loading
close
SON DAKİKALAR

Barışı Tercih Etmek

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 11.02.2012

Kürtler bugün sahip oldukları bu kadar hakka da sahip olmazdı.

Şırnak katliamından sonra mevsim koşulları ya da bizim bilmediğimiz nedenlerle çatışmalar hız kesti, kan akmadı. O halde şu soruyu sormak hepimizin hakkı: Bu ölümler temelli duramaz mı? Burada hem hükümetin hem de örgütün görmediği veya görmek istemediği, çatışma ve öldürmeyle bir yere varılamayacağı,  bir amaca ulaşılamayacağı gerçeğidir. Otuz yıldır bunu her iki taraf da denedi sonuç 60 bin ölü oldu. Bu ağır bedel pahasına askeri açıdan bunca kayba rağmen şimdiye değin bir şey elde edilmediği bundan sonra da bir şey elde edilmeyeceği öğrenilmiş olması gerekir. Peki diyelim ki biliyorlar, o zaman da sormak gerekir,  her iki taraf da bunu bildiği halde neden o zaman savaş baltalarını yeniden bilemeye başladılar. Bunun en önemli nedeni kendi taraflarını diri tutmak ve onlara bu çekişme üzerinden ben güçlüyüm mesajını vermek olsa gerekir. Ama buradaki asıl ironi şu ki onlar güçlerini gösterdikçe halkın çocukları ölmeye devam ediyor. Napolyon’un dediği gibi, bütün savaşları zenginler çıkarır ama sonunda fakirler ölür. Oysa marifet ölüm üzerinden güç gösterisi yapmak değil, insanı yaşatmaktır. Başbakan değil mi ki sürekli “insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen. Eğer bu dediği doğru ise şimdi daha donanımlı özel timlerle daha fazla insan öldürerek devleti ve de özellikle kendi iktidarını nasıl yaşatacak? Örgüt de Kürt halkının demokratik bir cumhuriyette özerk bir şekilde yaşamasını istiyorsa, bu ağır bedel neden? Bunlar pekâlâ demokratik yollardan da tartışılabilir, konuşulabilir, gerçekleşebilir taleplerdir çağımızda.

Örgüt diyor ki biz olmasaydık Kürtler bugün sahip oldukları bu kadar hakka da sahip olmazdı. Kürtler için bazı değerler bu 30 yıllık süre içinde ortaya çıkarıldı, ama bu uğurda çok değer de yitirildi. Ancak yaklaşık on yıldan beridir örgüt, Kürtlerin Kürt kimliği ile özgür ve eşit yurttaşlar olarak Türkiye cumhuriyeti içinde yaşamasını talep ediyor. O zaman eylemin de bu söyleme uyması lazım gelmez mi? Ama görünen o ki söylenenle yapılan uymuyor birbirine. Artık söylem ve eylem tutarlığı kurulmasının zamanı geldi ve hatta geçiyor bile. Bunun buluşma noktası ise daha fazla bedel ödemeden, ödetmeden herkesin fedakârlık yaparak bir noktada buluşmasıdır. Bu noktanın adı ise toplumsal barıştır. Bilinmelidir ki hiçbir zaman iyi savaş ve kötü barış yoktur. Savaş kötüdür, en kötü barış ise savaştan bin kat daha iyidir. Bırakalım artık babalar oğullarını gömmesin, oğullar babalarını gömsün bu onların hakkı ve aslolan bu hakkı teslim etmektir. Bunun sorumluluğu her şeyden önce iktidardadır.

Bazen savaş atmosferi içinde kopan toz dumandan insanlar gerçekleri görmeyebilir. İşte bunun en yakın örnekleri Arap Baharında Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da yaşandı, şimdi de Suriye’de yaşanıyor. Buradaki egemenler, egemenliklerini daim etmek için hiçbir gerçeği görmek ve kabul etmek istemediler. Kaddafi son güne kadar da isyan eden halkına teröristler, yabancıların ajanları, yolunu şaşırmış fareler dedi ve taleplerine direndi, peki ne oldu? Maksadım benzetme yapmak değil; uzak ve yakın tarihten kendimiz için ders çıkarmaktır. Bizim de muktedirlerimiz, artık öldürerek yok etmekten, biz güçlüyüz ezeriz zehabından vazgeçerek daha derinlere inip sorunu anlamaya çalışmalı. Kürtler de, eğer gerçekten demokratik bir cumhuriyet istiyorlarsa, tek amaçları buysa, bu cumhuriyetin sadece Van’dan, Batman’dan, Diyarbakır’dan ibaret olmadığını hatırlamalılar. Isparta’yı, Denizli’yi, Edirne’yi de düşünmemeliler. Demem o ki, eğer maksat bağcı dövmek değil de üzüm yemekse Batı, Doğunun bunca yıldır çektiği acıları içselleştirmeli, Doğu ise Batının yıllar içinde oluş(turul)an hassasiyetlerini dikkate alarak davranmalıdır. Bu işin en önemli ilk buluşma noktası burasıdır, yani empati yapmaktır.

Sonrasında diğer adımlar cesaretle atılabilir.  Hükümet son yıllarda askeri vesayetten sivilleşmeye doğru geçişin sağlanması konusunda atmış olduğu cesur adımları burada da atabilir. Oysa düne kadar bunları yapmak bir yana konuşmak bile zordu. Peki, bu işleri başaran hükümet iş Kürt meselesine gelince neden aynı cesareti göstermiyor? Birilerin şunu hükümete söylemesi gerekmez mi? “Söz bitti” deyip Kandile uçaklarla sefer yapmak sorunu çözmez. Özel timi güçlendirerek yeniden şehirlere salmanın getireceği ölümler çözüme değil çözümsüzlüğe yolaçar ancak. Yoksa amaç çözüm değil mi? Eğer çözüm istemediğiniz halde istiyormuş gibi davranıyorsanız o zaman başka. Örgüt de eğer gerçekten dağdan inmek istemediği halde istiyormuş gibi yapıyorsa aynı değerlendirme onlar için de geçerli.

Ama siyasette niyetten ziyade geçerli olan söylemdir. Söyleme baktığımızda iki tarafın da barıştan, kardeşlikten bahsettiğini görüyoruz. O zaman bunca  kan niye akıyor? Her gün anaların yüreğine ateş düşürmek niye? Bundan bahsedenler basiretsiz değillerse o zaman kötü niyetlerle kendi tabanlarını kandırma pahasına bu politikaları yürütüyorlar demektir. Eğer denenerek doğru bulunmaya çalışılıyorsa o zaman da bu kadar büyük bedellerin günahını kim(ler) ödüyecek?

Burada gerçek aktörlere oynayacakları rolleri samimiyetle oynamalı. Burada kritik soru şu: Bütün savaşlar, çatışmalar sonuçta bir masa etrafında toplanarak nihayete erdirilir. Masasız barış olmayacağına göre masaya kim oturmalı ki bu savaşı durdurabilelim?

BDP seçilmiş temsilciler olarak parlemento zeminini bir çözüm zemini olarak değerlendirmelidir. Ama silahların susması ise ancak çatışanların anlaşmasıyla mümkün olabilir. Burada BDP ancak aracı ve kolaylaştırıcı rol oynıyabilir, ama gerçek muhatap çatışan taraf olarak örgüttür. Deniliyor ki “iyi ama örgüt Silvan saldırısıyla bunu sabote etti.” Barış yapmak istiyenler hem böyle mazeretlere sığınamaz hem de böyle düşündükleri takdirde barış yapamaz, o ndenle de sinirleri sağlam olmalı. Her an ve her zaman barışı berhava edecek eylem ve söylemler, provokasyonlar gelişeceğini hesaba katarak davranmalıdır. Barışı hedef alan herhangi bir eylemde masadan hiddetle kalkmak zaten barış istemeyenlerin amaçlarına varmalarını sağlamaktan başka ne işe yarar? Barış süreci sancılı bir süreçtir, inişli ve çıkışlıdır. Gerçekten barış isteyenler o yola girdiler mi bir daha ne pahasına olursa olsun vazgeçmemeliler. Aksi takdirde her zaman barış bozucuların oyuncağı olurlar.

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi Rektör Yardımcısı

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları