Tarih:
11.02.2012
İdeoloji, Etnisite ve İnanç Bakımından Yeni Anayasa
Mevcut anayasa ideolojik tercih noktasında çoğulculuğu öngörmemiş; tek bir ideolojiyi, tartışılmaz üstün bir değer ve referans kaynağı olarak kabul etmiştir.
Mevcut anayasa ideolojik tercih noktasında çoğulculuğu öngörmemiş; tek bir ideolojiyi, tartışılmaz üstün bir değer ve referans kaynağı olarak kabul etmiştir. Böylelikle, özgürlükçü bir siyasal sistemin “olmazsa olmaz” şartı olan anayasa ve devletin ideolojik tarafsızlığı ilkesi bir tarafa bırakılmıştır. Oysa çağdaş özgürlükçü demokrasilerde devlet, bütün ideolojilere eşit uzaklıkta bulunan, vatandaşlarını belirli bir ideolojiyi kabule zorlamayan ve bu konudaki tercihi onlara bırakan tarafsız bir devlet olduğu şeklindedir. Ayni durum etnisite ve inançlar konusunda da geçerli. 12 Eylül Darbe anayasası Türk, Türkçü kavramları sık sık öne çıkarmasıyla ırkçıdır; bütün inançları Sünni İslam’ın Diyanet hukukuna bağlamasıyla da laik değildir. Oysa Anayasanın 2. Maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti …demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diye yazar, ancak bu argümanın altı doldurulmamış, boş bir tespitten öteye gidememiştir. Bu anlayış, ideolojik yaklaşımla, monist (tekçi) devlet anlayışıyla, anti demokratik, anti laik yasa ve uygulamalarla, hukukun üstünlüğü vurgulanmasına rağmen üstünlerin hukukunun hüküm sürmesiyle sakatlanmıştır.
Cari anayasanın ruhunu, özünü, var oluş nedenini ve yöneldiği hedefi teşkil eden ideoloji ‘’Kemalizm’’dir. Doktrinde ‘’Atatürkçülük’’ olarak da adlandırılan bu ideolojik tercih, Anayasada genellikle ‘’Atatürk ilke ve inkılâpları’’ olarak ifade edilmektedir. Oysa demokratik bir anayasa sert, otoriteryen, çeşitli toplum kesimlerini dışlayıcı, bireylere ve topluma bir hayat tarzı biçici bir ideolojiye dayanmamalıdır. Bu bağlamda yeni anayasa yaparken şu soruya cevap vermemiz gerekir: Devlet nasıl bir devlet olacak? Sınırlı bir devlet mi sınırsız bir devlet mi olacak? Hangi organlara sahip olacak ve onların yetkileri ve ilişkileri ne olacak? Bu devlet vatandaşa hesap verecek mi vermeyecek mi? Devlet iktidarını kullananların o mevkiye gelmesinde vatandaşların katılım hakkı ve imkânı olacak mı olmayacak mı?
Deniliyor ki mevcut Anayasanın ilk üç maddesinin değişmesi teklif dahi edilemez. Ardından da “yeni bir anayasa” yapılacağı ileri sürülüyor. Bu iki argüman çelişiktir. Eğer “yeni bir anayasa” yapılacaksa her şey tartışılmalı ve yenilik taşımalı. Kaldı ki bazı maddelerin tartışılması demek ille de toptan kaldırılıp atılması demek de değildir, belki bazı maddeler ayni kalır, bazıları bazı değişikliklere uğrayarak kalır. Ama daha baştan “bu kırmızı çizgidir, ihlal ettirmeyiz” demek peşinen yapılan işi sakatlamak demektir. Thomas Paine’in bu hususta söylenmiş bir sözünü hatırlatmak isteriz, der ki: ‘’Anayasaya değişmez hükümler koymak, ölülerin dirilere hükmetmesidir.’’ Yani belirli bir kuşak için gerekli, önemli olan herhangi bir ilke, değer ya da kurum, bir sonraki kuşak için aynı şekilde önemli olmayabilir. Demek ki yeri ve zamanı geldiğinde her türlü yaklaşım ve düşünce sorgulanabilmelidir.
1982 Anayasası Türk milletinden yola çıkarak Türkiye’de yaşayan, başkaca milliyetleri yok sayarak Türkiye’nin toplumsal yapısı ve gerçekliklerini anayasal zeminde inkar eden bir anlayış, farklı kimlik, dil ve kültürlerin zoraki aradanlığını dayatan bir milli dayanışma kavramıyla devlet tutumunu sergilemektedir. Askeri darbenin mimarlarının çokça başvurdukları ve her kullananın başka anlam yüklediği “Atatürk milliyetçiliği” gibi bir kavramı vazgeçilmez bir devlet ideolojisi gibi toplumun tabi kılınacağı bir tarzda ilke olarak koymanın ne demokrasi ne de özgürlüklerle açıklanabilir bir yanı vardır.
Yine Anayasanın 66.maddesi, ‘’Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” maddesinin bilimsel ve evrensel hukuk açısından bir geçerliliği yoktur. Burada olan, etnik kimliklerden birinin (Türklüğün) diğerlerine (örneğin Kürtlere, gayrı-Müslimlere) zorla kabul ettirilmesinden ibarettir. Çünkü Cumhuriyetin kurucuları “çokluk” ve “farklılıkları” bir zayıflık nedeni olarak görmüş, ülkenin huzurlu ve güçlü olmasını o günün ulus devlet mantalitesi içinde “teklik” ve “birlik”te aramışlardır. Abesle iştigal olan ve anakoronik olan bunun hala bu gün savunuluyor ve başta anayasa ve yasalar olmak üzere her yerde sürdürülüyor istenmesidir.
Etnik yapı ile ilgili çarpık anlayış, inanç sistemi ve diğer bazı konularda da geçerli olmuştur. ‘’Türk tipi laiklik’’ anlayışının şekillenmesinde ve anayasal ifadelendirilişinde belirleyici olan üç faktörden söz etmek mümkün. Bunlar; 1) Dinin toplumsal (kamusal) yaşamdan dışlanması 2) Dinin, vatandaşlık kimliğinin inşasında önemli bir unsur olarak kabulü ve kullanılması 3) Devletin dini inancı ve dini alanı kontrol altına almasıdır. Cumhuriyet dönemi boyunca Kürtlerin Türkleştirilmek istenmesi gibi Aleviler Sünnileştirilmek istenmiş, Sünniler ise laiklik sopasıyla ehlileştirmek istenmiştir. Homojenleştirici tablonun tamamlanması için gayri Müslimler de ya sürülmüş ya da tamamen sindirilmiştir. 12 Eylül Darbe Anayasası da bu anlayışın anayasal ve yasal zeminini ve çerçevesini oluşturmuştur.
Gelinen noktada şimdi, anayasanın başlangıç ilkelerinden başlamak üzere bir değişikliğe ihtiyaç olduğu ayan beyan ortadadır. Anayasanın başlangıç kısmına bakıldığında Kemalist ideolojiyi koruyan, askeri-bürokratik yapının sürdürülmesine olanak sağlayan bir içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Bu bölümde ‘yüce Türk devletinin’, ‘Türk varlığının’ gibi ifadelere rastlanmakta. Başlangıç hükümleri bu anlamda vatandaşı değil devleti kutsayan bir anlayışın ürünüdür. Burada halk bulunamamaktadır. Anayasa’nın Başlangıç bölümü dahil olmak üzere bütününde, Türk etnik kimliğine vurgu hakimdir. Bu vurgu, metin boyunca sıkça tekrarlanan ‘’Türk vatanı ve milleti’’, ‘’yüce Türk devleti’’, ‘’Türk milleti’’, ‘’Türk toplumu”, ‘’her Türk’’, ‘’Türk vatandaşı’’, ‘’Türk dili’’, ‘’Türk kültürü’’, ‘’Türk tarihi’’ gibi ifadelerle kendisini göstermektedir. Bu dil, farklı etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, hazırlanacak yeni Anayasa’da herhangi bir etnik kimliğe bu ve benzeri göndermeler yapılmamalıdır. Yeni anayasa çağdaş olacaksa ve Türkiye’nin meselelerine çözüm arayacaksa, etnik bakımdan kör, inançlar ve ideolojiler bakımından tarafsız olmalıdır.
Sonuç itibariyle, demokratik toplumların anayasalarında görüldüğü üzere, yeni anayasanın başlangıç bölümleri kısa ve öz olmalı; toplumun belirli bir kesimini veya kesimlerini dışlayıcı, ayırıcı veya aşağılayıcı ifadelerden kaçınmalı; toplumun çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dinli yapısını tanıyan ve bunu bir zenginlik olarak gören ifadelere yer vermeli; herhangi bir ideolojiye referans vermemeli; herhangi bir kişi, kurum veya değere kutsallık veya bağlılık atfetmemeli ve devletin çoğulculuk, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi evrensel değerlere bağlılığını belirtmelidir. Türkiye’nin geçmekte olduğu bu önemli süreçte, değişim isteyenler statükocu takım karşısında bu mücadeleden galip gelir ve birikmiş sorunları demokratik ve özgürlükçü bir anayasa ve anlayışla çözerse Türkiye 5-10 yıl içinde bölgesinin en saygın demokrasilerinden biri haline gelebilir. Aksini düşünmek bile istemiyorum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI