Tarih:
26.03.2013
Kalıcı Barışa giden yol
Ahmet Özer, “Habur'da aşırı bir sevinç yaşamıştık, ama burnumuzdan geldi, herkes sevindiğine pişman oldu...
Gelecek yıllarda barış sürecinin tarihi yazıldığında herhalde 2013 Newroz'u bir milat olarak yazılacaktır. Neden mi? Çünkü 40 yıla yakın süren, 50 bin cana, 500 milyar dolar kaynağa mal olan, 4500 köy ve mezrayı yerinden eden, 3 milyon insanı zorunlu göçe sürükleyen bir savaşı sona erdiren bir milat olacaksa, elbette bunun tarihte bir yeri olacaktır. O günler geldiğinde, bu gün, zamanın ruhunu kavramayan, barış karşıtı hezeyanların hiç biri hatırlanmayacak, ama 2013 Newroz'u hep hatırlanacaktır. Meğer ki barış bir kazaya kurban gitmesin.Ters Habur psikozu
Çünkü her şey bitmiş değil, aksine yeni başlıyor ve o yüzden abartmadan, süreci ihtiyatlı bir iyimserlikle takip etmek lazım. Ne demek istediğimi ceza evinden yeni çıkan Yenişehir eski belediye başkanı Fırat Anlı, Ezgi Başarana verdiği mülakatta gayet güzel açıklamış: Kürtlerin bu süreçte “Ters Habur psikozuna girdiğini” söylüyor Anlı. “Habur'da aşırı bir sevinç yaşamıştık, ama burnumuzdan geldi, herkes sevindiğine pişman oldu. Şimdi barış geliyor diye aşırı sevinirsek acaba Türkiye ne diyecek diye düşünür olduk” diyor. Habur sevinci batıdaki hassasiyetleri yanlış yönde tetikledi ya da birileri bunu yanlış istikamete yönlendirerek barışın önünü kesti. Şimdi bu tecrübeyi de unutmadan hareket etmekte yarar var. İkinci olarak barış yapan aktörlerin sinirleri çok sağlam, tahammül güçleri ise yüksek olmalı ki bu büyük olay karşısında gün geçtikçe çırpınışları yükselen kesimlerin sabotajlarını boşa çıkarabilsinler. Bu zorlu dönemeçte sonuç almak için bir nevi “Mandela ruhu” ve “Gandi sabrı” gereklidir.
Gandi sabrı ve Mandela ruhu gerek
Hindistan’ın kurucusu, sivil itaatsizliğin babası Gandi, verdiği barışçıl mücadeleye yapılan sabotajlar karşısında, öyle anlar gelir ki yüreği sıkışır, umudu azalır, vazgeçme noktasına gelir. Barışa olan umudu azalıp da karamsarlığa düştüğünde şöyle düşünür: “Etrafımı saran kötülük tahammül edilemez boyutlara ulaştığında, tarihe dönüp bakıyordum, orada iyiliğin sonunda hep galip geldiğini görüp ferahlar ve yoluma tekrar devam ederdim” diyor. Evet, Gandhi’nin deyişiyle, sonunda hep iyiliğin ve adaletin galip geleceğini unutmayalım ki onu yeşertip yaşatalım. Aynı şekilde Mandela 27 yıl yattığı Robben Adasından dışarı çıktığında, ırkçı beyazların ortalığı ateşe veren provokasyonlarına aldırmadan yoluna devam etti. Onu bu şekilde durduramayacaklarını anlayan ırkçılar, en yakın dostu Chris Hani’yi öldürdüklerinde, bu kez siyahların öfke patlamasıyla karşı karşıya gelen Mandela bütün suçlamalara ve hücumlara rağmen barış görüşmelerine ara vermedi. Bu saldırı ve provokasyonlar ne onu ne de beyazların lideri De Clerk’i barış yolundan alıkoymadı. Sonunda Mandela, siyahlarla beyazların eşitliğini bir hukuka bağlama başarısını göstererek büyük bir tarih yazdı.
Şimdi görünen o ki Diyarbakır’da milyonlara varan kalabalıkların önünde okunan Öcalan’ın barış çağrısı bir çok kesimi çılgına döndürmüş. Eften püften bahanelerle bu sürece saldırıyorlar. Hatta daha büyük provokasyonlar da olabilir. Ancak bu saldırıları hangi kılıf altında yaparlarsa yapsınlar ne artık Türkiye halkı onlara kanacak ne de tarih onları affedecektir. Üstelik de barışı sabote etmeye güçleri de artık yetmeyecektir; yeter ki barış yapacaklar sağlam dursun. Çünkü cin bir kez şişeden çıktı, onu tekrar geri koymak mümkün değildir. Buna yeltenenlerin şişeyi kırmaktan ve kan kaybından gitmekten başka çaresi yoktur.
Öcalan'ın çağrısı
Öcalanın da Diyarbakır meydanında milyonların şahitliğinde yaptığı çağrıdan vazgeçmesi mümkün değildir. 30 yıldır silahlı mücadele yürüten bir hareketin lideri “artık silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyorsa bu o harket için bir dönüm noktasıdır. Bu çağrı PKK hareketi açısından büyük bir paradigma değişikliği demek. 1984 yılından itibaren “silahlı mücadelenin siyasi mücadelenin önünü açacağını” ileri sürerek silaha sarılan bir gücün bu yoldan vazgeçmesi taktiksel değil stratejik bir değişikliğe işaret ediyor. Şimdiye kadar bazı konuşma ve tartışmalarda dile getirilen bu görüş, artık hayat buluyor, fiiliyata geçiyor, önemli olan bu. Bu değişiklik aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından son derece önemli bir değişimi ve dönüşümü ifade ediyor.
Bu değişim dönüşüm sadece örgütte değil, devlete de yaşanıyor. 30 yıllık silahlı çatışmanın diğer tarafında yer alan devlet silahla bastırmada ısrar ediyordu, bu da çözümü zorlaştırmanın ötesinde daha fazla kan daha fazla göz yaşından başka işe yaramadı; şimdi devlet bu ısrarından vazgeçiyor. Gelinen noktada her iki taraf da demokrasi içinde, özgürlük, eşitlik ve adalet temelinde bir arada yaşama idealinde buluşmuş durumda. Geriye bu cesareti gösterenlerin bunun pratik gereklerini yerine getirme basiret ve iradesini göstermeleri kalıyor.
Somut adımlar gecikmeden atılmalı
Büyük değişim ve dönüşümün ilk adımı çatışmasızlık, ardından sınır dışına çekilme ve nihayet silah bırakmayla sonuçlanacaktır. En azından beklentiler bu yönde. Tabi sonuç almak için örgütün attığı/atacağı bu adımlar karşısında devletin de adım atması gerekir. Anayasa değişikliği başta olmak üzere, yasalardaki bütün anti demokratik unsurların ayıklanması, temel hak ve özgürlüklerin ihyası, silahsızlanan unsurların sivil ve siyasal hayatta entegrasyonu bu adımlardan bazılarıdır. Sürece halkı katmak ve ikna etmek de büyük önem taşıyor. Öcalan çağrısında ortak değerlere vurgu yaparak sürece destek vermesi gereken halkların desteğinin ilk psikolojik altyapısını oluşturdu. Bugüne kadar solun kullanmadığı bir jargonu kullandı: Bin yıldır İslam bayrağı altında Türklerin ve Kürtlerin kardeşlik ve dayanışma hukuku içinde yaşadığını, red inkar ve bastırmanın bu hukukun bir parçası olmadığını, aksine bütün hastalığın ve sorunun bu anlayıştan türediğini vurguladı. Ancak “kardeşlik hukukun” içi boş bırakılmamalı, bunun mutlaka pozitif bir hukuka bağlanması, yani içinin eşitlik ve özgürlükle doldurulması gerekir.
Şimdiye kadar cesur çocuklar ve beceriksiz yöneticiler yüzünden binlerce insanımız öldü. Maalesef hala barış geliyor diye birileri endişeniyor. Onlara sormak lazım, bu meselenin son bulması için bir 50 bin kişi daha mı ölsün, Türkiye'nin 500 milyar doları daha mı heba olsun? Bu mu vatanseverlik? Yok, eğer cevabınız hayırsa o zaman bırakın “armudun sapı, üzümün çöpü” bahanelerini, işin özüne bakın. Yeter artık. Artık zamanın ruhunu hep birlikte okuyalım. Bilelim ki bunu okumayanların yeri tarihin çöp sepetidir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI