevaplar yok da değil. Örneğin iktidar partisi önümüzdeki üç seçimi sorunsuz atlatmak istediği için böyle bir formülü devreye sokmuş olabilir. Hatta daha da ötesi bu seçimleri kazanmak istemesi kadar doğal ne olabilir ki.. Ayrıca son zamanlardaki milliyetçi söyleminden dolayı daha önce kendisine büyük destek veren Kürtler gittikçe başbakan ve onun partisinden uzaklaşıyordu. Bir neden de bu Kürt seçmeni kazanmak ve belki de meclise sunacağı ama sayısal çoğunluğu yetmediği için referanduma götürmesi zorunlu gibi görünen başkanlık sistemini de içeren anayasa taslağını halk oyundan geçirmek için (MHP’den vazgeçip) hem mecliste BDP’ye hem de sahada onun tabanına ihtiyaç duymak olabilir. Bütün bunlar anlaşılabilir şeyler.
Anlaşılması zor olan ise bunları bir barış planının arakasına dizerek yapıyor gibi görünüp gereğini yapmamaktır.
Siyaset niyet okuma üzerinden yapılan bir etkinlik değil, ancak bu mevzuda, kim ne derse desin, niyet büyük önem taşıyor. Gerçekten başbakanın niyeti barış yapmak mı yoksa bazı mevzileri kazanmak için taktiksel olarak barış yapıyormuş gibi mi yapmaktır. Eğer niyet samimi değilse bu kez silah geri teperse bedeli ağır olur. Çünkü bu kez toplumda barışa dair yüksek bir beklenti yaratıldı ve bunu bizzat başbakan yaptı. Şimdi bir düşünelim ve hatırlayalım; ortada 50 bin kişinin kanının aktığı bir barıştan söz ediyorken armudun sapı, üzümün çöpü mukabilinden vızıldanmalar ne anlama gelir? İmralı'ya bir heyet gidecek de yok Ali mi gidecek yoksa Veli mi gidecek sorgulaması ne kadar anlamlı? Öcalan'a sayın dediği için yüzlerce insanı hapse atan bu sistem, şimdi Öcalan'la bizzat kendisi görüştüğü halde, yıllardır onun uzantıları diye suçladığı bir partiden kimin veya kimlerin görüştüğüyle neden bu kadar ilgili, işte iş bu seviyeye düşünce bunun aslında bir kamuoyu oluşturma ve ya bir pazarlama taktiği olduğu anlaşılıyor. Ve eğer ki bu işe küçük siyasi hesaplar, seçim taktikleri bulaşırsa maalesef sonuca ulaşamayız. Barış yapanlar her türlü riski göze alarak ülkeleri için bunu yaptıkları bilinciyle hareket ederlerse sonuç alabilirler. Sonuç başarılı olduğunda ise ister Nobel Barış Ödülü alırlar, ister başbakan, ister cumhurbaşkanı, hatta isterlerse başkan bile olabilirler. Ama bütün bunlar ancak bir sonuç olursa olur, eğer sebep baştan buysa beklenen sonuç ortaya çıkmaz, bu böyle biline..
Siyaset niyet okuma üzerinden yapılan bir etkinlik değil, ancak bu mevzuda, kim ne derse desin, niyet büyük önem taşıyor. Gerçekten başbakanın niyeti barış yapmak mı yoksa bazı mevzileri kazanmak için taktiksel olarak barış yapıyormuş gibi mi yapmaktır. Eğer niyet samimi değilse bu kez silah geri teperse bedeli ağır olur. Çünkü bu kez toplumda barışa dair yüksek bir beklenti yaratıldı ve bunu bizzat başbakan yaptı. Şimdi bir düşünelim ve hatırlayalım; ortada 50 bin kişinin kanının aktığı bir barıştan söz ediyorken armudun sapı, üzümün çöpü mukabilinden vızıldanmalar ne anlama gelir? İmralı'ya bir heyet gidecek de yok Ali mi gidecek yoksa Veli mi gidecek sorgulaması ne kadar anlamlı? Öcalan'a sayın dediği için yüzlerce insanı hapse atan bu sistem, şimdi Öcalan'la bizzat kendisi görüştüğü halde, yıllardır onun uzantıları diye suçladığı bir partiden kimin veya kimlerin görüştüğüyle neden bu kadar ilgili, işte iş bu seviyeye düşünce bunun aslında bir kamuoyu oluşturma ve ya bir pazarlama taktiği olduğu anlaşılıyor. Ve eğer ki bu işe küçük siyasi hesaplar, seçim taktikleri bulaşırsa maalesef sonuca ulaşamayız. Barış yapanlar her türlü riski göze alarak ülkeleri için bunu yaptıkları bilinciyle hareket ederlerse sonuç alabilirler. Sonuç başarılı olduğunda ise ister Nobel Barış Ödülü alırlar, ister başbakan, ister cumhurbaşkanı, hatta isterlerse başkan bile olabilirler. Ama bütün bunlar ancak bir sonuç olursa olur, eğer sebep baştan buysa beklenen sonuç ortaya çıkmaz, bu böyle biline..
Elbette savaşın ağır bedelleri oldu, barışın ödülü de o derece büyük olacak, olsun. Dememiz o değil. Kaygımız şu ki; taraflar sadece siyasi hesaplarla zaman ve mevzi kazanmak için birbirini oyalıyor ve kamuoyunu yanıltıyorsa, barış olmayacağı gibi, sonuçları da ağır olur. Diğer bir deyişle, söz gelimi eğer başbakan salt başkanlık sisteminin, Öcalan koşullarının iyileşmesinin, Kürt siyaseti özerklik ısrarının peşinde koşar gibi yaparsa bu iş nasıl olacak? O halde her bir talebin diğeriyle ortaklaşması ve toplumsal iknanın yaratılması lazım. O nedenle azami müşterekler yerine asgari birlikletelikler de es geçilmemeli; aktörler bu süreçte fedakarlık yapmalı. Yanı sıra çatışanlar silahlara veda ettiğinde artık dönüp arkaya bakılmamalı, birbirini rencide ve refuze etmemelidir.
Doğuda kan davaları, yıllar boyu sürdükten sonra araya giren elçiler sayesinde barışla sonuçlanır. Birbirinden onca adam öldürmüş insanlar, geçmişi unutur, hiçbir şey olmamış gibi kucaklaşır, asla birbirini incitecek bir söz bir imada dahi bulunmazlar, birlikte barış yemeğine oturulur ve kan su ile yıkanarak barışılır, ileriye bakılır. Böyle yapılmazsa başka türlü barış nasıl gelebilir? Şimdi tam da tünelin ucu görünmüşken yeni tüneller inşa etmenin ne anlamı var? Peki o halde ne yapılmalı?
Bir kere bu meseleyi siyaset üstü ele almak gerekir. İki bunu yaparken, barış yapılması durumunda zayıflayacaklarını düşünen siyasilerin ve siyasi partilerin salvolarına maruz kalınabilir, bundan yılmamak gerekir. Çünkü barış savaştan daha zor bir iştir. Hatta barış esnasında toplumu sarsan provakasyonlar olabilir, bu durumda masadan hınçla kalkmamak gerekir, aksi taktirde barışı istemeyenlerin istediği olur. Ama bütün bu güçlüklere katlananların diğerlerinden bir farkı olacak elbet, onu da şöyle anlatalım:
Faransa yıllarca Cezayir'le savaştı, cebelleşti, sorunu çözemedi. Charles de Gaulle geldi çözdü. Ama o gün için analaşılamadığı için ilk seçimi kaybetti. Fakat bu gün o seçimi De Gaulle karşısında kazananı kimse hatırlamaz bile. Fakat bütün dünya Charles de Gaulle diye bir Faransız devlet adamını tanır bilir. İşte fark budur.
Lakin benim inancım şudur ki bizim insanımız çok ama çok kadirşinastır. Yıllardır muzdarip olduğu bu sorunu kim çözerse onu başına taç eder. Bırakın bir seçimi birkaç seçim üst üste kazandırmanın ötesinde Türkiye Cumhuriyetinde Mustafa Kemal’den sonraki en büyük lider olarak görür ve yaşatır. Bundan daha büyük bir ödül olabilir mi? İşte barışın büyüklüğü buradadır. Çünkü bu halk artık savaşanın kazananının barışın ise kaybedenin olmadığını yaşayarak, ağır ve acı bedellerle öğrendi. Barışın kıymeti şimdi çok daha iyi biliniyor.
Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI