loading
close
SON DAKİKALAR

Söz söyleme zamanı

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 12.02.2012

Kürt sorununun çözümü konusunda kritik eşik: Söz söyleme zamanı

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yakıcı bir sorun olan Kürt sorununun çözümü konusunda kritik bir eşiktekiyiz.  Bu eşiğin açıldığı bir yol bizi demokrasiye ve aydınlığa götürürken öbürü bizi savaşa, çatışmaya ve karanlığa götürecektir. Şimdi asıl üzerinde durulması gereken husus bu sorunun çözülmesi konusunda nasıl bir adım atılacağıdır. Çünkü demokrasi ve siyaset yoluyla çözmeye karşı çıkan şahinlerin çözüm olarak dayattıkları vur kurtul mantığıdır. Oysa “vur kurtul” ile “ver kurtul” bir madalyonun iki yüzü kadar birbirine yakındır. Bu yolu “bölünüyoruz” diye feveran edip dayatanlar önce zihinlere bilerek ya da bilmeyerek bölünmeyi nakşettikleri, ardından tutturdukları yol ile bizi fiili bir bölünmeye doğru sürüklediklerinin farkında değiller mi acaba?

Olaya böyle bakıldığında sorunun çözümünün hem karmaşık hem de basit olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalırız. Karmaşıktır, çünkü sorunun tarihsel, sosyal, politik, kültürel ve etnik temelleri, ulusal, uluslar arası boyutları vardır. Basittir, çünkü MİT eski müsteşarı Cevat Öneş’in dediği gibi tek tek ayrıntılara takılıp kalmamak, resmin bütününü görmek gerekir ve her şeyden önemlisi çözümü samimi bir biçimde istiyor olmak gerekir, o zaman çözüm kolaylaşır.
Ancak Türkiye’yi yönetenler resmin bütününe ya bakmaktan korkuyor ya da görmek istemiyor.

Çünkü Resmin bütününe bakıldığında “bu sorun çözülmeli mi çözülmemeli mi”, sorusu öne çıkar. Evet, sorun çözülmeli denilirse atılacak her adım aşağı yukarı bellidir ve bu adımlar atıldığında ise zaten kendiliğinden her ayrıntıyı da çözecektir. Diğer bir deyişle bir bütün olarak sorun çözüme kavuşturulduğunda ayrıntıların tümü ortadan kalkmış olacaktır. Tabi sorunun topyekûn çözümü ise her şeyden evvel üç ana kavramı, samimiyeti, basireti ve politik cesareti gerektirir. Ayrıca bunlara ek olarak, empati, diyalog, güven ve hoş görü sözcükleri de çözümde anahtar rol oynayacak kavramlardır. Bunun için sorunun doğru tespiti ve tabi aynı zamanda çözümün içinin doldurulması gerekir. Aksi taktirde yapılacaklar boş iş, havanda su dövmek olur.

Bu açıdan bakıldığında devletin içinde de düalistik bir yapı görüyoruz; yani Kürt sorunu söz konusu olduğunda tek bir devlet yok. Sorunu bastırma ile çözeceğini düşünen şahinler ile sorunun barış ve demokrasi ile çözüleceğine inana güvercinler aynı sistemin içinde bulunuyor. Şimdi ikinci kritik noktada burada yer alıyor. Daha önce güvercinler safında yer alan hükümet ve başbakan birden bire şahinleşti. Kamuoyunu teskin etmesi gereken bir aktör olarak, “Bıçak kemiğe dayandı” diyerek tam tersine ayaklandırmaya çalışıyor. Asıl tehlike de burada. 

Başbakan şimdiye kadar bıçağın hep kemikte olduğunu bilmiyor muydu? Şimdiye kadar 60 bin insanımız öldü, o zaman bıçağın nerde olduğunu sanıyordu. Bu bizim resmi kayıtlardan bildiklerimiz, bir de bilmediklerimiz var, yaşanan göç ve kaç hareketlerinin yaşattığı acılar var, bunları düşündüğümüzde bıçağın hep kemikte olduğunu görürüz. Silvan Saldırısı ve sonrasındaki gelişmeler tasvip edilecek durumlar değil elbette ama daha öncesinde böyle çok olay yaşandı ve bundan ötürüdür ki barış çığlıkları yükseliyordu. Şimdi ne oldu da birdenbire barış çığlığı savaş tamtamlarına yenik düştü? Barışa en yakın olduğumuz bir zamanda birden savaşın içinde kendimizi bulur olduk. Kendi özel timini, sivil silahlı gücünü oluşturmaya koyuldu hükümet. Bunu, askerin bu mücadeleyi savsakladığına inandığı için mi yoksa Arap Baharı benzeri bir gelişmenin Türkiye’de de yaşanmasından kaygı duyduğu için mi yapıyor? Yani bunu tasarlayanlar, halkın hizmetinde olmaktan ziyade her durumunda iktidarın hizmetinde olacak ve her bakımdan kendisine bağlı bir silahlı gücün peşinde mi? Bu soruları sormak zorundayız. Çünkü başka türlü nasıl izah edebiliriz bize büyük acılar yaşatan ’93 konseptine geri dönüşü. 

Bir kritik soru daha var. Acaba Hükümetin bu söylemleri kamuoyunu yatıştırmaya dönük mü yoksa gerçekten çözüm gücü olduğuna inandığı için mi ileri sürüyor? Bu aynı zamanda Kürt sorunu konusunda nasıl bir tercih yapacağını da ortaya koyacaktır. Çünkü çözüm için, üç dönemdir işbaşında olan hükümetin, sürecin ve dönemin ruhuna uygun kritik bazı tercihlerde bulunması gerekiyor. Bu aynı zamanda kendi geleceğini de belirleyecek bir tercih olacak. Bu tercihlere ve sorulan sorulara pozitif cevaplar vermek çözümden yana olmakla eş anlam taşırken, bunlara negatif cevap vermek ve ayak sürümek ise çözümsüzlüğün devamından yana olmayı ortaya koymak demektir. O yüzden bir kez daha çözümün ayrıntılarını nakşetmek ve buradan yola çıkarak genel sonuca varmak için kimi kritik soruları sormak ve bunlara cevap aramak durumundayız. 

Çözümden yana demokratik kamuoyu, çeşitli düşünür ve bilim insanlarının, siyasi şahsiyetlerin, kamuoyunda tanınan, sorunu yakından takip eden gazeteci yazarların ve kanaat önderlerinin düşünce, öneri ve çözümlemelerini içeren değerlendirmeleri ile barış sürecine katkı vermelerinin iktidara bu yönde baskı yapmalarının tam zamanı şimdi. Susma zamanı değil, başbakanın dediğinin aksine sözün bitmediği, sözün şimdi daha kıymetli olduğu bir zamandayız. Biliyoruz ki dünyanın en değerli şeyi hazinesindeki para, döviz, altın, elmas ya da başka bir şey değil bir toplum için, dünyanın en değerli şeyi o an ihtiyaç duyduğu şey neyse odur. Şimdi hepimizin ihtiyaç duyduğu en değerli şey ise barış değimli? Barış ise hiçbir zaman için şiddetle, kanla gelmez, sözle konuşmayla gelir. Savaş diline akıl ve bilimle verilecek yanıtlar, yani barışçıl “sözler” bizi çözüme götürecek olan yol haritasının ta kendisidir. 

“Daha söz tükenmedi, konuşacak çok şey var” demeliyiz yüksek selse tam bu noktada. Hep demez miydik “sözün bittiği yerde şiddet egemen olur, akıl ve bilim göç eder başka yere gider” diye. Şiddetin hakim olduğu yerde ise kan ve gözyaşı vardır.  

Şimdiye değin Kürt sorununda hep iki yol vardı biri şiddetin hakim olduğu askeri yol ve yöntemler, öbürü siyasetin, sözün hakim olduğu demokratik yol ve yönlemelerdir. İktidar hep ikinci yolu tercih ettiğini, bunun için “Demokratik Açılım” yaptığını, ne olursa olsun bundan vazgeçmeyeceğini söyleyip duruyordu. Şimdi ne oldu da bu yoldan öbürüne geçecek kritik bir eşiğin başında duruyor? Bunda ısrar etmemeli. Günlük hesaplar ve milliyetçi telkin ve pohpohlamalara kulak tıkamalı. Çünkü inanın ki bu yol, yol değil. Bunun böyle olduğunu bilmeyenlere ve veya bilerek ısrar edenlere hatırlatma zamanıdır. Sorumluluk sahibi, ülkesini seven, Türkiye’nin demokratik birliğini isteyen herkese şimdi bu görev düşüyor. Bu kadar büyük bir destekle iş başına gelmiş olan hükümette sözün bitmediğini barışın ancak ve ancak sözle geleceğini hatırlatmak ve savaş politikalarına karşı direnmek gerek. Neden mi? Çünkü asıl şimdi çözümü getirecek olan söz söyleme zamanı da ondan. Aksi ise kimseye mutluluk getirmeyecektir, felaketten başka…

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları