Birikmiş sorunların çözümü ve yapılacak yeni Anayasadan bazı beklentiler
Ahmet Özer; Türkiye’nin bugün acil çözüm bekleyen ve giderek büyüyen yığınla sorunu var. Günümüzde en acil çözülmesi gereken anayasal konuların başında rejimin niteliği geliyor.
1.GİRİŞ
Türkiye’nin bugün acil çözüm bekleyen ve giderek büyüyen yığınla sorunu var. Günümüzde en acil çözülmesi gereken anayasal konuların başında rejimin niteliği geliyor. Bu yeni sorunun yanısıra eskiden beri sürüp gelen Kürt meselesi, Alevi meslesi, din devlet ilişkileri, siyasetin hayat tarzı üzerine yaptığı baskı ve oluşturduğu kutuplaşma ile düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi hususlar da çözüm bekleyen konular. Cari iktidar on altı yıldır birçok sornunun ismini koydu ama çözmedi, bu sorunların çözümünü sürüncemede bıraktı, seçim malzemesi olarak kullandı.. Bunların bir an önce çözüme kavuşturulmaları bütün toplumun beklentisidir.
Seçim nedeniyle bu beklentilerin ve umutların tavan yaptığı günlerden geçiyoruz. Bu noktada doğru teşhis ve gerçekçi çözümler önemli. Bu alanda söylenmesi gerekenleri kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:
2. ÇÖZÜM BEKLEYEN (ANAYASAL) SORUNLAR
2.1. Bir kere Kürt sorunu bağlamında en acil çözmemiz gereken başlık, vatandaşlık meselesidir. 1982 darbe anayasasının vatandaşlık tanımı ve yaklaşımı Türk olsun olmasın herkesi tek bir ırk olarak nitelediği için sorunludur. Oysa kendini kendi kimliği ile ifade etmek isteyen başka kesimler de var. Kürtler epeydir, “Bizi yasayla Türk yapamazsınız, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı konusunda herhangi bir çekincemiz yok, ama kendi kimliğimizin tanınması konusunda talebimiz var” diyorlar. Burada yapılması gereken Mustafa Kemal Atatük'ün 1921 Anayasasında kullandığı “Türkiye halkı” veya “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır.” Kimlik insanın şerefidir ve herkesin kendini istediği kimlikte ifade etmesi demokrasilerin gereğidir.
2.2. İkinci önemli ve sorunlu başlık din ve vicdan özgürlüğüdür. Din mevzusu mevcut anayasada laiklikle bağlantı içinde ele alınmasına rağmen, uygulamada gerçek bir laiklik yoktur. Örneğin sunni islam kimliği epey bir yekün tutan Alevili vatandaşlara adeta dayatılmaktadır. Aleviler “bizim ibadet yerimiz cemevidir, onun için devletimiz bize bu olanağı sağlamalı” dediğinde, “hayır böyle bir şey yoktur” deme yetkisini ve hakkını kim nasıl kendinde buluyor ve böyle bir uygulama nasıl laik oluyor? Kaldı ki bu uygulamaların, sadece sunni islama hizmet veren ve anayasal bir kurum haline getirilen Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapıldığı herkesin malumudur. Bu durum doğru olmadığı gibi demokratik de değildir. Başta Aleviler olmak üzere ülkede yaşayan inanç grupları, ibadetlerini nerede, nasıl yapmak istiyorsa öyle yapmalıdırlar. Bu konuda devletin bir dayatması yönlendirmesi ve belirlemesi olmamalıdır.
2.3. Üçüncü nokta çağdaş devletin bütün ideolojilere eşit mesafede durması meselesidir. Cari anayasa “milliyetçilik idolojisini” öne sürüyor. Bir kere çok kültürlü toplumlarda devlet eliyle böyle bir dayatma birliği dinamitler. Çünkü eğer siz devlet olarak A milliyetçiliğini devletin kutsalı haline getirirseniz B milliyetçiliğini karşınıza almış olursunuz, bu da düzeni bozar. Oysa yasaların temel amacı düzeni sağlamaktır. Çağdaş demokrasilerde hukukun üstünlüğü vardır, hiçbir şart ve koşulda üstünlerin hukuku söz konusu olamaz. O halde anayasa bir ideolojiye vurgu yapmamalı, hatta ideolojiden hiç sözetmemelidir.
2.4. Dördüncü nokta vesayet rejiminin bertaraf edilmesi meselesidir. Vesayet deyince bugüne değin sadece asker akla geliyordu, şimdi tek adam rejimi ile birlikte sivil vesayetten bahsetmek de mümkün. Vesayet rejimi nin gerçekten değişmesi için iki önemli adım atılmalı: Bir; sivil anlamda sistem gerçek anlamda kuvvetler ayrımına dayanmalı; özgürlükçü parlementer demokrasiye dönülmelidir. İki; MGK kaldırılmalı, başta iki hukuklu yargı sistemi olmak üzere bütün militer imtiyaz ve ayrıcalıklara son verilmeli, demokrasinin en önemli özlliği olan denetim mekanizması işlemeli ve askeri harcamalar Sayıştay denetimine tabi olmalıdır. Daha da önemlisi asker siyaset alanının dışına çıkarılmalıdır. Bütün bunlar anayasal güvenceye bağlandığında, ancak vesayet rejiminin sona erdiğinden bahsedilebilir.
2.5. Beşinci nokta yerele yetki devri meselesidir. Soru şu: Merkezde birikmiş katı bürokratik statüko değişecek mi değişmeyecek mi? Değişecek deniyorsa o taktirde sistem, ademi merkeziyetçi bir anlayışla yeniden yapılandırılmalı.. Bu çerçevede yerel yönetimlere sorumlulukla beraber yetki ve kaynak aktarımı sağlanmalıdır. Genel güvenlik, dış ilişkiler, merkezi adalet ve mega projeler dışında bütün yetkiler yerel yönetimlerde olacak şekilde yeni bir düzenlemeye gidilmelidir. Ankara artık bütün sorunların tespit edildiği, bütün çözümlerin ürertildiğ ve bütün kaynakların toplanıp dağıtıldığı tek yer olmaktan çıkarılmalıdır.
2.6. Diğer önemli bir sorun da tartışılan ana dil meselesidir. Resmi dil Türkçe’nın yanısıra anadilde eğitimin önündeki engeller kaldırılmalı. Bu siyasi değil, insani ve vijdani bir meseledir. Dil bir bölünme aracı değil, bilakis bir zenginlik ve bir bütünleşme aracıdır. Dünyadaki benzeri örneklerinden de bunu görüyoruz. Bu sorunun çözülmesi Kürt sorununun çözümünün da anahtarı olacaktır.
2.7. Yedinci mesele rejimin niteliğine ilişkindir. Toplumun önemli bir kesimi 16 Nisanla dayatılan sisteme rıza göstermiyor. Bu son derece önemli bir itirazdır. Oysa anayasalar toplumun temel oydaşma şemsiyeleridir. Türk Tipi başkanlık denilen şeyin ne olduğu belli değil; ne başkanlık ne de parlementer sisteme uymaktadır. Pratikte karşılığı olmayan bu yapının topluma sorun çıkarmaktan öte bir yararı yoktur. Çünkü bu sitemde kuvvetler ayırımı ortadan kaldırıldığı gibi ne fren
ve denge sistemi ne de yatay ve dikey katılımın sağlanması sözkonusu. Başkanın tek adam olmasını önleyen denetim mekanizması olan senato da yoktur. Bunların olmadığı, cumhur başakanın meclis fesedebildiği, KHK çıkarabildiği, atamalarının herhangi bir denetime tabi olmadığı bir sistem başkanı bir krala ve bir diktatöre çevirebilir ki bu da demokrasi yolunda yürünerek ulaşılabilecek en son felaket olur.
3.SONUÇ
Sonuç olarak, demokratik bir devletin ırkı, dini, idolojisi ol(a)maz. Olursa kendi vatandaşlarını kendi eliyle bölmüş olur, aralarına nifak sokmuş olur, niza çıkarmaya davet etmiş olur. Devlet ben Türküm derse Kürtler ve diğer etnisitler kendini dışlanmış hiseder ve kırılır; devlet ben Sunniyim derse Aleviler ve diğer inanç grupları dışlandıklarını düşünür ve devlete inançları azalır; devlet ben A ideolojini savunurum dese B ideolojinde olanları karşısına almış olur. Hangi akıllı devlet bunu yapar, ya da devlet aklı böyle bir akılsızlığı reva görür mü kendine? O halde bu seçim sürecinde ve söyleminde buna göre bir yol elzemdir. Başata anayasa olmak üzere yasalar yapılırken bu konularda yapılacak değişiklikler net biçimde topluma anlatılmalıdır.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki Milli Mücadele koşullarındaki iradenin yansıması olan 1921 anayasası hariç bugüne kadar yapılmış olan hiçbir anayasa halk iradesini tam olarak yansıtmıyor. Başta Osmanlı döneminde padişahın vesayeti altında yapılmış olan 1876 anayasası olmak üzere, muhalefet dışlanarak çoğu atamayla gelen vekillerin yaptığı ve sorunlara yolaçan 1924 anayasası, 1961 ve 1982 darbe anayasaları halkın iradesi ile yapılmış anayasalar değildir. 16 Nisan şaibeli referandumu mu da..
Bu seçimde birçok kesimi ve görüşü bünyesinde barındıran temsil kabiliyeti yüksek bir meclisin oluşması bekleniyor. İşbaşına geldiğinde söz verdiği üzere anayasayı yapma tarihi sorumluluğunu yerine getirdiğinde yukarıda zikredilen sorunları dikkate almalıdır. Bu günün söylem ve yaklaşımları da ona göre olmalı....
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları