Tarih:
10.04.2013
Neden Şimdi?
Ahmet Özer, ''Kürtlerin gelecekte Ortadoğu'da şekillenen yeni konjonktüre göre taleplerinde bir değişme olabilir(di)''...
Devlet için sürecin gerekçesi olan dinamiklerNe oldu da şimdi 30 yıldır gidip gelen barış arayışı birden bire kapımıza dayandı ve şimdi barış anahtarıyla çözümün kilidini açmaya başladık? Geçmişte hep bu amaçla iktidarlar, bir adım ileri attığında, ardından hemen iki adım geri atıyorlardı. AKP iktidarı da bu tespitten azade değil. Yıllarca uygulanan bu bir adım ileri iki adım geri bizi hiçbir yere getirmediği gibi, barışa dair umutlarımızı da epeyce törpülemişti. Fakat şimdiki barış ve çözüm süreci hepsinden farklı bir profil çiziyor. Etkileri, çapı, öngörüsü ve önerisiyle herkesin barışa dair umutlarını yeniden yeşertti bu süreç. Umarım, ihtiyatlı bir iyimserlikle takip ettiğimiz bu süreç, kalıcı ve onurlu bir barışa vesile olur.
Peki birden bire buraya nasıl gelindi? Bu sorunun AKP ve PKK için ayrışan ve örtüşen iç ve dış dinamikleri var. Önce dış dinamik(ler) açısından ele alalım: Bir kere ABD, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslara etkili ve hızlı bir biçimde açılıp Rusya ve Çin’in yükselişine karşı ön almak istiyor. Bunun için Ortadoğu2da güçlü, istikrarlı ve güvenebileceği müttefiklere ihtiyacı var. Bu müttefiklerin başında İsrail ve Türkiye geliyordu, ancak bir süredir bu iki ülkenin Mavi Marmara olayından dolayı “araları açıktı.” Önce Türkiye Kürtlerle olan ihtilafını gidermek için adım attı, ardından ABD hızla devreye girerek İsraril’le Türkiye arasındaki sorunu giderdi ve denkleme Türkiye Kürtlerini de ekleyerek Ortadoğu'da güçlü sacayağını tamamlama isteğini göstermiş oldu. Bunu, Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlarla tarihi ve ekonomik bağı olan Türkiyeyi istikrarlı hale getirerek bir stratejik sıçrama alanı olarak kullanmak istediği için yapıyor. Batıyla olan ilişkilerinin düzeyi ve niteliği Türkiye’nin çıkarlarını da bu noktada ABD ile çakıştırıyor.
Enerji güvenliği
İkinci önemli nokta, Türkiye’nin doğu ile batı arasında önemli bir enerji koridoru haline gelmiş olmasıdır. Şöyle bir baktığımızda bu konuda gördüğümüz manzara şudur: Elinize bir pergel alıp, sivri ucunu haritadaki Ankara'ya bastırın, sonra kuzeyden güneye bir yarım daire çizin, dünya enerji kaynaklarının yüzde sekseninin bu hattın doğusunda kaldığını göreceksiniz. Sonra tam tersini yapın bu kez dünyadaki enerjinin yüzde seksenini kullanan ülkelerin bu hattın batısında kaldığını göreceksiniz.Yani Türkiye enerji kaynakları ile enerji ihtiyacı duyan ülkelerin ortasındaki bir koridorda yer alıyor. Doğudaki enerji kaynakları büyük oranda batıya Türkiye üzerinden (borularla) taşınacak. Enerji borusu ister istemez güvenliğini de beraberinde getirmek zorunda, yoksa hiçbir kıymeti kalmaz. Bir yandan borular döşenip, öte yandan PKK’nin savaşı süremezdi. Bu onlar açısından hem işin özüne hem de küreselleşmenin ruhuna aykırı olurdu. Nitekim batı kendisine de zarar veren bu aykırılığı gidermek istiyor(du). Bu da hem siyasi hem ekonomik açıdan Türkiye’nin işine geliyor. Türkiye’nin bu istikrarı yakalaması sadece ekonomisini sıçratıp, demokrasisini düze çıkarmakla kalmayacak aynı zamanda Ortadoğu'da ve dünyada itibarını ve gücünü artıracaktır.
Ayrıca eğer devlet şimdi bu işi çözmezse Kürtlerin gelecekte Ortadoğu'da şekillenen yeni konjonktüre göre taleplerinde bir değişme olabilir(di). O taktirde Türkiye hem bu talepleri karşılayamazdı hem de doğuracağı sonuçların maliyetini kaldırmakta güçlük çekerdi. Bir de tabi Öcalan faktörü var. Öcalan devlet için barış için önemli bir şans. Çünkü Öcalan hala örgütün gerçek lideri ve barış isteyen bir mantaliteye sahip. Masasız barış, Öcalansız masa olamayacağını devlet de nihayet gördü. Öcalan’sız bir ortamda devletin hem arkadan gelen fırtına çocuklarıyla anlaşması güç olurdu hem de Öcalan’sız bir örgütle diyalog kurması ve çözüm bulması zorun da ötesinde imkansız olurdu. Bütün bunlar alt alta yazıldığında, bu gün çözüme adım atmak için bundan daha uygun zaman olamazdı. Buna altın zamanlama diyebiliriz.
PKK’de ki köklü değişim
Gelelim işin diğer tarafına. PKK açısından bakıldığında çözüm sürecine götüren iki önemli dinamiği görmek gerek. Birincisi, değişen ve dönüşen dünyada artık silah bir hak arama aracı olarak miadını doldurdu. Dünya bu yola sempati ile bakmıyor artık. O yüzden hak(lar) siyasi yollarla aranır oldu. Bu da Öcalan’ı “artık silahlar sussun, fikirler konuşsun” noktasına getirdi. Öcalan'ın aslında daha önce de (1993’den beri) zaman zaman informel biçimde dile getirdiği bu söylemde büyük bir paradigma değişikliği var. Bu değişikliği görmek için işin evveliyatına bakmak yeterlidir: PKK’de şimdi, “Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı kurmak için silahlı mücadelenin, siyasi mücadelenin yolunu açacağı tezinden, Demokratik Cumhuriyet isteğine evrilen bir değişim ve dönüşüm söz konusu olacak. Belki yıllardır dağda elinde silahla savaşanlar için zor olacak bir değişim ama Öcalan dedikten sonra olacaktır.
Süreç iyi yönetildiği taktirde şimdi artık hak ve özgürlüklerin ihyası için siyasi mücadeleyi esas alan bir evrilmeye geçilecek. Bu değişiklik, PKK için devrim niteliğinde bir değişim ve dönüşümü ifade ediyor. Bu değişim aynı zamanda Kürt halkının kaderini tayin etmede de rol oynayacak ve bundan sonraki yaşam pratiklerine de yansıyacaktır. Yani değişim sadece dağdaki militanlarla sınırlı kalmayacak, asıl önemli yansıması büyük halk kitlelerinde görülecektir. Bu durumun halkın talepleriyle de örtüştüğünü ve halk açısından sorun çıkarmayacağını söyleyebiliriz. Çünkü “Kürt sorunu vardır” diyen kesimler, açık ya da örtük bir biçimde örgütle bir pozitif bir etkileşim içindeydi. Öcalan’ın ve Örgütün çizeceği yol haritasına bu nedenle ciddi itirazlar olamayacaktır.
Halk barış istiyor
İkinci önemli hususta; halkın barışa olan özlemdir. Tabi Öcalan’ın 1993’ten itibaren sorgulamaya başladığı ulus devlet anlayışı, devlet ve iktidar ilişkisinin onda aldığı yeni biçimin de çok etkisi var. Ulus devlet hem miadını doldurdu hem de 20. Yüzyıldaki bütün kötülükler neredeyse bu tekçi anlayışın üzerine oturduğu inkar ve asimilasyon politikalarından türedi. İkinci Dünya Savaşında, ulus devletler ölüm kusan makinelere, liderleri de savaş tanrılarına dönüşmüştü. Türkiye’de Kürtlere uygulanan ret, inkar ve asimilasyon da bu anlayıştan türedi. Öcalan burada kritik bir soru soruyor “ Türkler için kötü olan böyle bir örgütlenme modeli Kürtler için neden iyi olsun?” diyor. Buna karşı verilecek haklı bir yanıt henüz bulunmuş değil. İşte bu noktada büyük bir değişim yaşayan Öcalan aynı zamanda ülkede de büyük bir değişimin öncüsü oldu.
Barış narin kuş gibidir, korumak lazım
Şimdi bütün bu analizlerin ışığında geldiğimiz somut ve sevindirici bir nokta var: Barış umudu. Bu umut, Öcalan'ın mektubu ve başbakanın buna karşı takındığı tavırla yeni bir merhaleye ulaştı. Bu konuda herkesin ve herkesimin katkı sunması gerekir. O nedenle ihtiyatlı yaklaşmak ve iyimser olmak lazım. Çünkü barış yeni doğmuş bir bebek (ya da narin bir kuş) gibidir. Sevmek adına çok sıkarsan ölür. Çok umursamaz biçimde hoyratça yaklaşırsan uçar gider. Bu işin optimum bir noktası var, ona dikkat etmek gerek. O da şudur: Bu süreçte barışı sıkacak, berhava edecek her türlü, ama her türlü provokasyonu boşa çıkarmak esastır. İkinci olarak silahlar sustu diye işi ağırdan almak gibi bir eğilim vardı geçmişte. Bu hataya düşmemek gerek. Çünkü bu süreç iyi yönetilmediği taktirde bumerang etkisi yapabilir. Onun için karşılıklı güven artırıcı adımlarla beraber, toplumun beklediği somut adımları da vakit yitirmeden atmak büyük bir önem taşıyor.
Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI