Devletle yüzleşmek!
Prof. Dr. Ahmet Özer: Ekonomi batmak üzere, küçük esnaf kan ağlıyor; işsizlik tarihte görülmemiş oranlarda katlanmış, biz Amerika’ya TV’ reklamları eşliğinde kargo uçaklarıyla yardımlar gönderiyoruz. Peki, bize kim yardım edecek?
Acı izlerle yüzleşilmeli
Dünyanın Korona salgını ile mücadele ettiği bir dönemde, gençlerimizi, toplumsal enerjimizi kirli savaşlara feda etmenin üzüntüsünü ve utancını yaşamaya devam mı edeceğiz? Korona salgını sonrası yeni dönemde, aynı utancı yaşamamak için başta siyasal iktidarın, siyasetçilerin, bütün siyasi partilerin ve güvenlik kurumlarının bugüne kadar sürdürülen savaş ve şiddet politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmesi tarihi bir sorumluluk değil mi? Peki, devlet buna cevaz verir mi?
Devlet denilen aygıt, bireylerin kişisel iradeleri sonucu, bir takım hak ve yetkilerini delege ederek, sağlık, güvenlik ve özgürlük içinde yaşamaları için kurdukları bir kurumdur. Devlet böyle kuruluyor ama bir süre sonra bağlamından kopuyor, kendi başına bir amaç haline geliyor, onu yaratan yurttaş ise araca dönüşüyor. Böyle olunca da işler çığırından çıkıyor, devlet o zaman sadece onu ele geçiren bir grubun ya da sınıfın amaçlarına hizmet eder hale geliyor. Bu durumda acı, kan ve gözyaşı ile bezeli bir tarih oluşuyor.
Türkiye’de takvim yapraklarına bakın, her sayfasında bir başka acının izlerini görürüsünüz… Sürgünde ölüme mecbur edilmiş büyük şairlerden, ömrü mahkemelerde geçmiş dev yazarlara, darağacında ideallerini haykırarak son nefesini veren gençlik önderlerinden, sokak ortasında kurşunlanmış, bombalanmış cesur kalemlere ve onların demokratik, özgür toplum düşünü sürdürdüğü, savunduğu için hedef haline getirilmiş gazetecilere, aydınlara, bilim insanlarına uzanan bir süreç var. Bu süreçle yüzleşmeden, bunları yok sayarak, sanki hiç olmamışlar gibi davranarak yeni bir dünya, yeni bir düzen, demokratik bir cumhuriyet yaratılabilir mi?.
Hamasetle düzelme olmaz
“Yaşatacağız” manşetleriyle, “unutmayacağız” sloganlarıyla, anmalarla, kabaran dosyalarla, hesap sormalarla dolu, belalı bir tarih… ve zulüm, yasak, sansür, silah, hapsetme, hedef gösterme, katil gizleme, yok etme dışında yol bilmeyen bir devletin, her devirde yeni kostümlerle yeniden ortaya çıkan baskısı, şiddeti… Bütün bunları değiştirmek sadece lafla, hamasetle olmaz. Özgür birey, sorumlu toplum için demokratik devlet gerekir. Ancak bunun için de yüzleşmek gerek.
Nâzım’ı yıllarca hapiste tutup hapisten çıktığı gün askere çağıran, dünyanın gözbebeği Yaşar Kemal’i bölücülükten yargılayan, Deniz ve arkadaşlarını acımasızca astıran, Uğur Mumcu’nun, Musa Anter’in, Hrant Dink’in katillerini önce teşvik edip sonra saklayan, aynı devlet değil mi? Birbirini anca mahkeme kapılarında, cezaevlerinde, hastanelerde, mezarlıklarda gören, hep aynı isimler, aynı kesimler değil mi?
Şimdi yeni Türkiye deniyor buna. Sormak ve yüzleşmek gerekmez mi “Yeni” bunun neresinde?"
Ilımlı otokrasi
Uluslararası itibarı düşmüş, ekonomisi çökmüş, siyaseti çürümüş, kurumları zayıflamış, kimlikler üzerinden toplumsal kutuplaşma ve zihinsel bölünme gerçekleşmiş ürkütücü bir tablo ile karşı karşıyayız.
29.04.2020 tarihli haberde; Türkiye “Dönüşüm Endeksine göre Demokrasi Statüsü sıralamasında 10 üzerinden 4,9 puanla 77. Sırada geliyor. Bu puan ile Türkiye orta kategori olan “ılımlı otokrasiler” grubunda sınıflandırılıyor. Böylece Türkiye ilk kez resmen otokrasi olarak sınıflandırılmış oldu. Buna basın özgürlüğünün kısıtlanması, insan haklarının ihlal edilmesi ve güçler ayrılığı ilkesinden saf dışı bırakılması gerekçe gösterildi.
Sağlık yerine silaha yatırım yapıldı
Son yıllarda sağlık yerine silaha yatırım yapan bir ülke haline geldi Türkiye. S 400’lere- F 35’lere ve daha başka birçok silaha büyük oranda milyar dolarlar yatırıldı. Fakat silah sektörüne milyar dolarlar yatıran ülke kendi vatandaşına maske temininde bile güçlük çekti. Bilime ve özellikle sağlık sektörüne yeterli önemi tanımadığımız için aylarca aşının bulunamamış olması da manidar değil mi?
Yaşadığımız süreçten bir örnek
Yaşanan pandemide vaka sayısında dünyadaki en kötü ülkeler arasında yedinci, ölümlerde on birinci sırada gelen Türkiye kendini başarılı ad ediyor. Üstelik testi negatif çıktığı için korona bulguları ile vefat edenleri bu nevi ölümlere dâhil etmiyor. Dünya Sağlık Örgütü bu nedenle Türkiye’nin açıkladığı ölüm ve vaka sayılarını güvenilir bulmuyor hatta gizlediğini ileri sürüyor.
Öte yandan dünyadaki diğer bazı ülkelerin rakamları asıl başarının ne olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’den çok önce bu salgınla tanışan Japonya’yla, Güney Kore ile karşılaştırılınca çok kötü görünen Türkiye salgının kötü vurduğu İtalya, İspanya gibi ülkeleri sürekli göstererek durumu kurtarmaya çalışıyor. Yaşananlar öyle kanıksanıp sıradanlaştırıldı ki günlük ölümler yüzden doksana, seksene düşünce sevinir olduk.
Vatandaşına maske temin edemeyen ülke ABD’ye yardım gönderiyor
11 Mart'ta ilk vaka görüldü ve uzunca bir süre maske satışı serbestti 3 liralık şeyler 10 liraya satıldı ve insanımızın kötü gün fırsatçılığı ile tekrar yüz yüze geldik. Derken devlet, kimse maske satmayacak dedi ve vatandaşın vergisi ile dağıttığı maskeleri “hediyedir” amblemi ile dağıtmaya başladı. Yani kendi paralarımızla hediye alır olduk. Daha da önemlisi maske takma zorunluluğu ile maske satış yasağını getiren devlet maske teminine ilişkin büyük sıkıntı yaşar oldu. E-devlet üzerinden başvuru yapan birçok kişiye maske için şifre dönüşü yapılmadı, vatandaş zorunlu hale getirilen şeye eczaneden satın alamıyor ve devletten de temin edemiyor, bir anda maskeye erişemez oldu.
Ve kendi vatandaşına maske temininde bile güçlük çeken ülke ABD’ye kargo uçaklarıyla yardım gönderiyor. Nüfusun yarısı yoksul, onların da yarısı aç. Ekonomi batmak üzere, küçük esnaf kan ağlıyor; işsizlik tarihte görülmemiş oranlarda katlanmış, biz Amerika’ya TV’ reklamları eşliğinde kargo uçaklarıyla yardımlar gönderiyoruz. Peki, bize kim yardım edecek? Tıpkı yıllarca kendi içindeki çatışmaları çözmeden gidip başka ülkelerde çatışma ve çözüm peşinde koşmak gibi.
Hükümet karşı karşıya bulunduğumuz sorunu çözmek yerine çözüyormuş gibi yaparak, bundan bir başarı hikâyesi üreterek kendi iktidarını daim etmek istiyor. Fakat bu yaklaşım topluma hiçbir şey sunamadığı gibi iktidarı da kurtaramaz.
Çözülemeyen sorunların ülkeye maliyeti gün be gün artıyor
Ayrıca geleceğe taşınması durumunda ülke açısından büyük yük olacağını düşündüğümüz sorunlarla karşı karşıyayız. Bu sorunların başında Suriye ile sürdürdüğümüz savaş, PKK ile devam etmekte olan çatışma hali ve bu gerekçe ile ötelenen Kürt Sorunu var. Epey bir zamandır sanki bu sorunlar yokmuş gibi davranılıyor. Oysa, gerçekle yüzleşmek yerine onlara gözümüz kapatırsak dünyayı sadece kendimize gece yaparız.
Komşu ülkelerle sürdürülen savaşın ve içerde devam eden iç çatışmaların ve kavgaların siyasal iktidar için 'iktidarda kalmak' dışında ülkemize ve yarın şekillenecek yeni düzende toplumsal hayatımıza zarardan başka nasıl bir katkısı olabilir?
Her kesimin, bu sorunların ülkeye maliyetini, sebep olduğu toplumsal ayrışmanın, kutuplaşmanın, düşmanlığın, patlamaya hazır öfke ve nefretin algı ile yönetilerek dinsel ve etnik milliyetçiliğe dönüşmesinin yaratacağı muhtemel tahribat ve yıkım ile yüzleşmesi gerekmez mi?
Düşünmek için pandemi dönemi iyi bir fırsat değil midir?
Sadece bu günle değil, düze çıkmak için, bnunla birlikte geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir Türkiye var. Maraş’a ve Sivas’a; Hrant’ın vurulduğu yerden, Roboski’ye uzanan ve daha nice katliamı içinde barındıran geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir Türkiye halkı var.
Türkiye devleti ve halkıyla geçmişiyle yüzleşmediği sürece, bellek ve demokrasi kültürü arasındaki organik bağı reddedip günahlarından arınmadığı sürece yeni bir anayasayla gelecek özgürlüklerin kamusal alanda varlık bulabilmesi güçten de öte zordur.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları