Tarih:
13.08.2014
Cumhurbaşkanlığı seçimini nasıl okumalı?
Ahmet Özer; Türkiye, günlerdir tartışılan, Erdoğan’ın büyük bir kaynak ve propaganda ile eşit ve adil olmayan koşullarda yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimini yaptı...
Türkiye, günlerdir tartışılan, Erdoğan’ın büyük bir kaynak ve propaganda ile eşit ve adil olmayan koşullarda yürüttüğü cumhurbaşkanlığı seçimini yaptı. Erdoğan seçimi %51.8’lik bir oranla kazanırken, çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, düşük profilli bir propaganda yürütmesi, yeterince tanınır olmaması, Erdoğanla aynı meşrepten gelmesi, onu aday gösteren örgütlerin seçim için tam seferber edilememesi ve tümüyle oy vermemesi sonucu MHP ve CHP’nin yerel seçimlerde aldığı oydan daha az oy almasına sebebp oldu. Bu kampanyanın hiç kuşkusuz seçimi kaybetse de kazananı ise Selahattin Demirtaş’tır. Bütün olanaksızlıklara ve önyargılara rağmen Demirtaş’ın oylarını yurt sathına yayarak ve bir önceki seçime göre %50 artırarak %9,8’e ulaşmış olması büyük bir başarıdır. O yüzden bu seçimin, seçimi kaybetmiş olsa da kazananı Demirtaştır diyebiliriz
Demirtaş’ın buradaki asıl zaferi, yıllardır bir türlü ulaşılamayan Batı seçmenine ulaşması, onlarla bağ kurması, aradaki buzları eriterek yıllardır Öcalan’ın savunduğu Türkiyelileşme projesinin önünü açmış olmasıdır. Nitekim Demirtaş, Kürt siyasi tarihinde ilk defa Ege ve Akdeniz’de oylarını ikiye katladığı gibi, İç Anadolu ve Karadeniz gibi bu harekete yıllardır önyargının da ötesinde adeta düşmanca bakmaya koşullandırılmış olan bölgelerden oy aldı. Bayburt hariç bütün Türkiye illerinde %1’in üzerinde oy almış olması, anlamlı olmanın ötesinde 2015 seçimlerinde HDP’nin ana muhalefet partisi olmasının yolunu açtı.
Aslında Doğu ve Güneydoğu’daki mevsimlik işçiler oy kullanmış olsaydı, nasıl olsa kazanmayacak denerek Erdoğana aza da olsa kayan oylar önlenebilseydi ve nihayet batıdaki ilginin tümü oya dönüştürülebilseydi mevcut oy oaranı çok daha fazla olabilirdi. Bütün bunlara rağmen gene de Demirtaş’ın bir önceki seçime göre 1 milyon 156 bin oy artırarak 3.946.737 oyun her biri Kürt hareketinin bundan sonraki geleceği için hem çok önemli hem de umut verici.
Sonuç olarak Demirtaş’ın Türkiye’yi kucaklayan söylemi, ne dediğinin anlaşılması, eskinin karşısında yeniyi temsil etmesi, ilkeli tutumu, genç dinamik ve sempatik yapısıyla birleşince büyük bir hüsnü kabul gördü ve hemen hemen herkesim tarafından oy versin vermesin teveccühle karşılandı. HDP, bu yaklaşımından yola çıkarak yeni bir yol haritası belirlemeli, eksiklerini gidererek önümüzdeki seçimlere süratle bu çerçevede şimdiden hazırlanmalıdır.
Çatı adayı İhsanoğlu’na gelince; bekleneni vermediği gibi, bir kez daha siyasette 2+2’nin 4 etmeyeceğinin ispatını yapmış oldu. Nitekim CHP ve MHP’nin bir önceki seçimde aldığı %43 civarındaki oy ve onu desteklediklerini deklere eden diğer irili ufaklı partilerin toplam oylarından %8 oy kaybıyla ancak %38,8 oy alabildi. Bir kere ulusalcı CHP’liler hem adayı benimsemedikleri için hem de Kılıçdaroğlu’nun elini zayıflatarak parti içi iktidar mücadelesinde ön olmak için sandık başına gitmediler. CHP tabanındaki Alevi seçmenin bir kısmı da İhsanoğlu’nu Erdoğan’ın düşük profilli bir versiyonu olarak gördüğü için Demirtaş’a oy verdiler. MHP tabanından ise Erdoğan’a hatırı sayılır bir oy kayması yaşandı. Özellikle MHP’nin yerel seçimlerde önde olduğu illerde bir oy düşüşü görülmesi bundan. Bu da MHP’nin yerel seçimlerde AKP’den aldığı oyların geri gittiğini gösteriyor. Bu sonuçlardan şunu çıkarabiliriz; CHP taban tabana zıt olduğu MHP ile ittifak arayışları yerine Sosyal Demokrat bir adayla seçime girseydi MHP’de kendi adayı etrafında kenetlenseydi seçimin ikinci tura kalma ihtimali daha yüksek olurdu.
İkinci olarak CHP liderliğinin sürekli MHP’li kesimlerle ittifak arayışının doğru olmadığı, ilkeli siyasetin önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkmış oldur. Nitekim bütün Türkiye’de sadece İzmir ve Sivas’ta iki partinin oy toplamından fazla oy alabilen İhsanoğlu 79 ilde daha az oy aldı. Diğer partileri de hesaba kattığımızda bu seçimim kesin mağlubu CHP ve MHP’dir. CHP’nin aldığı sonuç, sağa ya da sola açılmanın eseri değil, politikasızlığın, gerçekçi bir politika üretememenin sonucudur. CHP son 10 senede Erdoğan’a karşıtlıkla siyaset yapmaya çalıştı, ancak bu politika hep Erdoğanın işine yaradı. CHP’nin yönetiminden, en küçük belde teşkilatından genel merkeze kadar sorun(lar) var.
CHP’nin adeta yıkılıp yeniden kurulması lazım. Çünkü bu başarısız, bir türlü alternatif oluşturamayan durum her seferinde Erdoğan’ın elini daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor.
Erdoğan’a gelirsek; her ne kadar cumhurbaşkanlığı seçimini %51,8’lik bir oyla kazansa bile, bu sonucun hem onun açısından hem de istediklerini hayata geçirme konusunda başarılı bir sonuç olmadığı ortada. Bir kere katılımın %74’lerde kalması, diğer bir deyişle kayıtlı 55.764.412 seçmenin %26’sı, yani 15 milyonu aşkın bir seçmen kitlesinin sandık başına gitmemiş olması (ki bu her dört kişiden birinin oy kullanmamış olması demek). görünürde %51’i geçtiği gözükse de aslında kayıtlı seçmenin sadece %37’sinin oyunu almış olması, fiili başkanlığı uygulamasını zorlaştıracaktır.
Buna rağmen Erdoğan fiilen yarı başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı sistemini uygulamaya çalışsa bu hem rejimde hem de partisinde ciddi sorunlara ve çatlamalara yol açacaktır. Aslında bu seçimde Erdoğan’ın aldığı 20.896.249 oy bir önceki genel seçimde aldığı 21.466 oydan daha düşük yerel seçimlerin ise seviyesinde bir oydur. Erdoğanı zafere götüren unsur bu seçimde katılımın düşük olmasıdır. Eğer CHP seçmenini sandık başına götürülebilseydi, MHP de seçmenine hakim olabilseydi bu sonuç ortaya çıkmazdı. O nedenle Erdoğan oy artışı sağlamadığı halde CHP ve MHP’nin başarısız performansının sonucu olarak seçimi kazanmış oldu.
Artık seçim geride kaldı. Türkiye şimdi iki şeye kilitlenmiş durumda. Birincisi Erdoğan bundan sonra nasıl bir cumhurbaşkanlığı sergileyecek, ikincisi AKP nasıl dizayn olacak ve bundan sonraki akıbeti ne olacak? Bir kere Erdoğan AKP’yi kendi meşrebine göre dizayn edecek, muhtemelen partinin başına Davutoğlu gibi kendine bağlı birini getirecek, bakanları kendisi belirleyecek, hem partisini hem iktidarı hem de Türkiye’yi yönetmeye kalkışacaktır. 2015 seçimlerde yeterli çoğunluğu bulduğu takdirde anayasa değişikliği ile “Türk Tipi Başkanlık” dediği sisteme geçecektir.
Öncelikle, Gül faktörü, 3 dönem sonucu dışarda kalan milletvekilleri rahatsızlığı ve geçmişte Özal döneminin ortaya koyduğu benzeri sendromlar nedeniyle partiyi istediği gibi yönetmesi mümkün değil. Bu nedenle AKP’nin muhalfeti gene kendi içinden çıkacak ve bundan sonra AKP artık miadını ve misyonunu doldurmuş bir parti olarak inişe geçecektir. Tabi bu biraz da muhalefetin özelikle de HDP’nin performansına bağlı.
Öncelikle, Gül faktörü, 3 dönem sonucu dışarda kalan milletvekilleri rahatsızlığı ve geçmişte Özal döneminin ortaya koyduğu benzeri sendromlar nedeniyle partiyi istediği gibi yönetmesi mümkün değil. Bu nedenle AKP’nin muhalfeti gene kendi içinden çıkacak ve bundan sonra AKP artık miadını ve misyonunu doldurmuş bir parti olarak inişe geçecektir. Tabi bu biraz da muhalefetin özelikle de HDP’nin performansına bağlı.
İkinci olarak Erdoğan’ın bahsettiği Türk Tipi Başkanlık sistemi yürümez. Çünkü Erdoğan’ın öngördüğü sistemde kuvvetler ayrımı zayıftır. (Oysa başkanlıkta tam tersi net bir ayrım vardır.) Demokrasilerde yetki ve sorumluluk bir madalyonun iki yözü gibidir. Eğer bir yerde yetki çok sorumluluk yoksa orada krallık ve padişahlık olur ki bu da demokrasinin ruhuna aykırıdır. İkincisi Erdoğan’ın ön gördüğü başkanlıkta kontrol ve denge sistemi yoktur (ki başkanlığı en belirgin özelliği bu iki ilkenin işlenmesidir.) Kontrol ve fren sistemi olmalı ki başkan otoriterliğe kaymasın. Örneğin üst atamalar, çıkarılacak KHK’ler, yapılan harcamalar bir denetim mekanizmasına tabi olmalı. Mesela Amerika’da başkanın bütün iş, işlem ve icraatlarını kongre tarafından (özellikle de senato tarafından denetlenir.
Senatonun onay vermediği işlemler yürürlük bulamaz). Oysa Erdoğan her şeyi ben yaparım olsun diyor. Bu hem olmaz hem de kabul edilemez. Diğer önemli bir husus da denge meselesidir. Başkanlık sisteminde sadece idari işleyiş değil siyasi egemenlik de merkezi federal devletle eyaletler arasında paylaşılmıştır. Yerel yönetimler son derece güçlü ve yetkilidir. Oysa Türkiye’de hala katı merkeziyetçi ve bürokratik bir yapı mevcuttur. Bütün sorunlar hala Ankarada tespit ediliyor, bütün çözümler Ankarada üretiliyor, bütün kaynaklar Ankarada toplanıp dağıtılıyor. Ankara artık bu yükü kaldıramıyor. Bu köhnemiş sistem yerele kaynak ve yetki verilerek aşılması gerekirken Erdoğan tam aksine merkezin bütün iplerini kendi elinde tutarak daha fazla güç, yetki ve otorite istiyor. Bu da sitemi rahatlatmak yerine çatlatmaya götürür.
Kürtlerin coğrafi ve etnik yapıların ötesinde bütün Türkiye için öngördüğü ademi merkeziyetçi bir yönetim tarzı olan demokratik özerk yerel yönetimlerin tartışılmasına bile tahammül edilmiyor. Peki o zaman bu ne perhiz bu ne turşu? Dolayısıyla eğer başkanlık tartışılacaksa ya adam akıllı tartışılmalı, ya da ne olduğu belirsiz “Türk Tipi Başkanlık” denilen şeyden vaz geçilmelidir.
Sonuç olarak yeni cumhurbaşkanı ne yapmalı denecek olursa, bir kere cumhurbaşkanı kişi olarak kapsayıcı olmalı, herkesin cumhurbaşkanı olmalı, öfke ve kibirden uzak bir tutum, barışı benimseyen, barış dilini kullanan ve çözüm sürecini ilerleten bir tutum sergilemelidir. Devletin bekçisi, bürokrasinin hamisi değil, halkın içinde, halkla beraber yürüyen bir cumhurbaşkanı olmalı. Böyle bir cumhurbaşkanı, bürokratik devletten demokratik cumhuriyete geçişin öncülüğünü yapan bir cumhurbaşkanı olur ki Türkiye’nin ihtiyacı olan da budur.
Prof. Dr. Ahmet Özer
Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI