Büyük Resme Bakmak -II-
Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı, ''AKP Nereden Koşuyor, Nereye Koşuyor?''...
Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı, ''AKP Nereden Koşuyor, Nereye Koşuyor?''...
AKP 2000’li yılların başında kurulduğunda içerde ve dışarda kendini
büyütecek bir konjunktörle karşılaştı, ya da bu konjunktür AKP’nin çıkışını ve
yükselişini sağladı denebilir. İçerde halkta bıkkınlık yaratmış başarısız bir
koalisyon hükümeti vardı. Ekonmi krizdeydi, Kemal Derviş’in (daha sonra AKP
iktidarınca aynen uygulanan) programı henüz sonuç vermemişti. Yeni kurulmuş bir
parti için uygun koşullar oluşturan bu durma dış konjunktur açısından da iki
olumlu gelişme eşlik ediyordu. Birincisi, SSCB’nın dağılmasından ve 2011
saldırısından sonra ABD ve Batı için
Ortadoğunun yeniden şekillendirilmesinde önem kazanan ılımlı İslamdı. İkincisi,
Özal’ın ölümüyle boşlukta kalan Türkiyeyi Yeni Dünya Düzenine ve küresel
sermeyeye eklemleyecek yeni bir program ihtiyacıydı. Öcalan’ın yakalanması ve PKK’nın sınırdışına
çekilmesinin yarattığı uygun ortamda AKP bütün bunlara talip bir parti olarak
ortaya çıktı.
Ancak ortada önemli bir sorun vardı, o da bu kadronun bilinen ve
yıllardır toplumun önemli kesimlerince kabul görmeyen islamcı bagajlarıydı. Bu ağırlıklarla fazla ileri gidemezlerdi. Çünkü
AKP’yi kuran Erdoğan, Gül, Arınç gibi öncü kadrolar içerde ve dışarda güven
vermeyen politikaların mücidi Erbakanın talebeleriydi ve herkes Erbakan’ın denenmiş felesefesi ve
polşitikasıyla bir yere varılamayacağı inancındaydı. İşte tam bu noktada kurucu
kadro zamanın ruhunu yakalayan önemli
bir atraksiyon yaptı. “Biz tamamen değiştik” dediler ve eskiyle radikal kopuşu
gösteren bu değişimi üç ana noktada förmüle ettiler.
1.Dediler ki, Erbakanın “Adil Düzen” söylemi safsatadır, geçerli ve
gerçekçi olan serbest piyasa modelidir “biz serbest piyasa ekonomisini
benimsiyoruz ve Türkiyeyi küresel ekonomiye bu yolla biz eklemleyeceğiz!”
2.Dediler ki, “Avrupa Birliği Erbakanın dediği gibi Hristiyan Klubu
değildir, aksine yüksek değerler manzumesidir ve biz Avrupa Birliğine katılmak
için vargücümüzle çalışacağız.”
3.Dediler ki, “biz Milli Görüş gömleğini tamamen çıkardık, demokrasiye
candan inanıyoruz. O yüzden siyasetde
referansımız islami akideler değil demokratik kurallardır, demokrasi bizim
ajandamızı gereçekleştireceğimiz bir araç değil ulaşılması gereken bir
amaçtır.”
Tabiri caizse AKP bu çıkışıyla bir taşla birkaç kuş vurmak bir yana adeta
kuş katliamı gerçekleştirdi. Bir yandan içerdeki “zinde kurumların” şeriat
geliyor tehlikesini savurdu; öte yandan büyük sermayaye korkacak bir şey yok,
biz sizin menfaatleriniz için çalışcacağız mesejını vererek önemli bir müteffik
edindi. İçerde bu atraksiyonlar olurken dışarda da bunu pekiştiren diyaloglar
geliştirildi. ABD’ye “bizim iktidarımızda eksen kayması yaşanmayacak, aksine biz
sizin Ortadoğudaki çıkarlarınızı stratejik bir ortak olarak korucağız” dediler.
Avrupa Birliğinene de “Türkiye bizim iktidarımızda AB’nın tüm kural ve
kaidelerini ve özellikle Kopenhag Kriterleri ile Maastrihct Kriterlerini yerine
getirecektir” sözünü verdiler. AKP işin başında batıyla kurmuş olduğu bu
diyalogu içerde de iyi kullandı. Batıya dayanarak ve Batıyla dayanışırak
içerdeki meşruiyetini güçlendirdi, içerde güçlendikçe de Batıya “Türkiyedeki
tek etkili ve önemli güç benim” diyerek adeta Türkiyeyle anlaşmak isteyenlerin
kendisiyle anlaşmaya mahkum oldukları görüntüsünü oluşturdu. Başlangıçta AB’ye
katılmak için gösterilen kararlılık ve isteklilik, atılan bazı adımlar, yapılan
kimi reformalar hep bu adımların kanıtı olarak iyi organize edilmiş bir
propoganda ile sunuldu. Hulasa, AKP
iktidarı iki alana dayanarak iktidara geldi ve bu iki alanı kullanarak
oylarını ve iktidarını gittikçe yükselen
bir terendle korudu ve bugünlere geldi.
Bu alanlardan biri ekonomideki istikrar ve büyüme (kalakınma değil) idi:
AKP iktidara geldiğinde Kemla Derviş’in başlatmış olduğu ekonomi programını
devam ettirdi. Bu sayede ekonimi eskiye nazaran bir düzene girdi ve büyümeye
başladı. AKP sık sık demokrasiden dem vursa bile ekonomi ile büyüme ikileminde
hep demokrasiye rağmen büyümeyi esas aldı. Bu anlayış aynı zamda çevre ile
çatışan, demokratik değerlerle çelişen manzaraları ortaya çıkarsa da bunu önemsemedi bu yolda devam etti. Fakat bu
büyümeye göre bir sosyo ekonomik-sosyo,
politik ve sosyo kültürel gelişme ve kalkınma sağlanamadı. Sözgelimi, siyasi
partiler ve seçim yasaları değiştirilmedi, %10 seçim barajı indirilmedi,
dokunmazlıklar kaldırılmadı. Pasta kısmen büyüde ama AKP iktidarı islami
geleneğe rağmen bölüşümle hiç
ilgilenmedi. İlgilendiği tek konu
kendi çevresini zingin etmek, kendine yakın bir (yeşil) sermaye
oluşturmak, kendi medayasına kaynak aktarmak, kendine bağlı bir basın
yayın yapısı kurmak oldu. İktidarına yandaş görmediği kimi sermaye
ve medya gruplarının üstüne yürümekten ve hatta onları batırmaktan da imtina
etmedi. Bu yolla aynı zamanda ortada duran kesimlere aba altında sopa
göstererek hizaya getirdi. Nitekim başbakan açık açık “bi taraf kalmayın yoksa
bertaraf olursunuz” demekten geri durmadı. Tabi bahsettiği “taraf” sadece kendi
tafıydı; bu kişi ve kurumlar ya kenedi tarafında saf tutarlardı ya da yok olup
giderdi.. Nitekim kısa süre içinde medyada, iş alameinde açık seçik AKP
destekçiliği başladı. Bundan alınan cesaretle kamu kurumlarında büyük bir
kadrolaşmaya geçildi. liyakata ve ehliyete bakılmnaksızın devletin bütün
kurumları nerdeyse AKP mensupları ya da taraftarlarıyla dolduruldu. Bu düzen ve
gereçekleşen ekonmik büyüme sadece AKP ve onun çeperinde yeralan veya çevrsinde
dolaşanlara yaradı.
AKP’nın iktidarında kullandığı ikinci argumansa, sürekli kullanılan
demokrasi söylemiyle vesayetin geriletilmesi ve propogandasıdır. Burada da
gelişmeler AKP’nın yüzüne güldü. AB sürecinde bazı adımlar atılınca AKP’nın
sözde değil özde değiştiğine halk inandırıldı. Ardından Amerikanın desteği
olmadan kendi başına darbe yapabileciğne inanan ve kanan kimi darbeci
generaller gene ABD’nin de desteği ve isteğiyle apar topar derdest edilip içeri atılınca bu Erdoğanın hanesine artı
puan olarak yazıldı.
Oysa bir yandan bu generalleri içeri atarken öte yandan muhtıra verdiğini
kendi ağzıyla itiraf eden Büyükkanıta bir trilyonluk zırhlı araç tahsis
edilerek taltif ediliyordu. Bazı
askerlerin içeri atılması askeri vesayetin geriletilmesi olarak sunulurken,
beri yandan 12 Eylül rejiminin bütün anti demokratik yasaları vargüçüyle
yürürlükte ve hiçbiri değiştirilmedi.
AKP, perde arkasında askerle anlaşırken (örneğin askeri sayıştay,
içtüzük, askeri çözüm vb) perde önünde yapılanlar cebelleşme olarak sunarak
hersferinde halktan oy devşirmesini bildi.
Sonuç itibariyle AKP on yıl boyunca ekonimideki büyümeye dayanarak ve
askeri vesayeti geriletiğini propogantif faaliyetlerle yayarak üç genel seçim,
iki yerel seçim ve iki de referandum olmak üzere tam yedi seçim kazandı. Ancak şimdi geldiği noktada artık denizin
bitmekte olduğu görülüyor. Çünkü AKP iktidarı bu başarı serüvenine rağmen şimdi
üç alanda başarısızlığa uğramaktadır.
1.Türkiyenin allayıp pulladığı Neosmanlıcı dış politikasının, Suriyenin
Türkiye uçağını düşürmesiyle iflas ettiğini herkes gördü. Oysa pro aktif politikayla
Ortadoğunun sahibi ve düzenleyicisi olacağını söyluyordu Dışişleri bakanı.
Halbuki kendi içinde sorunları çözmeden Ortadaoğudaki sorunları çözmenin ve
başka ülkelerin içişlerine müdahale etmenin aktif politika yürütmekle bir ilgisi
olmadığı gibi bunun mümkünü de yoktur.
Üstelik Türkiyenin yığınla demokrasi ile ilgili sorunları varken şimdi
demokrasi havariliğine soyunması inandırıcı da değil.. Kendisi demokrasiyi
içselleştirmemiş bir ülkenin başka ülkeleri demokratikleştirmesi ne kadar
samimi ve ne kadar gerçekçi. Yoksa bu söylem adı altında başka amaçlar peşinde
mi koşuluyor? Demokrasisini tam olarak kurmayan
bir ülke başkalarına demokrasi getiremez, tıpkı parti içi demokrasiyi kur(a)mamış
bir partinin ülkeye demokrasi getiremiyeceği gibi.
Nitekim Süriye’nin kendi vatandaşlarını öldürdüğünü demokrat olmadığını
söylüyor AKP’liler. Peki başbakan dün
Esatla el ele kolkolayken demokrasi varmıydı Suriyede? O zaman ne değişti ki
birden “kankalar” düşman oldular. Suriyeyi geçelim, şu an Türkiye Cumhuriyetinin
kötü olmadığı komşusu hemen hemen yok gibi. Suriye ile nerdeyse savaşa girilecek,
Irak Türkiye’yi düşman kategorisinde değerlendiriyor, İran İsrail’le bir
çatışma durumunda ilk vuracağı yerin Kürecik Füze Savunma sitemleri olacağını
açık açık ilan etti, Rusya tamamen Suriye’nin arkasında, İsrail açık denizlerde
Türkiyenin 9 yurtataşını katletti Türkiye hamasetten başka birşey yapamadı,
Yunanistanla ilişkiler iyi deği, AB dönem başkanlığı ile görüşülmüyor bile..
vs. Bütün bunlar Ahmet Davuroğlunun proaktif
dış siyaset olarak sunduğu dış politikanın yürümediğini, sıfır problemli dış
politikanın gelinen noktada sıfırı tükettiğini gösteriyor. İçerde atıp tutma
olurken dışardan gerçeğin böyle olmadığı görülüyor. Nitekim Guardian Türkiyenin
izlediği politikayı “zayıf ve akılsızca hamleler” olarak nitelemekten geri
durmadı.
2.Türkiyenin insan hakları karnesi bozuk. Özgürlükler ve demokrasi
açısından giderek yükselen kaygı verici
bir trend var. 771 öğrenci tutuklu, 23 bin öğrenci soruşturmalardan geçirilmiş,
yüzlerce gazeteci içerde, valiler kendi illerinde içki yasağı koyabiliyor,
sendikacılar, belediye başkanları sogusuz yargısız gözaltına alınıp
tutuklanıyor, milletvekili seçilenler içerde tutuluyor, başbakanın bir lafı ile
kanun çıkarılıyor ya da çıkarılan kanunlar iptal edilor. Açılım politikları tamamen
durdu. AKP birçok sorunun adını koydu ama aradan on yıl geçti hiçbirini
çözmedi. Kürt sorununda cenazeler hamaset nutuklarının altında gelmeye devam
ediyor. Siyasiler habire demeç veriyor,
milliyetçiler durmadan cenazelerde slogan atıyor, annelerin gözyaşları dinmiyor,
olan yoksul halk çocuklarına oluyor.
Yeteneksiz politikacılar sadece konuşuyor, her iki tarafta gencecik
insanlar ölmeye devam ediyor. Güce doymayan AKP iktidarı demokrasi kılıfı ve
milli irade söyelemi altında Türk –İslam sentezi olarak iyice merkezileşip
otokratikleşiyor. Kürt sorunu gündeme geldiğinde milli reflekslerinin nabzı
Türklükle atarken, Alevi ya da Ermeni sorunu gündeme geldiğinde bu nabız onlar
için Sunni Müslümanlıkta atıyor. Bu etnik ve dini refleksler dış politikada
daha da belirginleşiyor. Suriye’ye güya
demokrasi adına müdahale ettiğini söylerken, Uluslararası Ceza Mahkemesinde
yargılanan, BM’ye göre 300 bin kişinin katlinden ve 2,5 milyon insanın evsiz
kalmasından sorumlu Sudan diktatörü El Beşir ile anlaşma yapıyor, yetmiyor bütün
dünyanın dışladığı bu diktatörü Ankarada ağırlıyor.
3.Ekonimide de giderek çatırdamalar başlamış durumda. Bir yandan birileri
çalışmadan trilyonları iç ederken, türedi bir zengin sınıf oluşurken, öte yandan kentlerin varoşlarına göç ve kaç
hareketiyle gelmiş olan milyonlar açlık sınırının altında yaşıyor, çoğu
akşamları evine ekmek bile götüremiyor.
AKP içerde İdris Naim şahinin milliyetçiliği ile sembolize edilen bir
tavır ve tutum dışarda ise Ahmet Davutoğlunun yayılmacı ve Neosmanlıcı politikasını
sergiliyor. Bu iki politikada uygulamalarının da gösterdiği gibi Türkiye doğru
yolda değil. Zararın neresinden dönülürse kardır misalı burdan dönülmesi
gerekir. Bu doğru yolu AKP kendi bulmazsa güçlü bir alternatif mutlaka oluşarak
Türkiyeyi gerçek rayına sokacaktır. Başka da çıkış yolu yoktur.
Prof. Dr. Ahmet Özer
Sosyolog, Toros Üniversitesi
Rektör Yardımcısı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları