Tarih:
12.02.2015
Başkanlık Sistemi ve Türkiye Gerçeği
Ahmet Özer; Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına aday olması başkanlık tartışmalarını yeniden alevlendirdi...
Başbakan Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına aday olması başkanlık tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Türkiye başkanlık sistemiyle çok fazla haşır neşir olan, tartışan, bilen bir ülke değil. Erdoğan’ın bu haliyle bile çok otoriter davrandığı yarın bütün yetkileri elinde bulunduran tek adam olma hevesi “sistemi kilitler ülkeyi kaosa sürükler” endişesi var.ABD’de başkanlık sistemi
Bu sitemin başarılı biçimde uygulandığı ülkelerin başında ABD geliyor. Sistemin en belirleyici temel özelliği, bir; ”Yasama, Yürütme, Yargı” erklerin kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış olması, iki; sistemin başında bir başkanın olması, üç; yürütmenin tamamen yasamanın dışında teşekkül etmesidir. Örneğin parlamenter sistemlerde, yürütmenin üyeleri, yani bakanlar kurulu, daha çok seçilmiş milletvekilleri arasından atanır; başkanlık sisteminde ise seçilmiş kişiler olması şart değil, hatta seçilmiş kişiler atandıktan sonra o görevlerini de bırakırlar.
Yasama organı (kongre) ki bu hem Senato hem Temsilciler Meclisi’dir, onların başkana göndermiş olduğu yasaları, başkanın veto etme yetkisi söz konusudur; ama başkan, yasama organını feshetme yetkisine sahip değildir. Yasama organının da başkanı azletme yetkisi yoktur. Karşılıklı bir denge vardır. Başkanın azledilmesi ya da görevini bırakması çok istisnai kaideler ve kurallara tabidir. Bill Clinton’ın ‘Monica Olayı’nda, Yüce Mahkeme’de yargılandı. O yargılamada verilen bir karar sonucunda Başkan’ın görevi bırakması ya da bıraktırılması söz konusu olabilirdi.
Bu çerçeve içerisinde başkan, iki dönem için, her dönem dört sene olmak üzere, en fazla sekiz sene için seçilebiliyor. Yani bir dönem seçildikten sonra ikinci dönem de aday olabiliyor. Üçüncü dönem aday olamıyor. Bu da politikada etkin bir biçimde çalışma yapmanın iki dönemle sınırlı olduğu ortak akıl yürütmesine dayanıyor. Yani artık üçüncü bir dönem bir başkanın gelmesi, hem ülkeye fazla şey katmayacağı gibi hem de işi daha da yozlaştıracağı için iki dönemde bu işi bitiriyorlar. Bir başka önemli nokta, başkanla beraber bir başkan yardımcısının da seçiliyor olmasıdır. Bu da sistemin sigortası ve güvencesi anlamına gelir. Eğer başkan ölürse veya başkana bir şey olursa (Kennedy olayında olduğu gibi) veya görevi bırakmak zorunda kalırsa, o takdirde doğrudan başkan yardımcısı başkanın görevlerini devralmış oluyor ve sistem kesintiye uğramadan devam ediyor.
Makro düzeyde ülkenin bütünlüğünü, hem yurtiçinde hem yurtdışında başkan temsil ediyor. Yine makro alanda alınmış bütün kararlarda başkanın imzası var, yetkisi, yürütmesi var. Bu çerçevenin altında “eyalet sistemi” var. Yani federal yapının bir de federe devletleri vardır, eyaletler vardır, (başka ülkelerde kantonlar vardır ya da kendi sisteminin adı neyse orada o vardır ama özünde sistem aynıdır.) Bu aynı zamanda Amerika’dan esinlenerek Latin Amerika ülkelerinin çoğunda da uygulanan bir sistemdir. Mesela Arjantin’de, Şili’de, Brezilya’da, Paraguay’da diğer birçoğunda da böyle bir sistem var.
AKP’nin önerisi ve Türkiye gerçeği
Burada temel soru şu; Türkiye başkanlık sistemini sosyolojisinden, ihtiyaçlarından dolayı mı tartışıyor yoksa bir kişinin arzularını, özlemlerini karşılamak için mi gündeme getiriyor. İkinci sorun da bazı siyasilerin “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” diye adlandırdıkları ve ne olduğu belli olmayan bir sistemin öne sürülmesidir. Sadece birkaç noktanın altını çizerek, ne demek istediğimi anlatayım.
1) ABD’de ya da başka bir yerde başkan meclisi feshedemez. AKP’nin yaptığı taslakta edebilir. 2) Başkanlık sisteminde başkan kanun yapamaz. AKP’nin “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” dediği sistemde başkan (KHK’lerle) yapabilir. 3) ABD’de bile Yüksek Yargı mensupları ve bazı üst düzey atamaları Senatonun onayına tabi, Senato oyladıktan sonra atamalar yürürlüğe giriyor. AKP’nin düşündüğü sistemde böyle bir onaya ihtiyaç görülmüyor. “Tek kişilik bir padişahlık” gibi algılanıyor bu durum. 4) Başkan yürütmeden biri olarak çok güç biriktirdiğinden, bu gücün bir miktarını yerel yönetimlere vererek, dengeyi sağlar. Türkiye’de düşünülen sistemde bu da yok. 5) Başkanlık Sisteminde kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde var ve bu demokrasinin teminatıdır. Erdoğan kuvvetler ayrılığı yürütmeye engel diyerek itiraz ediyor, öte taraftan başkanlık istiyor; bu da sıkıntılı bir duruma işaret ediyor. 6) Başkanlık Sisteminde fren ve denge sistemi var. Yani sistem hukuk mekanizmaları ve egemenliğin dağıtılmasıyla frenlenip dengeleniyor ve Senatonun denetimi ile regüle ediliyor. Türkiye’de öngörülen dengesiz ve frensiz başkanlık bizi demokrasiden uzaklaştırıp otokratizme götürebilir endişesi bu nedenle haklılık taşıyor.
Yeni süreç nereye gidiyor
Bu durum önümüzde AKP’nin alacağı oya ve Kürt hareketinin alacağı tavra bağlı. HDP barajı aştığı taktirde 70 civarında milletvekili çıkarabileceğini söylüyor. Bu durumda AKP’nin Anayasayı istediği biçimde değiştirmesi olanaksızlaşıyor. Daha önceki söylemelerinden anlaşıldığı kadarıyla Öcalan çözüm olduğu takdirde başkanlığa karşı çıkmıyor, ama AKP’nin “Türk Tipi Başkanlık” dediği sisteme karşı çıkıyor, bunu kabul etmiyor. Bu durumda AKP’nin çözümü gerçekleştirmesi durumunda durum yeni bir hal alabilir.
Sonuç olarak; bu noktada iki hususa dikkat çekmek isterim: Bir, başkanlık tartışmaları yeni Anayasanın çıkmasını akamete uğratmamalı. İkinci önemli nokta da şudur: Başkanlık sitemi ya gerçekten dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tartışılmalı ya da parlamenter sistemin eksikleri giderilerek daha demokratik ve özgürlükçü bir anayasayla yola devam edilmelidir. Burada yanlış olan rejimle ilgili değişikliği toplumun ihtiyaçları üzerinden tartışmak yerine kişilerin beklentileri üzerinden tartışmaktır.
Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi
ahmet.ozer@toros.edu.tr
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI