loading
close
SON DAKİKALAR

Partililerin Kürt sorunu işle ilişki kurma biçimi sorunlu

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 07.02.2013

Ahmet Özer yazdı, AKP’nin Ortadoğu’ya güçlü bir aktör olarak girme adına yaptığı jeo stratejik bir hamledir...

Kürt sorunu ile ilişki kurma biçimi

Tarihsel, sosyal ve siyasal sebeplerle Türkiye’de kurumların ve toplumun Kürt Sorunu ile kurmuş olduğu ilişki biçimi bazı bakımlardan sorunlu. Sorunun çözümünün anahtarlarından bir de bu yanlışın düzeltilmesinden geçiyor. Bu kurumlar siyasetten bürokrasiye kadar bir çok alanı kapsıyor. Tabi en başta da bütün kurumların anası devlet kurumunun Kürt meselesi ile ilişki kurma biçimi yanlı, yanlış ve yönlendirici olmuştur.

Devletin konumu

Devletin sorunla kurduğu ilişki biçimi yıllarca süren red ve inkarın ardından başlayan silahlı çatışmalara OHAL, köy yıkımları, faili meçhuller ve göçertmeler şeklinde oldu. Zor tekelini elinde bulunduran tek müessese olarak bunu hep mubah gördü, hukuk ve güvenlik ikileminde hep güvenliğin yanında durdu, peşinde koştu. Bugün bu sorunu çözmekte bu kadar zorlanmamızın bir nedeni de budur.

Üstelik devlet, sadece kendisi bu cendereye düşmekle kalmadı toplumu da buna yönlendirdi ve tek doğrunun bu olduğuna inandırmaya çalıştı. Bu gün yeni yeni su yüzüne çıkan bir takım doğrulara bazı toplumsal kesimlerin bu kadar direnç göstermesi bundan. Çünkü 70 yıllık bir yalanı ve yanlışı 70 günde düzeltmek çok zordur. Bence sonuç alınmak isteniyorsa işe buradan başlanmalı. Yani öncelikle devlet, devlet olarak yaptığı yanlışlarla yüzleşmeli, yanlışlarını düzeltmeli ve topluma artık net bir biçimde doğruları söylemelidir. Bu konuda fazla söze ihtiyaç yok, eğer bu yapılırsa bu durumda toplumu sürece katmak daha kolaylaşacaktır.

Gelelim işin diğer önemli aktörleri olan siyaset kurumuna ve onun biçim bulduğu siyasi partilere. Türkiye’de çok sayıda siyasi parti var, ancak parlamentoda ilk kez toplumun %95’ini temsil eden dört farklı partinin bulunduğu bir süreci yaşıyoruz. Bu ulusal çaptaki kimi meseleleri çözmek konusunda avantajlı bir durum sunuyor. Çünkü eğer meclis kendini bu konuda düzeltirse toplum zaten kendiliğinden düzelmiş olur. Hele hele dört liderin bu konudaki söylem ve davranışları son derece önemli. Kulağımızı tersten göstermenin birbirimizi hırpalamanın hiç gereği yok. Herkes şapkasını önününe alıp düşünürken ülke menfaatlerini siyasi çıkarlarının önüne koyma basiret ve feragatini göstermelidir. Çünkü bugün feragat ve fedakârlık gündür. Burada en önemli görev başta iktidar partisine düşüyor.

İktidar partisinin tutumu

Devletin zihin kodları ve Türk İslam senteziyle yetişmiş olan kişilerin kurduğu AKP’nin Kürt sorunu ile ilişki kurma biçimi, şimdiye kadar bir adım ileri iki adım geri şeklinde oldu. Bazen “bu sorun var benim sorunumdur, demokrasiyle çözeceğim” derken bazen de böyle bir sorun yok diyerek inkâr yoluna gitti. Herhalde dini referansları sorunu kabule iterken milliyetçi refleksleri devreye girince sorunun varlığını red ettiler. Bununla da kalmayıp seçim ve oy kaygılarıyla “ben olsam Öcalan’ı asardım” dedikten sonra gelişmelerin gösterdiği gibi, Ortadoğu da bazı riskler iyice belirginleşince bu kez de asardım dediği Öcalan’ı en üst düzeyde muhatap alıp görüşmeye başladı. Hal böyle olunca bir güven sorunu ortaya çıktı: Kürt tarafı hangisine inanacağım diye ihtiyatlı bir iyimserlikle meseleyi takip ediyor. Ama ne olursa olsun bu yeni cesur adımı toplumsal barış adına desteklemek gerek. Çünkü gelinen noktada artık bu çelişkili ve muğlâk ilişki biçiminin değiştiğini AKP’nin ve başbakanın (her ne kadar görüşmeleri biz değil devlet yapıyor dese de) siyaseten risk aldığını söyleyebiliriz. 

Cin bu kez ayan beyan şişeden çıktı, tekrar geri koymak mümkün değil, AKP buna yeltenirse şişe kırılacak elindeki kesiklerle çok kan kaybedecektir. O halde başarılı bir sonuca kilitlenmekten başka şansı yok. Bazı kesimler AKP’nin bu konuda samimi olmadığını bu girişimi önümüzdeki üç seçimi kotarmak adına yaptığını söylese bile biz Türkiye’nin toplumsal barışı için atılan bir adım olduğuna inanmak isteriz. Çünkü bu iş sadece onları ilgilendirmediğine ve hepimizin meselesi olduğuna göre herkesin bu konuda elinden gelen desteği sunmaktan imtina etmemesi hem sorumlu yurttaş olmanın hem de ülkesini sevmenin bir gereğidir. Bu süreci başlatan bir neden de tarafların isteklerinden çok yeni konjuktürün sunduğu koşulların etkisidir. Diğer bir deyişle hem jeopolitik şartların bir dayatması hem de önümüzdeki üç seçime rahat girmek isteyen AKP’nin Ortadoğu’ya güçlü bir aktör olarak girme adına yaptığı jeo stratejik bir hamledir.

Muhalefet partilerinin durumu

Ne yazık ki CHP bu hususta yekpare ve net bir tavır ortaya koyamıyor. Bir yandan genel başkan barış ve görüşme sürecine destek verdiğini ve kendi açtığını açıklarken öte yandan bazı ulusalcı vekiller hala otuzların kodlarıyla konuşuyor ve genel başkana rağmen karşı söylemde bulunuyor. Bir yandan Kürt meselesini kabul eden ve barışçıl yollarla çözülmesini arzu eden sosyal demokrat bir damar var devrede, öte yandan süreç biraz ilerleyince onları hemen bariyerleyen bazı kesimler atak yapıp (yer yer ırkçılığa varan söylemlerle) ön alamaya çalışıyor. Başbakan Öcalan’la görüşme cesaretini gösterirken, CHP’li vekil (H. Aygün) öldürülen bir kadının kendi ilindeki taziyesine (ki belki de aile veya bazı fertleri ona oy vermişti) katıldığı için başka bazı CHP’li vekiller (ör. Şevki Kulkuloğlu) tarafından patiden hemen istifası istendi ve disipline sevki gündeme geldi. Birgül Ayman Gülerin infial yaratan sözleri karşısında bir uyarı dahi almamış olması Güneydoğudaki tek vekilin istifasına neden olmasının ötesinde örgütlerin büyük tepkisini aldı. CHP liderliği de bu konuda bir yol tutturup patiyi ve tabanı bu yönde dönüştürmek yerine dengeleri gözeten bir politika uygulamaya çalışması partinin hayrına olmadığı gibi bu denge politikasının sonuçları sonuçta bir politikasızlık olarak ortaya çıkabilir ki bu da iktidarın elini daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.

BDP’nin Kürt sorunu ile ilişki kurma biçimi de sorunlu. Çünkü o da devletin güvenlik bakışının etkisiyle ve mağduriyet duygusunun yarattığı atakla asimetrik bir bakış geliştirerek tersinden şiddeti eleştirmedi, tavrı, tarzı silahın bir enstrüman olarak kullanmasının mubah görülmesi şeklinde anlaşıldı ki bu durum hem Türkiye’nin batısında hem de batılı demokratik ülkelerde bu partiye mesafeli yaklaşılmasına neden oldu. Oysa BDP büyük oy oranlarıyla Kürtlerin seçilmiş yasal ve meşru temsilcisi olarak aynı zamanda hem Kürt sorunun çözümünde rol alıp muhatap olmalı hem de yerine göre eleştirel yaklaşımlar sergileyerek bağımsız kimliğiyle batı kamuoylu bir bağ kurmalıdır. 

MHP malum, o hala red ve inkârda direniyor. Bu hususta, ne geçmişten ders çıkarıyor ne de güvenlikçi yaklaşımından vazgeçiyor. MHP’nin Kürt sorunuyla ilişki kurma biçimi, bugüne değin “bölücülük, terörist başı, öldürme, bitirme” biçiminde oldu hep. Bugün bile Türkiye’nin kahir ekseriyetinin destek verdiği barış sürecine cephe almış durumda. Bununla hem tabanını sağlam tuttuğunu sanıyor hem de milliyetçi yelpazede seyredenleri bu yaklaşımla kendine katabileceğinin hesabını yapıyor. Ama bu hesap yanlış, çünkü gelinen noktada artık değirmenin suyu tükendi ve deniz bitti. MHP şu soruya cevap vermeli. “Daha fazla insanın ölmesi, Türkiye’nin her bakımından kan kaybetmesi mi vatanseverlik?” Üzülerek izliyoruz ki, Türkiye’de siyaset, yönetilenlerin hayatını iyileştirme kavgasından ziyade, yönetenlerin kendi arasındaki yönetme kavgasına dönüşmüş. Bu kavgada yönetilenler ise kullanılıyor. Gerçekten demokratik bir ülke olacaksak bu artık aşılmalıdır. Barış süreci başarılı olursa ve MHP bu tavrında ısrar ederse, önümüzdeki seçimde barajı geçemeyeceği gibi orta vadede Türkiye siyasetinde bir ihtiyaç olmaktan çıkıp DYP gibi silinebilir. 

Sonuç


Sonuç olarak, Türkiye yeni bir döneme girdi. O yüzden herkesin eski ezberlerini bir kenara bırakması lazım. Şimdi bu sorunun çözülmesi için en başta sorunla ilişki kurma biçiminin ve eski zihniyetin değişmesi gerekir. Savaş çığırtkanlığı ve ölü sayıcılık bırakılmalı, söylemde psikolojik denge kurulmalıdır. Barış süreci sonunda artık kazanımlar üzerinde konuşmak lazım, çünkü savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz, o nedenle kazan kazana oynanmaktan başka çare yoktur.


Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları