loading
close
SON DAKİKALAR

Kürt Sorunu

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 13.02.2012

KÜRT SORUNU KONUSUNDA SİYASİ PARTİLERİN YAKLAŞIMLARI KONUSUNDA BAZI TESPİTLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

KÜRT SORUNU KONUSUNDA SİYASİ PARTİLERİN YAKLAŞIMLARI KONUSUNDA BAZI TESPİTLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

1.GİRİŞ

Bilindiği üzere ülkemizin her bakımdan en yakıcı sorunu Kürt Sorunudur. Ancak ne yazık ki bu sorunun çözümü konusunda hem pratikte hem de teoride çalışma yapması ve inisiyatif alması gereken iki kurum olan Siyaset kurumu ve Üniversiteler gereğince sorumluluğunu yerine getirmemektedir. 

Uzunca bir süredir Kürt sorunu üzerine kafa yormakta olan bir sosyolog olarak bilim insanlarının, özellikle de sosyal bilimcilerin, sosyologların, bu sorundan dolayı bunca kan dökülürken bile, araştırma yapmamalarını, kafa yormamalarını, konuşmamalarını yadırgıyorum. Diğer bir değişle bu tür olay ve olguları araştırmak ve incelemek bir lütuf değil, sosyologun görevidir. İkinci olarak, bu ülkede yaşayan bilim insanları olarak bu meselede bunca sorun yaşanırken -kimi istisnalar hariç- hiçbir şey yokmuş gibi davranmak etik değildir. Ben şahsen şuna hep inandım, eğer bir yerde akıl ve bilim hakim olursa şiddete yer olamaz.

Asıl önemlisi, bununla bağlantılı olarak siyasi partilerin bu konuda görevlerini hakkıyla yerine getirip getirmedikleri meselesidir. Maalesef siyasi partiler, özellikle de iktidar partileri, bu konuda çözümün değil adeta sorunun bir parçası haline gelmiş durumdalar. Ayrıca çözümü gerçekleştirmesi gerekenler, halkın nezdinde çözüme olan psikolojik inancı da kendi elleriyle yıkarak bu konuda yaşanacak iktidar kaymalarının önünü açmakta ve adeta bindikleri dalı kesmektedirler. Bu durum sadece çözümsüzlüğü büyütmekle kalmıyor halkın siyasal partilere olan güvenini ve inancını azaltıyor.

2.SİYASİ PARTİLERİN YAKLAŞIMLARI  

1991 yılı Aralık ayında, dönemin baş­bakanı Süleyman Demirel ve başbakan yardımcısı Erdal İnönü, Olağanüstü Hal Böl­gesi'ne yaptıkları ziyarette, "Kürt realitesi­ni tanıyoruz" dediler. Başbakan Süley­man Demirel, bu sözü sadece bir defa kul­landı, ikinci bir defa daha benzer bir açık­lama yapmadı. 1994–1995 sularında, dönemin başba­kanı Tansu Çiller, İspanya'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, eği­tim programına (Kürtçe) "seçmeli dersler" konula­bileceğinden söz etti. Tansu Çiller de bunu bir defa söyledi, ikinci bir defa böyle bir açıklamada bulunmadı. Hatta "sözüm yanlış anlaşıldı" diyerek geri adım attı. "Seçmeli dersler" açıklaması da kamu­oyunda tartışmalara, konuşmalara, yazılara konu oldu ama sonra unutuldu gitti. 1998 yılında, dönemin başbakanı Mesut Yılmaz, "Avrupa Birliği'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" şeklinde bir beyanda bulundu, ancak bunu bir defa söyledi bu açıklamanın devamı bir daha gelmedi ve açıklamanın gerekleri yerine getirilmedi. Bu açıklama da kamuoyun­da, özellikle Kürtler arasında epeyce konuşulmuş, değerlendirilmişti. Sonuç, kocaman bir sıfırdı.

2005 yılı Ağustos ayı ortalarında, Baş­bakan Recep Tayip Erdoğan, Diyarbakır'a gitti ve burada "Kürt sorunu vardır” dedikten sonra bu hususta devletin de hatası olduğunu, demokratik düzen içinde, bu sorunun üstesinden gele­ceklerini” söyledi, bu söylemle halkta büyük umut uyandırdı, hatta 2009’da Açılım politikasını başlattı ama maalesef Açılımın içini doldurmadı. İki yıl boyunca sorunu çözmek yerine “çözüyormuş gibi” davrandı ve yeni bir hayal kırıklığına neden oldu. Bu gün, 2011 Seçimleri öncesinde bütün bunlardan sonra “Kürt Sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunları vardır” diyor. Yani sorunun tarihsel, kültürel ve siyasal boyutunu görmezden gelerek rafa kaldırıyor, bireysel ve ekonomik bir soruna indirgiyor. Peki, ne oldu, sorun durdu mu? Hayır, aksine ölümler artıkça sorun büyüdü ve bugüne gelindi. Bu tutumun Türkiye’ye kazandırmayacağı açıktır.

O nedenle ne olursa olsun Türkiye’nin can ve mal kaynaklarını heba eden, kalkınmak için kullanması gereken toplam enerjisini tüketmeye yol açan, toplumsal barışı zedeleyen, demokratikleşmenin önünü tıkayan ve birçok başka soruna kaynaklık eden bu sorun “zamanın bu döneminde” mutlaka çözülmelidir. Gerçek yurtseverlik boş hamasette değil burada yatmaktadır. Ve ben inanıyorum ki bu sorunu çözecek olan siyasal irade ve siyasi lider(ler) sadece iktidarlaşmayı sağlamakla kalmayacak aynı zamanda Türkiye Halkının günlünde taht kuracaktır. Ve gene ben inanıyorum ki bunu ancak gerçek bir sol ve sosyal demokrat parti başarabilir. Tarihsel arka palanı, kurcu deneyimi dikkate alındığında, kendisini yeniden yapılandıracak bir CHP bunu neden başarmasın? Bu konuda herkese ve tabiî ki en başta da siyasete yeni bir soluk getiren, itibar kazandıran ve parti tabanında da heyecan yaratan kişiliklere büyük görev düşüyor. CHP’nin bildirgesinde yer alan “Kürt kimliğinin önündeki engelleri kaldıracağız” söylemi olumludur ama yeterli değildir. CHP artık Kürt sorunun çözümü konusundaki utangaç tavrını bırakarak çözüm önerilerini netleştirmeli ve somutlaştırmalıdır. Kitlelerin beklentisi yeni CHP!den bu yöndedir.  Bu tavır CHP’nin ne kadar yeni olup olmadığı konusunda turnusol kâğıdı görevi yapacağı muhakaktır.

3.KÜRT SORUNU: BÜYÜK KAYIPLAR

Maalesef Güneydoğuda yaşanan çatışma ortamı sonucunda ülkenin büyük maddi ve manevi kayıpları olmuştur. 50 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetmiş, bunun yanında 4 binin üzerinde faili meçhul cinayet yaşanmış, (Kutlu Savaş raporunda diğer ölümleri de katarak bu rakamı 17 bin olarak vermektedir), 4 binin üzerinde köy ve mezra boşaltılmış, milyonlarca insan batı kentlerine göç etmiştir. (Devlete göre 350 bin, STK’lara göre ise 3,5 milyon insan zorunlu göçe maruz kalarak yer değiştirmiştir) Hem göç edilen yerin boşaltılması orada yapılan tarım ve hayvancılığın durmasına sebep olmuş hem de göç edilen kentlerin hazırlıksız yakalanması gecekondulaşmayı ve çarpık kentleşmeyi hızlandırmış, böylece iki boyutlu bir kayıp meydana gelmiştir. Bunun da ötesinde yılda on milyar dolar civarında güvenlik harcaması yapılmış, (Başbakan yardımcısı C. Çiçek yaptığı açıklamada “teröre yapılan harcama 400 milyar dolar, bunun ekonomiyle beraber yarattığı kayıp 1 trilyon dolardır” demiştir), ekonomi kimi zaman neredeyse durmuş, bölgede tarım ve hayvancılık yok olma noktasına gelmiştir. (Örneğin yıllardır Orta Doğu ülkelerine canlı hayvan ve kırmızı et ihraç eden Türkiye şimdi buralardan canlı hayvan ve kırmızı et ithal eder hale gelmiştir.)

Burada öncelikle sorunun tanımlanmasıyla birlikte bu güne değin gerçekleştirilen kimi yaklaşımlardaki yanlışları tespit edecek, sonrada bu sorunun ne olduğuna bakarak bir tanımını yapmaya ve kısaca çözümü sunmaya çalışacağız.

4. TEŞHİS MESELESİNİN ÖNEMİ

4.1. Sorunun Teşhisinde Yanlış Yapılmaktadır. Teşhisi hatalı yapılan bir prob­lemi çözmenin olanağı yoktur. Hatırlardadır, ilk olaylar başladığında başbakan Özal “fazla büyütmeyin” demiş üzerinde durulmamasını salık vermişti. Ama işin ciddiyetini anladığında ve çözüm üzerinde çalışmaya başladığında ise ömrü vefa etmedi. Sorunun tespitinde red ve inkar çözüm değil tıpkı ayrılığın çözüm olmadığı gibi. O halde sorunun çözümü “ne inkar ne de ayrılıktan geçer, sorunun çözümü kardeşçe birlik, bütünlük ve beraberlikten geçer. Kanımca eğer doğru teşhis 20 yıl önce yapıl­mış olsaydı bugün bu sorun olmazdı. Eğer bugün doğru ve gerçekçi teşhisler yapıl­mazsa ve bu yöntemler 3-5 yıl daha sürerse korkarım çözüm daha da zorlaşacaktır.

4.2. İkinci yanlış, sorunun yanlış teşhis edilmesinin de tazyiki ile yanlış yöntemlerle çözülmeye çalışmasıdır. 1979 yılından itibaren sorun askere havale edilmiştir. Sorunu askere havale etme kolaycılığına kaçmada siyasi irade eksikliğinin de payı vardır. 20 yıllık sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarının sorunu çözmediği aksine büyüttüğü herkesin görmesi gereken bir gerçektir. Bu anlamda hala her şeye rağmen sadece askeri yöntemlerle sorunu çözmede ısrar etmek; 1. Daha fazla kan, daha fazla acı ve daha fazla gözyaşına neden olmaktadır. 2. Bu da sorunun çözümünü daha da ağırlaştırmaktadır.

4.3. Üçüncü yanlış devletin sorunun çözümünde geleneksel ve geri kalmış kurum, ve kuruluşları yeniden canlandırarak devreye sokmasıdır. Bu kurumların başında ise aşiret reisliği, ağalık ve şeyhlik gibi feodalitenin uzantısı durumunda olan son kalıntılar ve onlara dayanarak oluşturulan “Koruculuk Sistemi” yer almaktadır. Çağdaş bir devletin görevi bu çağdaş olmayan kalıntıları çözmek ortadan kaldırmak olmalıdır, onlardan medet ummak değil.

4.4. Dördüncü yanlış, devletin bölgede ekonomik faaliyetlerden el çekmesidir. “Terör son bulsun sonra bu işleri yaparız” mantığı yanlıştır ve son derece tehlikelidir. Yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu'da özellikle l970'li yıllarda başlayan “iş-ekmek-fabrika-yol-su” talep ve sloganları 1980'li yıllarda siyasi bir boyut kazanmıştır. Bölge gerçeğini göremeyen geçmişteki siyasal yapı ve yönetimler bu mesajları bir gün şiddetin bir malzemesi ve siyasi yapısı olacağı gerçeğini tespit edememişlerdir. Ne zamanki olaylar şiddetlenip boyutları büyüyor o zaman sorun gündeme geliyor. Burada da sadece “kan edebiyatı ve politikası” yapılıyor. Madem "sonsuza kadar bir arada yaşayacağız” diyoruz, kanı ve nefreti hemen boğmalıyız. Bir arada yaşamanın şartlarını akılcı olarak yeniden belirlemeliyiz. Demokrasinin en büyük erdemi de bu değil mi zaten?

  5.DOĞRU TANIM OLMAZSA DOĞRU ÇÖZÜM OLMAZ

Kürt sorunu tarihsel, siyasal, kültürel ve ekonomik boyutları olan komplike bir sorundur.  Batı kamuoyu genellikle diğer boyutları es geçerek ekonomik boyut üzerinde duruyor.  Kürtlerin yaşadığı bölgelerin geri kalmışlıkla izah edilebilecek ekonomik boyutu tek başına bir neden olmamakla beraber sorunu büyümesine ve daha aşikâr hale gelmesine yol açmıştır. Ancak sorun bu nedene bağlı olarak izah edilemeyeceği gibi sadece bu sorunun giderilmesiyle de çözülemez. Kürtlerin kendi dillerini tam olarak kullanmamaları, bilim, sanat, edebiyat yapamamaları ve yapmak için gerekli alt yapı olanaklarına sahip olamamaları büyük sorun teşkil ediyor. TRT -6 önemli bir açılımdır ama yeterli değildir. Yer ve insan isimlerinin fiiliyatta hala yasaklara maruz kalması sorunu azdıran bir işlev görüyor. O nedenle çözüm için bütün nedenlerin birlikte senkronize ele alınması gerekir. Çünkü sorun bunlardan sadece biriyle kaim değil bunların hepsinin toplamı niteliğindedir.

6. SONUÇ VE ÇÖZÜM

Avrupa Birliğine katılmaya çalışan bir Türkiye’nin bunları görmesi ve bu sorunu özgürlükçü bir demokrasi perspektifi içinde yeni bir Anayasa ile çözmesi en uygun yol olarak görünüyor. Toplumsal barış için bir genel af üzerinde durulabilir. Ülkedeki dinamiklerin bunu yapacak ve başaracak gücü var. Bu yolculukta en önemli kavramlar empati, samimiyet, cesaret ve basiret olarak önem kazanıyor ve öne çıkıyor. Kuşkusuz bu durumun değişmesini isteyenler gibi istemeyenler de vardır. Şurası muhakkak ki bu statükodan beslenenler sistemi değiştiremezler, ayrıca değişmesini de  istemezler, o nedenle değişime direnmektedirler. Bu konuda değişim isteyenlere gelince; mevcut statükodan rahatsız olanlar onun değişmesini isteme hakkına sahiptirler elbette. Ancak bunu sadece istemek yetmez, bu değişimi gerçekleştirmek için bir şeyler de yapmak lazım. Ünlü filozof Kant’ın deyimi ile bu durumda hem görü (pratik) hem kavram (proje) gerekiyor; diğer bir deyişle hem teori hem de pratik gerekiyor. O nedenle artık politikayı boş laf olmaktan çıkarıp uygulanabilir projelere dönüştürmek ve uygulamak gerekir.

İnanıyorum ki şimdi eğer aklın ve bilimin ışığında gerçek bir demokrasiyi hakim kılarsak, o taktirde silahlar susar, şiddetten beslenen şahinler kaybeder. İnsanlık ve demokrasi kazanır. Özellikle de bu savaşı bu güne kadar tırmandıran ve bundan sonra da asla bitmesini istemeyen şahinler kaybeder. İnsanlık ve demokrasi kazanır, Türkiye kazanır.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları