loading
close
SON DAKİKALAR

Kapitalizmin yeniden yaratmak istediği kadın

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 08.03.2018
Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Özer

Ahmet Özer: Tabi ki kadın estetiği, işlevselliği de önemser, bunların kombinasyonu ile mükemmeliğie erişmek ister. İsterlerse erkekleri kıyafetleriyle, gülüşleriyle, bakışlarıyla, oturuşları ve kalkışlarıyla, yürüyüşleri ve duruşlarıyla, tavırlarıyla, konuşmalarıyla davet edebilir, onlarla eşit bir birliktelik kurabilirler.

                                                                                                          Kadınlar, kadınlarımız.

Sofrada sarı öküzden sonra gelen kadınlarımız.

Anamız, avradımız, yarimiz.. 

Kadınların en büyük zaafı, kendilerine yakıştırılan genel ahlakın gerçekten kendilerine yakıştığına kanmalarıdır. Buna aldanan kadın, erkek egemen bir erkin tarif ettiği ve ona bahşettiği tuzaklarla dolu kimliği çok kolay benimser. Kapitalizmin istediği kadın olur. Bunun bir de feodalizm boyutu vardır. Yeri gelince karışır birbirine bu harmanda bambaşka değişik bir ürün çıkar ortaya. Önce edepli bir kız çocuğu ol der ona erk. Sonra iffetli bir genç kız. Ardında sadık bir eş. Fedakâr bir anne. Mazbut bir ev ya da iş kadını… Sonra üstüne inşa edilen kapitalist bakış. Büyük pazarın kıymetli bir tüketicisi  olma uğruna estetik obje olma yolunda ilerler.. Yeri geldiğinde pazarda tüketilen bir emtiaya dönüşür. İşte gidiş o gidiştir.  Buna başkaldırının ise maliyeti bir hayli yüksek mi yüksek. Çare yok mu? Var elbet göze alan için.

            Tüm yasaklara karşın aynaya bakmaya cesareti olan ve kendisinde gördüklerinden yola çıkarak kendi tercihlerini kendileri yapan kadınlar farklı olmayı göze alırlar ve tek başlarına koşarlar bu zalim hayatta. Hem de kendilerine gösterilen yöne değil, istedikleri yöne. Dünyanın onlara anlatıldığından çok daha büyük, zamanın onlara tanınandan çok daha geniş olduğunu keşfedebilecekleri bu koşudur bu. Neki bu koşuda varacakları yer onlar için değilse de toplum düzeni için tehlikelidir. Bu tehlike topraklara sınırlar çizen, üretim ve tüketim dengeleri üzerine sistemler kuran, savaşlar çıkarıp barışlar yapan, orduları yöneten, şirketleri yücelten, evlerin içini tasından tarağına kadar bir örnek düzenleyen o büyük ve kolektif iradenin hiç işine gelmez. Sistem kadını durmaya ve hep korkmaya ikna eder; onu ahlaki bir hapse doğru iter. Bundan çıkan kadınlar toplumu derinden sarsarlar. Bunu yaptıklarında ise genellikle bir felaketin cadısı olarak kodlanırlar. Cadılar da her çağda ve her coğrafyada bir şekilde yakılırlar. Çünkü sistemin sonsuz bir erk bahşederek hastalandırdığı erkeğin aksine onlar var olmayı seçerler…

 

            Fedolizm: Evlenilecek ve Eğlenilecek Kadın Formatı

            Feodalizmde yetişmiş erkek için bir evlenilecek kadın  vardır bir de eğlenilecek kadın.  Kişi eğlenebileceği kadınla evlenmez, evleneceği kadınla da eğlenmez. Böyle davranmakla bir raconu yerine getirdiğini düşünerek rahatlamaya çalışır. Annesinin kızkardeşinin de bir kadın olduğunu çoğunlukla unutur ya da işine gelmediği için hatırlamak istemez.

            Feodal toplumlarda evlenilecek kadın demek çocukların annesi olacak kadın demek... Erkeğin her haline katlanmaya hazır kadın yani. Bu kadın aslında, babasına, kocasına ve tüm erkeklere karşı hayata bir sıfır yenik başlar. Güzel yemek yapması, ev ekonomisinden anlaması, titiz-temiz olması, saçını süpürge etmesi, otururken eteğini örtmesi, gülerken dikkat etmesi, yanlış anlaşılacak hareketlerden kaçınması, erkeği öfkelendirmemesi, ailesini utandırmaması, toplum değerlerini sarsmaması, isteklerini yok sayması, cinselliğini bastırması ve herkese yaranması gerekmektedir. Böylece çoğu zaman yapayalnız yataklarda umutsuz ve mutsuz yaşlanırlar bu tür kadınlar.

 

            Kapitalizmin Kadınları ve Evlilik Kurumu

Peki kapitalizmde bu durum çok mu farklıdır? Sanmam. Sadece giysiler, neonlar, makyajlar ve mekanlar değişir. Kadının estetik ve cinsel obje olma durumu daha da belirginleşir. Mutluluğu yaratan özgürlük parampaçadır, zihniyet aynı zihniyettir. Ultra kapitalizmde kadın bedeni sadece cinsel obje değil aynı zamanda metalaşmıştır, parayla alınıp satılan bir meta haline gelmiştir. Konfor var ama özgürlük yoktur. Umberto Eco’nun dediği gibi, kapitalizm konfor verir ama özgürlüğü alır. Giderek herkesi  metalaştırır; evliliği ise işlevsiz hale getirir. Peki evlilik işlevsizse niye ayaktadır hala?

Kapitalizm bir tek şey için evliliği ayakta tutmaya çalışır. Miras için. Weber’in deyişi ile kendine göre rasyonalitesi olan bürokratik düzenin bozulmaması için yapar bunu, yapmak zorundadır. Çünkü mirasın  nesep yoluyla el değiştirmesi kapitalist  düzenin  en önemli temeli  olan mülkiyetin yağmaya uğramadan düzenin   sürdürülmesi için gereklidir ve bunu sağlar.

           

            Evliliğin Geçerliliğini Yitiren Fonksiyonları

            Tuğba Özaydın’ın adındaki bir aktrist bir röportajında  hemcinslerinden bazılarını kadıncık olarak kenara ayırdıktan sonra, öyle bir kadın sev ki yatakta dişin, evinde aşın, sokağında işin, hayatında yoldaşın olsun, diyor. Aslında farkına varmadan ailenin fonksiyonlarının altını çizip, kapitalizmin bu fonksiyonları işlevsizleştirdiğini vurguluyor

Bilindiği üzere ailenin cinsellik (üreme), sosyal (sosyalleşme), ekonomik (iş),  birlikte yiyip içme (aş), yaşamdaki acı tatlı şeyleri paylaşma (psikolojik) gibi fonksiyonları var. Örneğin artık cinsellik için evlilik gerekmiyor. Neslin devamı (çocuk)  için de aile birliğinin şart olmadığı bir süreç yaşıyoruz. Olmayan evlilikler, evli olmadan yaşanan birliktelikler, tüp bebekler, taşıyıcı annelikler vb. Ekonomik fonksiyonda ortadan kalktı; eskisi gibi ekonomi, aile içinde değil fabrikada gerçekleşiyor. Geleneksel üretim ya da ticaret de aileyi gerektirmiyor. Çünü üretim ve tüketim aileden bağımsız olarak profesyonelleşti. Eğitimde de benzer bir süreç yaşanıyor. Eğitim okullaştı. Eğitim okulda oluyor artık. Psikolojik fonksiyon da gereksiz halde, psikolojik danışma büroları var. Bu gereksizlik evliliği de derinden sarstı ve gereksiz bir kuruma dönüştürdü.

Her gün binlerce boşanma oluyor. Ekonomik bağımsızlığını kazanmış kadın boşanmaları başı çekiyor. Eğitim için de aynı şey söz konusu. Boşanma oranları eğitimli kesimde daha yüksek. Çocuk bakımı mı? Orda da illa ki anne gerekmiyor. Artık ebeveynler ya da eve gelen dadılar, mürebbiyeler, hocalar devri çoktan kapandı. Herkes daha iyi bir eğitim için çocuklarını modern okullara gönderiyor. Kreşler, ana okulları, özel kurslar, okullar. Üstelik çocuk sabah evden alınıyor, yeme içme, bakım, beslenme hepsi dahil paket eğitimle birlikte yaşam sunuluyor. Kreşler ve anaokulları çocukların asıl yaşam alanları, evler ise geceledikleri yer. Artık bebeği kundaktan alıp üniversiteden mezun eden sistemler bile var. Burada sadece yaşanan realiteyi vermek bakımından bu örnekler üzerinde duruyoruz.

Günümüzde sosyalleşmenin de en önemli unsuru dijital ortam, sosyal medya, bilgisayarlar, aypetler, akıllı telefonlar.. İnsanlar artık buralarda sosyalleşiyor, sanalda arıyor  sosyalleşmeyi, nasıl olacaksa! Aslında bunun bir sosyalleşme mi yoksa  “a sosyalleşme mi” sorusu ayrı bir tartışma konusu...

İşte böyle. Eskiden toplumun en küçük yapı taşı denilen aile şimdilerde dağınık bir görüntü sergiliyor. Daha da dağılacak gibi.. Belki de ileriki zamanlarda tamamen ortadan kalkacak, kimbilir. Şimdilik mülkiyet ve sermayenin el değiştirmesinde bir yağma meydana gelip düzen bozulmasın diye korunuyor, mirasın el değiştirmesi yüzü suyu hürmetine..  Sonrası Allah kerim.

           

            Saçtan Süpürge Yaratan Millet

            Bir de “saçımı süpürge ettim” meselesi var. Bu kadınlarımızın çocukları için yaptıkları fedakârlıkları anlatmak için kullandıkları bir replik. Demek istiyorlar ki onlar,  çocuklarım (kızım/oğlum) okusun diye yaşamayı bıraktım. Onlar okusun adam olsun diye saçımı süpürge ettim. Yani yaşamam gerekirken yaşamadım. Sonra onun kızı da, kızının kızı da aynı şeyi yapıyor, saçını süpürge ediyor.. derken, bu durumda kime yaşamamış oluyor…

            Bir tarafta feodal bir zihniyetle bunlar yaşanırken; öbür yandan kapitalizm,  bu tür araç gereçlerle kariyer yapınca karizma sahibi olacaksın, onlar seni paraya kavuşturacak, o zaman  istediğin kadın ya da erkekle birlikte olacaksın. Dolayısıyla eko sistem yerine “ego sistemi” yerleştiriyor. Yarattığı şişkin egolarla istediği gibi oynayıp yönlendiriyor. Bir AVM’ye gittiğimizde, ya da bir mağazaya girdiğimizde veya lüks bir semtte yaşadığımızda bir sürü yürüyen ego ile karşılaşmanız bundandır.

 

            Sevgisiz Birliktelikler Mezarlığı

            Sevgi mi.. hele hele evliliklerde.. hak getire.. Peki o zaman “Neden sürüyor?” derseniz. Genellikle sırf kadınların tevekkülü ve ısrarı ve korkuları yüzünden denebilir… Çoktan birbirinden soğumuş, kopmuş insanlar yıllarca aynı evde karı koca olarak yaşıyorlar. Zaten evlilik kurumu insanlık tarihinde bir zerre-i miskal, onca tarih karşısında çok yeni sayılır. Ve zaten evlilik çok da insani bir kurum değil. Şimdilerde de kapitalizmin ihtiyacı var o yüzden sürdürüyor..

            Üstelik çoğu evliliklerde mutsuzluk diz boyu. İnsanlar maskeleriyle çıkyor toplumun karşısına. Bir maskeli balodur yaşanıp gidiyor..  Bitse bile, çeşitli nedenlerle var görünen ve süren. Bitmiş bir ilişkinin içinde, evlilik dedikleri kutsal bir leşi kurumsal bir ceset olarak ölene kadar ayakları altında süründürürler. Mezarlıklar, son elli yıllarını doğru dürüst sevmeden ve sevişmeden yaşamış evli çiftlerle dolu. Hep kavga etmiş, hep çekip gitmek istemiş, ama hiç gidememiş bir çatının altında, aynı yatakta birbirinden fersah fersah uzakta yaşamış çiftleri bir düşünün… Bir bakın etrafınıza, nafile geçen bir hayatın nihayetinde umutsuz ve mutsuz geçmiş, ölmüş olduğu halde yaşar görünen bir müesese bir çok yerde…

            Ama sanki bir Romeo Juliet reprodüksiyonuymuşlar gibi yan yana, kucak kucağa gömülmüş insanlarla doludur gene de mezarlıklar. Bütün bunlar olanı yansıtmaktan ziyade dostlar alişverişte görsünler diyedir. Oysa toplumun büyük bir çoğunluğu karısına çok çektiren erkeklerle kocasından çok çeken kadınların çocukları değil mi? Ebeveynlerinin kasvetini kendi hayatlarında da genetik bir lanet gibi tekrarlayan ve aynı aileleri kurup aynı acıları çeken nesiller yüzünden hep aynı kısr döngü devam edip durmuyor mu? Artık kendisini sevmeyen, istemeyen, bir erkeği ısrarla elinde tutmak isteyen kadınları düşünün…  Kendi cinselliğini, isteklerini hiçe sayan… Böyle bir kadının aslında erkeğinkiyle birlikte kendi hayatını da mahvettiği gerçeğini bir düşünün.. Ya böyle bir erkekler, o da toplumsal baskıların kurbanı olarak içinde kırılmış bir dal gibi hep yüreğinin üstüne yatmaz mı? Ve üstelik hiçbir şey olmamış, her şey yolundaymış gibi...

                                            Farklı Olmak..!

            Farklı olmayı göze alan kadınların çıkarttığı davetiyenin adresi ne cinsel tacizdir ne de olumsuz bir ahlak yargısı…   O kadınlar toplumu kendilerini istedikleri gibi değil oldukları gibi anlatmaya, bambaşka bir açıdan yorumlamaya davet ederler aslında. Ahlak anlayışını sorgulamaya, ahlaki değerleri gözden geçirmeye davet ederler. Kadını kültürel algıda erkekle eşitlemeye davet ederler.  Çünkü insanı eşit kılan başıdır, genital bölgesi değil. Kafasındaki beyin ve onun düşünme yeteneğidir, belinden aşağı cinsel organları değil.. O yüzden özgür kadın, dogmatik yargılar yerine rasyonel algılarla düşünen ve yaşayan kadındır. Bu kadın toplumu da rasyonel algılarla dönüşmeye davet eder. Bunun için belirleyici olan onun giyimi kuşamı ya da cinselliği değil, mantalitesidir. Tabi ki kadın estetiği, işlevselliği de önemser, bunların kombinasyonu ile mükemmeliğie erişmek ister. İsterlerse erkekleri kıyafetleriyle, gülüşleriyle, bakışlarıyla, oturuşları ve kalkışlarıyla, yürüyüşleri ve duruşlarıyla, tavırlarıyla, konuşmalarıyla davet edebilir, onlarla eşit bir birliktelik kurabilirler. Ama isterlerse… İstekleri doğru okunan kadınların yaşadığı toplumlarda, davete icabete aşk denir. Yanlış okunan toplumlardaysa… Erkek şiddeti ve aşk cinayeti.

            Bu işin eşit ve özgür yanı. Bir de mahçur ve mecbur yanı var maalesef. Farklı olmak adına kendini bedenini, ruhunu kapitalizmin ruhuna (yani kapitale) kiraya verme tüzağına düşen kadınlar var. Sorun bunu çözümlemek ve doğru toplumsal ve hatta bireysel çözümlere ulaşmaktır. Soru şu: Onlar nasıl kurtulacak? Ya da onların böyle bir isteği endişesi varmi ki zaten? Bu konuda iki örnek vereyim size: Jennifer Lawrence, vizyona yeni giren filmi “Kızıl Serçe”de soyundu ve cinselliğini öne çıkardı. Lawrence, “Bilerek ve isteyerek tüm vücudumu ve ruhumu işime kiralıyorum” da demiş. (Hürriyet Gazetesi, 4 Mart 2018, Pazar Ek).

            İlginç olan şu, Lawrence; bunu yüceltiyor. Hadi, filmde soyunmasının ona bir güç duygusu vermiş olmasını sorgulamak ve sorunsallaştırmaktan kaçınalım diyelim!.. Ama vücudu ve ruhunu kiraya vermek?!.. Bunu yaptığınızda artık o vücut ve ruh sizin olmaktan çıkar “meta” olur. Lawrence’in sözleri bize 2010 yılında Türkiye’ye çekim için gelmiş manken Missy Raider’ı hatırlatıyor. Kendisine vücuduyla ilgili sorular soran gazetecilere, o da, “Artık popom, memem görünmüş umurumda değil, çünkü bedenim artık bana ait değil; o, bir nesne” demişti. Marx’ın “yabancılaşma” kavramı ne bundan daha “sade” anlatılabilir, ne de o yabancılaşmanın “bilinci” (farkındalığı) bundan daha güzel örneklenebilir!..

            Lawrence’in Raider’la karşılaştırıldığında tüketim kapitalizmi bünyesinde bedene ve benliğe yabancılaşma bilincinin çok uzağında olduğu ortada. Bedenini kiraya verdiği “iyimser”liğinde o… Jennifer de, “erkek bir dünya”ya karşı değil, o dünya için, kadını bir tüketim nesnesi kılarak metalaştıran “ataerkil kapitalizm”den yana güç gösterisinde bulunuyor asece.


 

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları