Tarih:
11.02.2012
Değişim ve AKP
Soğuk Savaş sonrasında, koşullarına özgü siyasi örgütler ve liderler ortaya çıkıyordu...
Soğuk Savaş sonrasında yeniden kurulmakta olan dünyada her ülkenin kendi tarihine ve koşullarına özgü siyasi örgütler ve liderler ortaya çıkıyordu.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren en büyük “tehdit” olarak belirlenen Sol, İslam ve Kürt hareketi Soğuk Savaş sürecinde de bu konumunu sürdürmüş ve her birisi değişen ölçülerde de olsa hep bir tür baskı ve denetim altında tutulmuştu.
12 Eylül darbesiyle adeta imha edilen sol/sosyalist hareket yeniden ayağa kalkmayı başaramadı. Kürt hareketi 80’li yıllarda yeni bir isyan başlattı ve bugünlere kadar gelirken bazı kazanımlar elde etti ancak Türkiye’yi bir bütün olarak yeniden yapılandırması mümkün değildi. Bu noktada Kürt hareketinin bir siyasi müttefike, ortağa ihtiyacı vardı. Sol, güçlenerek böylesi bir ittifaka girişemeyince Kürt hareketi de esasen kendi sorunları ve dünyasıyla sınırlı kaldı. Nitekim en ağır zulmü bu süreçte isyan etmeye devam eden Kürtler yaşarken, sol da gelişmeye çalıştıkça budanmış, imha edilmiş, İslamcı unsurlar ise “tatlı sert” bir baskı eşliğinde sistem içinde yaşam hakkına sahip olmuşlardı. Özellikle sol ve Kürt hareketinin gelişimine karşı el altında tutulan İslamcılar gerektiğinde devreye sokulmuştu. Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra Türkiye’nin geleceğini belirlemek, ülkeyi yeni sürece taşımak açısından en avantajlı olan, bir anlamda önü açık olan İslamcı kesimlerdi.
Bu noktada sorulması gereken soru ise şudur: Acaba Özal yaşasaydı Erdoğan ortaya çıkabilirmiydi, çıksa bile böyle tutunabilirmiydi? Tutunamazdı. Çünkü Özal öldüğünde geride kalan Demirel, Erbakan, Türkeş, Ecevit Soğuk Savaş döneminden kalma görüş ve polikalara sahip politikacılar olarak dünyanın yeni koşullarına göre değişmedikleri ve yeni dönemin politikalarına uyum sağlamadıkları için aşıldılar ve silinip gittiler. Bugün ne kendilerinin ne de temsil ettikleri partilerin esameleri okunmuyor.
28 Şubat sonrası Erdoğan ve arkadaşları Özalın bıraktığı boşluğu doldurmaya aday oldular ve Türkiyeyi küreselleşmeye kendilerinin entegre edeceklerinin vaadı ile içerde ve dışarda ortaya çıktılar. Bu minval üzere Erdoğan eski yol arkadaşlarından farklı olarak üç konuda değiştiklerini dile getirdi: 1) Milli Görüş gömleğini çıkarıp demokrasi gömleğini giydiklerini 2) AB’nin Hristiyan Klübü olmadığı, gelişmiş değerler manzumesi olduğunu 3)Adil Düzen yerine serbest piyasa ekonomisini benimsediklerini yüksek sesle ilan ettiler. Bu söylem, içerde sermaye kesimleri başta olmak üzre çeşitli çevrelerden onlara destek sağlarken dışardan da sorunlu olan iktidarlarını pekiştirmek ve meşruiyetlerini sağlamlaştırmak açısından önemli destekler sağladı. Soğuk Savaş Dönemindeki darbeleri kendi marifetleri zanneden, ABD ve Avrupa’nın desteğini almalarının nedenlerini anlamayan generaller, Erdoğan’a boyun eğdiler eğmek istemeyenler ise Silivri ve Hastala gönderilince bu da onun cesaret ve vesayeti gerileten lider hanesine yazılmış oldu.
Peki şimdi durum nedir ona bizr göz atalım: AKP işin başında ben sistemi değiştirmeye geliyorum diyordu ama şimdi gelmiş olduğu noktada iktidarını sürdürme ve nimetlerini paylaşma adına sistemi değiştirmek bir yana değiştirmeye geldiği sistemle bütünleşmeye, kendisi değişip sistme benzemeye, entegre olmaya başladı. Bu üzerinde durulması ve tartışılması gereken birinci tespit. Bilindiği üzere uzun yıllar Türkiyenin üç büyük iç düşmanı (irtica, bölücülük ve komünizm ) vardı ve milli güvenlik belgesinde sıralamaları değişse bile bunlar hiç değişmezdi. SSCB’nın dağılması ile komünizm defterden silindi, yasaklanan ve elemanları hapislerde çürütülen Kominst Partisi tarihte kaldı, şimdi artık yeni bir Kominist Partimiz var. Komünizm tehlikesi ortadan kalktıktan sonra geriye Kemalist zihniyetin sürekli şeriat tehlikesi ile öne sürdüğü İrtica ile Kürt milliyetçiliği ile öne sürdüğü bölücülük kaldı. Ancak yıllarca İrtica denerek çevrede hapsedilen görüş şimdi merkezi ele geçirip iktidar oldu. Dolaysıyla reel olarak değilse bile zımnen böyle bir tehdit yok artık.
Ancak bu kesim kendisinin tehdit olmaktan çıkarılması ve iktidarını sürdürmenin bedeli olarak Kemalist devletle aynı noktada buluşarak bölücülük propogandasına sarılmış durumda ve bunu da ortadan kaldırmak için geçmişte cebelleştikleri derin devletin çekirdeğinin ileri sürdüğü askeri yöntem konusunda anlaşmış durumda. Diğer bir deyişle cari iktidar irticayı defterden sildi, hatta bir adım ileri gidip islami millileştirmeye hatta Kürt meselesini bile İslamla çözmek vaadiyle geldiği iktidarı sürdürmek adına şimdilerde kemalizmle bir çeşit anlaşmış görünüyor... Bunda gelecekte yapılması sözkonusu olan Cumhurbaşkanı seçiminin ve olası başkanlık tarşmalarının etkisi yok değil.
İkincisi AKP siyaseti bir halkla ilişkiler faaliyetine dönüştürdü ve bunda kısmen başarılı da oldu. Pragmatik politikalarla iki ileri bir geri adım atmasının temel nedeni ise bir ideolojisinin olmamasıdır. Bu da başbakanı geldiği noktada öfkeli ve kibirli hale getirmiş durumda. Başbakan artık, kendinden başka kimseyi tanımıyor ve kendisine yapılan eleştirilere tahamül göstermiyor; Türkiye gömleği dar geldiği için de üstüne oturacağı daha büyük bir post arıyor.
Bu haleti ruhiye gidrek iç ve dış politikadaki anlayışlarına da yansıyor. Mesela kendi ülkesinde kan akarken Gazzedeki kanı durdurmaya soyunuyor; İsraille çatışmayı göze alacak atraksiyonlar yapıyor; İranı, Süriyeyi dizyn etmeye uğraşıyor. Başbakana bunu empoze edenler kendi ülkesinde akan kanı durduramayan bir başbakanın başka ülkelerdeki kanı durdurmasının nasıl mümkün olacağını söylemiyorlar. Düne kadar büyük bir afra tafra ile öne sürülen sıfır problemli dış politika birden bire neredeyse bütün komşularla burun buruna gelen bir Türkiye ortaya çıkarmış bulunuyor.
Sonuçta iktidar bozar mutlak iktidar mutlaka bozar. O halde yeni bir alternatife ihtiyaç var. Peki başta CHP olmak üzre diğer partiler bu süreçte ne yapabilir? Ulus-devletin ve bilerek veya bilmeyerek Soğuk Savaş’ın eskimiş paradigmalarından medet umdukları sürece bu anlayışların AKP’nin karşısında yapabileceği bir şey yok.
Tam tersineAKP’nin daha reformcu, Erdoğan’ın daha cesur algılanmasına yol açıyorlar. Yapacağı tek şey siyasetin en önemli unsuru olarak “değişimi” esas almalarıdır. Aksi takdirde bu durum daha çok sürer.
Prof. Dr. Ahmet Özer – Sosyolog
Toros Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI