Tarih:
19.04.2013
Barışın geleceği ve taraftarların tutumları
Öcalan’la şeffaf biçimde dünyanın gözü önünde en üst düzeyde görüşen bir devlet ve onun 60. hükumetini temsilen AKP iktidarı ve başbakan Erdoğan yer alıyor.
Bugün yaşanan barış sürecinin iki önemli tarafı ve aktörünü ve bunların geçirmekte olduğu paradigmatik değişimi anlamadan bu süreci anlamak zor. Peki nedir gelişmenin özü? Bu sürecin bir tarafında Bağımsız Birleşik Kürdistan şiariyle ortaya çıkıp, 30 yıl silaha başvurduktan sonra bu gün silahı bırakıp “Misak-ı Milli” sınırları içinde demokratik cumhuriyet idealinı ileri süren ve bu değişimin de taktiksel değil, stratejik bir değişiklik olduğunu savunan Öcalan ve Kürt hareketi yer alırken öbür tarafında ise “son terörist kalıncaya kadar vurup kökünü kazıyacağız” demenin bedelini ağır can ve mal kaybıyla ödedikten sonra Öcalan’la şeffaf biçimde dünyanın gözü önünde en üst düzeyde görüşen bir devlet ve onun 60. hükumetini temsilen AKP iktidarı ve başbakan Erdoğan yer alıyor.İki taraf da değişti mi!
Peki süreç bu noktaya nasıl geldi? Herhalde önümüzü daha iyi görebilmek için, ardımıza bakıp bu soruya cevap bulmakla işe başlamanın herkese daha çok faydası olacaktır. Bir kere dünya değişti, bununla beraber sorun çözme biçimi ve o arada Öcalan da değişti. Öcalan PKK’nin yaşayan gerçek ve tek lideri olduğu için kendinde meydana gelen değişikliği kendi kitlesine de benimsetme becerisi ve kararlılığını gösterdi. Gördü ki Küreselleşmenin son surat gittiği bir çağda Ortadoğu coğrafyasında kurtlara yem olmamak için barışı ve demokrasiyi birlikte ihya edebilirsek bu süreç hem Kürdün hem de Türkün yararına işleyebilir. Öcalan bu fikri işledi ve sonuç almada şimdilik başarılı olduğu görülüyor. Öte taraftan devlet de gördü ki devletin bekası bütün farklılıkları teke indirgeyen anlayışta değil. Üstelik, bunun için red, inkar, asimilasyon ve hatta silah kullanmakta değil, aksine Kürtlerle birlik olunursa ve Kürt sorunu çözülürse bu bölgenin en güçlü ve en saygın ülkesi olabilir, aksi ise mümkün değildir. Çünkü kendi iç sorunlarını çözemeyen bir başkasının sorununu çözemez, etkili bir aktör olamaz. Dolayısıyla biraz örgüt değişti, biraz devlet değişti, şimdi her ikisi de çözüm noktasında buluşmak üzereler. Bunun için bir diyalog ve müzakere süreci yürütülüyor.
Süreci doğru okumak gerek
Ancak süreci doğru okumak çözümü doğru anlamak gerekir. Aksi taktirde yeni bir hayal kırıklığı bunun ötesinde sonuçlara yol açabilir. Peki nedir mesele ve ne yapmak gerekir? Bir kere Kürt sorununu çözümü; sadece silahların susması demek değil. Silahların susması Kürt sorununun demokratik yollardan çözümünün ilk adımını teşkil eder ve bu adımı atmak, daha doğrusu bu adımın işlevsel olabilmesi için karşılıklı güven esastır. Öyle anlaşılıyor ki bazı kaygılarla birlikte bu yaz çekilme, ardından da silahtan arınma gerçekleşebilir. Hükumetin “silahlı unsurlar ülke dışına çıksın da nasıl çıkarsa çıksın ya da ne olursa olsun” yaklaşımı işin ciddiyetine dair kaygı yaratmıyor değil. Burada Kandilin Öcalan'a göre daha kaygılı olduğu, ancak Öcalan'ın bastırmasıyla işlerin yürüyeceği anlaşılıyor.
Burada hükumetin biran önce şunu görmesi gerekir: Çatışmasızlık barış için önemli bir olanak, ama barış demek değil. Bu olanak ancak demokratik hak ve özgürlüklerle birlikte ele alındığında ihya olabilir, anlam kazanabilir. Aksi takdirde bu gün susan silahların yarın konuşmayacağının hiçbir garantisi yoktur. Bunu için içeride, dağda ve diasporadaki Kürtlerin siyasal ve sivil hayata entegre edilmesi gerekiyor. Bu entegrasyon için de toplumsal barış projesinin, hükumetin şimdilik dillendirmekten özenle kaçındığı, genel bir afla işlevsel hale getirilmesi şarttır. Bir düşünün, diyelim ki silahlı unsurların sınır dışına çekilmesinden başka bir değişiklik olmadı; dağdakiler dağda, Avrupadakiler Avrupa'da ve cezaevlerindekiler de orada kalmaya devam etti; bu iş çözülmüş mü olacak? Zaten eğer iş böyle götürülecekse maksadın kalıcı ve gerçekçi bir çözümden ziyade seçimleri sorusuz atlatmaya dönük olduğu algısı birden yaygınlaşacak, bu da toplumu derin bir hayal kırıklığına uğratacağı gibi örgütü de yeniden hareketlendiremeyecek mi? O halde artık “..yapıyormuş gibi” yapmaktan vazgeçip “gerçekten yapmak” gerek. Bunun zamanı çoktan geldi geçiyor bile.. Umarım bu yapılır. O halde olumlu bir hat üzerinde devam edelim analize..
Tam demokrasi, kalıcı barış
Diyelim ki genel bir afla insanlar sivil ve siyasal yaşama döndü. Eğer demokratik bir örgütlenme ve ifade özgürlüğü sağlanmazsa, gelenler siyasal hayata nasıl entegre olacak? İkinci kritik soru(n) budur. Kalıcı barış için geçmişle yüzleşmek ve geçmişteki hataların yol açtığı yaraları sarmak gerekir. 4500 civarında köy ve mezra boşaltılmasının, 3,5 milyon insanın maruz kaldığı göçün açtığı yaraların, 17 bin faili meçhul cinayetin yarattığı acılar iyileşmeden barış tam olarak nasıl gelebilir? O halde yarım ve arızalı bir demokrasi ile bir şark kurnazlığı ve birbirini oyalama taktiği ile bunların hiçbirisinin yapılamayacağı belli.
Sonuç almak için samimi destek şart
Başlatılmış olan barış sürecinin onurlu ve kalıcı bir hal almasının ilk adımı iyi niyet, samimiyet ve karşılıklı empatidir. Bu psikolojik eşik aşıldıktan sonra diğer somut adımların toplumda yer ve karşılık bulması daha da kolaylaşacaktır. Bu psikolojik adıma batının bölünme paranoyasını aşmasını, doğunun da acaba gene kandırılıyor muyuz? sendromunu aşmasını eklemek lazım. Bölünme sendromunun tarihsel kaynaklarına inerek berheva etmek lazım. Osmanlının çeşitli nedenlerle 10 milyon metrekareden bir milyonun altına düşmesi, 1. Dünya savaşı yenilgisinin yarattığı kayıplar, SSCB ile yaşanan Kars, Ardahan ve Boğazlar meselesi ve nihayet PKK’nin 30 yıl sürdürdüğü savaş bir güven bunalımı ve bölünme sendromuna yol açmış durumda. Bu sendromun bugün için her ne kadar bir karşılığı yoksa bile giderilmesi gerekir. Bu konuda Akil adamalara da önemli görevler düşüyor. Bu konuda söylenecek çok söz var. En başta Kürtler ayrılmak istemiyor. Bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşları olmak istediklerini her fırsatta dile getiriyorlar. Son süreçteki Öcalan'ın yaptığı açılım da bunu perçinledi. Ayrıca evlilikleri, göçleri, ortak Pazar birliğini, din ve kültür birliğini eklediğimizde çözümü zorlaştıran bu bölünme sendromunun yersiz olduğu görülüyor.
Kürtlere gelince, onlar da artık “kandırılma meselesini” aşmalı. Nitekim en başta silaha sarılmış, otuz yıldır bu işin içinde pişmiş Öcalan ve örgütü her şeyden önce bu adımı atıyorlarsa bir anlamı olmalı. Kürtlerin kahir ekseriyeti, bedel ödemiş örgüte bu kadar yetkiyi sorumlulukla birlikte tanıdıklarını Newroz alanındaki destekleriyle zaten gösterdiler. Savaştan ziyade barış istediklerini, savaşın tahribatlarını yaşayarak gördükleri için Öcalan'ın önerilerini tartışmasız kabul ettiler. Kaldı ki daha olmamış olanın, ya da gelmemiş olanın korkuları ile bu günü esir almak sürecin ruhuna zarar verir. O halde bu kuruntulardan sıyrılıp sürecin düzgün işlemesi için herkesi katkı sunması gerekir.
Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI