Tarih:
11.11.2015
Bir Ülke bir kişi
Prof. Dr. Ahmet Özer; Şiddet sarmalı büyüyor, Kanımca AKP kendine verilmiş olan desteği yanlış okuyor...
Şiddet sarmalı büyüyorKanımca AKP kendine verilmiş olan desteği yanlış okuyor. Daha önceki bir yazıda şöyle demiştik: “ AKP’nin aldığı sonuç, onda bir özgüven yaratacaktır. Mesele, bu özgüveni nasıl kullanacağında yatıyor. Tevazu içinde herkesi kucaklayacak biçimde mi kullanacak yoksa bu gücü muhalifleri daha fazla sindirmek için mi kullancak? ... Ortadoğuda, Kürtler başta olmak üzere bütün halkları kardeşçe kucaklayacak bir politika mı güdecek yoksa Neo Osmanlıcılık peşinde mi koşacak? Bütün kesimlerle yendien diyalog kuararak katılımcılık ve diyalog konusunda “fabrika ayarları” dediği döneme geri mi dönecek yoksa güç zehirlenmesi ile öfkeli ve kibirli davranarak kenididen olmayanları baskılayacak mı? Bu ikilem AKP ve Türkiye demokrasisi için bir yol ayrımına işaret ediyor. AKP’ninin seçeceği ve yürüyeceği yol sadece kendi kaderini değil aynı zamnda Türkiye’nin geleceğini de belirleyecektir.”
Maalesef görünen o ki bu özgüven şiddetin tırmandırılması, çözüm sürecinin buzdolabından derin dondurucuya alınması, basına baskı, iş dünyasına korku şeklinde tezahür ediyor. Nitekim Davutoğlunun balkon konuşmalarının tam aksine bir gidişatın içine girdik. Söz ayrı söylüyor, pratik ayrı işliyor. Hatta cumhurbaşkanı sözü de bu minval üzere söylüyor.
Cumhurbaşkanın sözleri
Cumhurbaşkanı Erdoğan 5 Kasımda, Sarayda yaptığı konuşmada “Terör örgütüne karşı operasyonlar devam ediyor. Kesmek yok, devam edeceğiz. Terör örgütü silahlarını bırakıp, toprağa betonlayarak gömene kadar, tüm elemanları teslim olana, ülke dışına çıkana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir. Bu işe illa bir isim aranıyorsa, bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir” diyor. Bu ne demek, savaşın artarak devam etmesi mi demek?. Bu AKP’nin kazandığı oyların yarattığı özgüveni kötüye kullanmaktır. Bu aslında alınan oyların mesajını yanlış okumaktır. Bundan behemahal dönülmelidir.
Bu konuşmada üç kiritik nokta var. 1) “Terör örgütü silahlarını bırakana, toprağa gömüp betonlayana kadar veya tamamen yurtdışına çıkana kadar veya tamamen teslim olana kadar” diyor. Cumhurbaşkanı bunun sadece bir çağrıyla, hiçbirşey yapmadan olmayacağını bilmiyor mu? Herkesin dileği silahların tamamen susması. Ama bu hiçbir adım atmadan, hiçbir şey yapmadan “silahları göm, dışarı çık” demekle olacak birşey mi? Eğer bu sadece sözle, çağrıyla olacak idiyse şimdiye kadar olurdu. Olmadı, olmaz da. Olan halk çocuklarına olur.
Neden bu kadar görüşme yapıldı
Madem böyleydi, siz, o zaman Osloda neyi görüştünüz, İmrali sürecini niye başlatınız, çözüm süreci neden vardı, Dolmabahçe mutabakatını neden imzaladınız vs, diye sormazlar mı? Bunu söylemek savaş devam edecek, yoksul halk çocukları ölmeye devam edecek demek olmaz mı?. Nasıl olsa tuzu kurulara birşey olmuyor. 2) “Bu konuşma dönemi değil” diyor Cumhurbaşkanı. Bütün dünyada, bütün çatışmalar sonuçta bir masa etrafında konuşarak çözüme kavuşmuştur. Türkiyede de bunun böyle olması gerekmez mi? Eğer birileri verilen sözlere uymuyorsa o zaman onu denetleyecek bir üçüncü gözün, üçüncü bir tarafın olması gerektiğini yıllardır söylüyüp duruyoruz. 3) Düne kadar Kürt sorunu, Barış süreci, Çözüm süreci olan şey birden bire nasıl “Milli Birlik” oluyor. Zaten bu sorun, bu çatışma tekleşmeden, bütün farklılıkları teke indirgemeketen çıkmadımı mı?
Sizler seçim öncesi geçmişteki demokrat, çözüm üreten AKP dönemine döneceğini söyleyerek oy aldınız, şimdi onları kandırıp bu gücü savaş için mi kullanacaksınız?. Birkaç yıl önce Diyarbakır meydanında “Ülkede bir Kürt Sorunu olduğunu, bunu daha fazla demokrasi ve hukukla çözeceği sözünü söyleyen bu uğurda gerekirse baldıran zehiri içeriz” diyen siz değilmiydiniz? Buyrun işte 1 Kasımda Kürtler gene size oy verdi ve gene sizi iktidar yaptı. Sakın olaki bunu yanlış okumayın, size verilen oylar tekrar çatışma, şiddet, kan için değil, barış, huzur, istikarar içindi. O zaman ülkeyi hırpalamayan, insanlarımız boşuboşuna oölmesin. Tekrar aklı selime, çözüme barışa kardeşliğe geri dönün. İş işten geçtikten sonra ah vah etmenin kimseye bir yararı olmaz. Cumhurun başı olarak en çok bunu düşünmek ve yapmak sie düşmez mi sayın cumhurbaşkanı?
Gidişat iyi değil
Bütün bunları neden yazıyor ve söyluyoruz? Olması gereken tekrar çözüm ve barış ortamına geri dönmekken, maalesef son günlerde şiddetin dozu giderek artmaya başladı ve kimi yerlerde adeta bir iç çatışmaya sürüklenmiş gibi gözüküyor. Bütün bunları toplum olarak ürküntü ve endişeyle, ayar verilmiş medyanın verebildiği kadarayla izliyoruz. Kimbilir daha görmediğimiz bilmdiğimiz neler var? Şimdi bu tehlikeli gidişin en tehlikeli oyununu maalesef bunu önlemesi gereken siyaset ayağı bizzat kendisi oynuyor. Çözümün parçası olması gerekenler, çözülmesi gereken sorunun parçası haline gelmiş durumda.
Aklı selim biçimde düşünelim. Daha önce nasıl bir halati ruhiye vardı, şimdi nasıl bir ortam var? Bunu, yani resmin bütününü görebilirsek neler olup bittiğini kavramamız daha kolaylaşır. Hatırlayalım: 1) Çözüm süreci hepimizi umutlandırmıştı, artık Türkiye yüzyıllık meselesini çözecek diye.. 2) Bu hava içinde 7 Haziranda seçime gidilmişti 3) Yıllardır bölgeci, Kürt partisi diye suçlanan HDP’nın barajı geçerek ve Türkiyenin hertarafından oy
alarak Türkiyelileşeceğini, bunun da hem ülkenin demokratik gelişimi hem de birlik beraberliği için iyi bir şey olacağını düşünmüştük. 4) Seçimden çıkan sonuçların bizi Ortadoğu ve Süriye batağına saplamaktan kurtaracağını ummuştuk. 5) seçim tekrarlandı 1 Kasımda AKP çözüm, istikrar ilk dönem AKP vaadiyle başta bir önceki seçimde HDP’ye oy veren muhafazakar Kürtler olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinden oy alarak tek başına iktidar olmaya hak kazandı. 6) Daha hükümet kurulmadan bile hükümet adına hatta onun yerine cumhurbaşkanı çözüm sürecini bir anda sonlandırdı ve Türkiye bir ateş çemberine sürüklendi. 7) 1 Kasımdan sonraki 5-10 günde bile onlarca insanı kaybettik, tekrar cenazeler gelmeye, ağıtlar, feryatlar yükselmaye, anaların acılı gözyaşları akmaya başladı. Figan eden ve “artık yeter, benim yüreğim yandı başkalarının yanmasın” diyen babaların feryatları ortalığı kaplarken gene siyasetin hamaset nutuklarının gölgesinde kaybolup gideceğe benziyor.
Siyaset savaş değil çözüm üretmeli.
Soruyoruz: Siyaset ne içindir? Toplumun refahı, barışı, gönenci için uygulanan yönetme sanatı mı, yoksa yönetimin ele geçirilmesi için türlü oyunların oynanması mıdır? Birilerinin kişisel, partisel veya keyfi arzuları için gerektiğinde toplumun feda edilmesi, cendereye sokulması, kosa sürükklenmesi mi? Buna kimin ne cevabı var merak ediyoruz? En azından yönetmenin meşruiyeti için bu cevap gerekli değil mi?
Elbette hayır. O halde, ne olmalı ve ne yapmalı? Bir kere herşeyden önce çözüm süreci kaldığı yerden tekrar başlaması için toplumsal talep ve baskı devreye girmeli. Blinmeli ki, bu iş sadece bir kişinin arzu ve insafına bırakılmayacak kadar önemli ve bu mesele sadece bir kişinin, bir ya da iki partinin meselesi değil, bu tüm Türkiyenin meselesi ve artık bir devlet millet meselesi. Gerekirse halka gidilsin, refarandum yapılsın. Görüleck ki toplumun büyük çoğunluğu artık çatışma, savaş ölüm istemiyor. Üç beş kişi ya da parti kendi çıkarları için yeniden çatışma ortamını harlamak istiyor olabilir ama buna Türkiye halkaları izin vermez, vermemelidir. Toplum savaş, baskı ortamı istemiyor. Toplum barış istiyor, huzur istiyor. Toplum demokratikleşme istiyor ve başta hükümet partisi olmak üzere siyasi partlarden bunu taleb ediyor. Bu sürecin sağlıklı yürümesi için STK’ların çağrı yapması, kullanılan savaş dilinin terkedilmesi, siyasi partilerin derhal bir diyolog geliştirmesi, Öcalan’ın barışın tesisi için yeniden devreye girmesi gerekir.
Prof. Dr. Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI