Tarih:
26.09.2012
Neden çözülmüyor?
Prof. Dr. Ahmet Özer yazıyor, ''Türkiye Kürt sorunu gibi aciliyet arzeden sorunlarını çözüp rahatlamazsa bölüşecek, bunu görmüyor...''
Hatırlayalım; Türkiye 2011 yaz ortasına girerken barış konusunda herkes umutlanmıştı, birdenbire ne olduysa, bu umutları bir anda buharlaştıran gelişmeler peş peşe yaşandı. Silvan saldırısı ile barış masası devrildi, Çukurca ile savaş ortamına girildi. Bir ay içinde karşılıklı yüzleri aşan kayıplar meydana geldi. Operasyonlar, hava hareketi bir yandan sürerken öte yandan kitleler şeklinde KCK adı altında kitlesel tutuklamalar başladı, öyle ki bu süreç öğretim üyelerine, yayıncılara kadar uzandı. Beraberinde kısmi kara hareketi yapıldı, Kazan Vadisinde onlarca militanın cesedine rastlandı. Taraflar karşılklı tehditlerle savaşı boyutlandıracaklarının işaretlerini vermeye başladılar. Bu sırada Van depremi yaşandı. Resmi rakamlara göre deprem 605 can aldı, üç bin civarında insan da enkazlardan yaralı kurtuldu.Derken kışa girildi ve ardındandan Uludere ile başlıyan ve yeniden harlanan çatışmalar başladı. Şemdinli, Çükurca, Bingol, tünceli olayları peşpeşe yaşandı. Artık çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayıları onlarla yaralıların yüzlerle ifade edildiği, sayılar üzerinden bir savaşın yürütüldüğü, toplumun da bu durumu sanki kanıksadığı bir ortama girildi. Bu gişat son derece tehlikeli bir tablo sergiliyor. Hala dağ başlarında, kasabalara açılan vadilerde çatışmalar, ölümler, öldürmeler ve tutuklamalar devam ediyor. Başbakan baştaki açılım politikalarını tamamen terk etmiş, birileri hükümeti bu işi silahla çözebileceklerine ikna etmiş gibi.. Ancak başka birilerinin de başbakana ve hükümete ölümlerin meseleyi çözemeyeceğini, aksine daha da büyüttüğünü, hatta içinden çıkılamaz hale getirdiğini söylemesi lazım.
Şimdilerde Kürt Sorununu demokratik yollarla çözmek yerine pompalanan milliyetçiliğin yaratığı gizli ırkçılık hergün gittikçe artıyor ve halkları birbirinden ayrıştırıyor. Duygusal kopuşun fizksel bir kopuşa yolaçamasına ramak kalmış. Önyargıların düşmanlığa evrildiği, ötekileştirmenin keskin saflaşmalara neden olduğu bir psikolojik ortam giderek herkesin aklını esir alıyor, böyle bir ortamda duygular öne geçiyor.
Bu gidişat derhal durdurulmalı. Öncelikle siyasilerin toplumsal barış ortamını zehirleyen savaş dilini terketmesinde hayati bir önem var. Ardından, savaştan medet umanların hayallerini boşa çıkarmak gibi bir sorumluluğu var toplumun. Bunun da yolu karşılıklı empati yapmaktan ve birbirini anlamaktan geçiyor. Bunlar yapılırsa ancak sorunun çözümü konusunda atılacak siyasi, hukuki ve demokratik adımlar baş tutar. Bu adımların da en somutu şimdi yapmakla meşgul olduğumuz Anayasa gelmektedir elbette. Oysa bu hercümerç içinde anayasa çalışmaları unutulmuş gibi.
Bizim gibi ülkelerde yeni anayasa yapmanın bir amacı da çatışmalara çözüm bulmaktır, bunun için anayasa yapılır. Bu çerçevede temel özgürlüklerin tanımlanması, yargı bağımsızlığının güvenceye alınması ve devletin tarafsızlığı ilkesinin benimsenmesi atılacak diğer adımları da kolaylaştırır. Ayrıca ideolojiler, inançlar ve etnik kimlikler bakımından anayasanın tarafsız olması çok önemli Çünkü devlet geçmiş anayasalarda olduğu gibi bunlardan birine taraf olduğunda diğer tarafı karşısına almış olur. Bu durumda sorunu çözmek yerine yeni sorunlar yaratır. Özellikle Kürt sorunu bağlamında öyle bir formülasyon bulunmalı ki Kürtler kendini devlete ait hissetsin, vatandaş olduğunu içselleştirsin ve Türkler Türk olarak hangi hak ve özgürlüklere sahipse ben de onlara sahibim desin, diyebilsin.
Bunun için Türkiye’nin kendini geçmişin takıntılarından kurtarması, ses geçirmeyen ideolojik duvarlarını yıkması lazım. Eğer bu adımlar atılırsa buna rağmen örgüt silahta ısrar ederse marjinalize olacaktır. Aksi taktirde sorunu hukiki ve siyasi yollarla çözmek yerine örgütü silahla yenmeye kilitlenmiş bir strateji ise daha fazla kana, o da daha fazla düşmenlığa ve nihayetinde çözümsüzlüğe neden olacaktır. Bu durum ortadayken hala ölen insanların sayıları üzerinden hesap yaparak yengi ve zafer peşinde koşmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Bu noktada zararın nersinden dönülürse kardır. Yoksa onarılması mümkün olmayan bir sürece girdikten sonra geri dönmenin kıymeti harbiyesi kalmayacaktır. Türkiye cumhuriyetinin vatandaşları bilmeli ki bu savaşın kazananı yoktur hepmiz birlikte kaybediyoruz. Kendi elleriyle kendi gözlerini oymaya çalışanlardan tarih mutlaka hesap soracaktır. O nedenle şimdi artık sağduyuyla davranmanın ve kucaklaşmanın zamanıdır.
Burada da en büyük görev iktidar partisine ve özellikle partisine tamamen hakim hale gelmiş olan başbakana ve AKP’ye düşüyor. AKP ise bu mevzuda bir doğru yaptığında bir yanlışı da beraberinde mutlaka yapıyor. Örneğin sorunların adını doğru koysa da çözüm için adım atmıyor. Bugüne değin Kürt sorunu, Alevi Sorunu, Ermeni Sorunu, Kıbrıs Sorunu gibi kronikleşmiş sorunların adını cesurca koydu, tartışmaya açtı. Bu doğru. Ama on yılı aşan iktidarında bu sorunları hala çözmedi. “Neden çözmüyorsun?” diyenlere, “siz karışmayın ben istediğimi yaparım, istediğim zaman yaparım” diyerek sorunu zamana yayıyor. Geçen zaman ise sorunları daha da büyütüyor, daha çetrefilli ve içinden çıkılamaz hale getiriyor. Oysa Türkiye Kürt sorunu gibi aciliyet arzeden sorunlarını çözüp rahatlamazsa, genleşmezse bölüşecek, bunu görmüyor, ya da görmek istemiyor.
Halkın bir kısmı “benim sorunum var diyorsa”, yöneten “hayır senin sorunun yok” diyemez, derse öyle dediği için o sorun çözülür mü? Güpegündüz gözünü gerçeklere kapatan dünyayı ancak kendine karanlık yapar. Devletin asıl fonksiyonu sorunaları halının altına süpürmek değil, onlarını çözmek, vatandaşların kendini gerçekleştirmesinin olanaklarını sunmaktır. Meşruiyeti yüksek bir demokratik yönetim bunu sağlayamamışsa suçu kendinde aramalı ve yanlışını düzeltmeli eksiğini gidermelidir. İşte o zaman halkını kendi rızası ile yönetime katıldığını, bağlı olduğunu, sorunun değil çözümün bir parçası haline geldiğini görecektir.
Şimdi bütün bunlar yapılsa da silahlar konuştukça cenazeler gelmeye devam ettikçe bu sorun halkın zihninde var olmaya devam eder. O halde yukarıda anlatılan sürece paralel olarak silahların da mutlaka susması gerek. Bu da üç aşamada gerçekleşebilir: 1) Silah kullanmama adımı, 2) Silahları tamamen bırakma adımı ve 3) Üçüncü aşama çatışanların toplumsal hayata entegrasyonudur. Bu model Güney Afrika’da başarı ile denenmiş, benzer biçimde ETA ve İRA sorunları da çözüm noktasına getirilmiştir. Aksine savaşta yenip sonra müzakere edreim demek bu savaşın hiç bitmemesi, cenazelerin gelmesi demektir.
Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesinin ateşkes için yeterli olacağı örgütün temsilcileri tarafından dile getirildi. İkinci adımda Anayasal vatandaşlığın sağlanması ve toplumsal barış projesi ile birlikte PKK’nın tamamen sınır dışına çekilme gerçekleşir. Üçüncü adımda ise çıkarılacak bir siyasi af ile silahların tamamen bırakılması sağlanır. Böylece toplumsal entegrasyon süreci başlar ve Türkiye her geçen gün güçlenerek yoluna devam eder. Peki bütün bunları kim yapacak? Statükodan ve kandan beslenerek süreci sabote etmek isteyen güçlere direnebilecek siyasal bir irade bunu başarabilir.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI