Toplumsal Çubuk Kırılmadan Çözümü Bulmak
Kütahyada yaşanan, asker ve polisi bile dinlemeyen toplumsal linç girişimi, ardından 21 Martta Newroz dolayısıyla yaşananlar beni bir sosyolog olarak hem düşündürttü hem de ürküttü...
Kütahyada yaşanan, asker ve polisi bile dinlemeyen toplumsal linç girişimi, ardından 21 Martta Newroz dolayısıyla yaşananlar beni bir sosyolog olarak hem düşündürttü hem de ürküttü. Çünkü 25 yıllı aşan çatışma ortamının sinirleri nasıl gerdiğini, yalan yanlış bir haberle bile kitlelerinin nasıl harekete geçirildiğini Kütahya'da, sivillerin kendilerini kolluk güçlerinin yerine koyarak eli sopalı bir biçimde göstericileri nasıl linç etmeye çalıştıklarını ise İstanbul sokaklarında dehşetle izledik. Eğer önlem alınmazsa sonuçlarının karşılıklı döngülerle şiddet sarmalına dönüşerek istenmedik facialara, bunlarında karşılıklı kopuşlara yol açacağı tarihi tecrübelrden de sabittir. Peki bu işin önlemi nedir?. Önlem asker, polis barikatı değil; kalıcı bir toplumsal barış inşaa etmektir.
Son zamanlardaki tutumuna bakıldığında AKP iktidarının Kürt
meselesini çözmek istemediği görülüyor. Sıkça başvurduğu bir taktikle, tespit
yapıyor, çözeceğim diyor, çözüyormuş gibi yapıyor, fakat çözmüyor. Çünkü bu
meseleyi demokratik ve özgürlükçü bir yaklaşımla çözerse gücünü kaybedecek gibi
yanlış bir zehaba kapılmış durumda son zamanlarda. 9,5. yılında gücün yarattığı
başdönmesinden başka bir şey değil bu. İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka
bozar, diye bir laf var. Yaşananlara bakıp, “hükümet şimdi bu ikinci safhayı
yaşıyor” demek mümkün. Çünkü son yıllarda daha da yoğunlaştırarak biriktirdiği gücü
herhangi bir çözüm için “desantralize etmek” istemiyor, O nedenledir ki
yıllardır karşısında mücadele ettiği devleti, büyük oranda ele geçirince onu
dönüştürmek yerine üstüne oturarak, eski
statukoya paralel bir statuko oluşturmaya çalışıyor. Böyle bir yaklaşımın ne
Türkiyeye ne de AKP’ye kaybettirmekten başka kazandıracağı hiçbirşey yok.
Kürt meselesini de işte bu anlayışın bir sonucu olarak, çözmek
yerine “yönetilebilir, sürdürülebilir bir pozisyonda” çözümsüz bırakmak
istiyor. AK Parti iktidarı başta çözüm için siyasi irade gösterir gibi yaptı
ama arkasını getirmedi. Muhalefetin tepkisi, PKK’nın silahlı saldırıları bu
iradeyi kırdı. Böylece AKP demokratik açılımdan vazgeçip güvenlik eksenli bir
politikanın tuzağına düştü. Başbakan, son zamanlarda, kendi deyimiyle ‘bu meseleyi’ çözerse gücünün bir kısmını
yitirecek diye endişe ediyor, hatta bunu yaptığı taktirde iktidarının çözüleceğini düşünüyor. Ama farkında olunmayan şey şu; asıl çözmezse,
bu savaş, akan kan ve boş yere yitip
giden ekonomik kaynaklar bileşkesinin yarattığı kriz ve karos iktidarı
götürecek. Çünkü hızla sürüklenmekte olduğumuz böyle bir pozisyonun ortaya
çıkması yönetenlerin yönetememesi, yönetilenlerin de yönetilememesi demek olur
ki bunun da sonucu iktidarın sallanması, ardından çatlaması ve giderek
dağılmasıdır. Bahara doğru gelirken çatışmaların her zamankinden şiddetli
olacağı beklentisi ne yazık ki bu duruma işaret ediyor. Bu noktada ideal olanı
değil mümkün olanı konuşmanın ve yapmanın tam zamanıdır.
Bir kere şunu görmek lazım; demokratik çözümden vazgeçildiği
taktirde geriye bir yol kalıyor, o da güvenlikçi bir anlayışla bu meseleyi bastırmaktır.
İktidar bunun için koşulları oluştu(rdu)ğunu düşünuyor. Orduyla belli bir
yakınlaşma sağlandı, yargının kompozisyonu değiştirildi, parelel bir merkez
medya oluşturuldu, üniversiteler ve YÖK hükümete karşı duran bir odak olmaktan
çıkartıldı, hükümetin yanında saf tutan yeni bir sermaye sınıfı oluşturuldu.
Böylece hükümet, hem halk iktidarını sağlamış olduğunu hem de devlet iktidarını ele geçirdiğini
düşünüyor. Geriye bir şey kalıyor: Kürt meselesini bastırmak. Bunun için geniş
çaplı KCK tutuklamalarıyla şehirlerde gösterilerin alt yapısını ve dağın
lojistiğini kestiğini, ardından
operasyonlarla örgütün belini kırıp marjinelleştireceğini, böylece “cumhur-başkan”
olarak ülkeyi 2023 yılına kadar istediği gibi yönetmeyi planlıyor. Oysa görmek istenmeyen husus, işin çokça
denenen ama sonuç alınmayan bu kısmının şu zamnda artık çok tehlikeli olduğu
hususudur.
Tehlike şu: Çubuğu gereğinden fazla eğersen kırarsın. O zamanda
birlik bütünlük adına bastıracağım darken tam tersi istikamette bir sonuç
ortaya çıkabilir. İç çatışma ve ardından da bölünme gelir. Bu nedenle Kütahyada “PKK bayrak astı” yalan
tezgahının bir anda yolaçtığı gerilimi örnek gösterdim. Bu tarz toplumsal galeyanlar
bir anda olup biter, sonra olayın içinde yeralanlar pişman olsa bile fayda
etmez. Çünkü artık bir kıvılcımla başlayan ateş herkesi içine çekmiş yakmaya
başlamıştır. Ne artık bu durumu geriye sarmak mümkündürne de bu iç
çatışmalardan sonuç çıkarmak kolaydır. Çözüm yoksa bir süre sonra psikolojik
ortam bu tarz olaylara uygun hale gelecektir. Hükümetin, istediği eğer bu
değilse, karşı taraf için kurduğu tuzağa
bu durumda kendisi düşmüş olacaktır.
Neden böyle diyorum? Çünkü çubuk 9.5 yıllık AKP iktidarında
yeterince eyip büküldü. İnceldi,
inceldi, artık kırılma noktasına geldi. Çözdüm, çözüyorum, çözeceğim diyerek
9.5 yıl geçti. Bu sürede binlerce asker, PKK’lı militan ve sivil öldü. Hala
ölmeye devam ediyorlar. Binlerce seçilmiş Belediye Başkanı, Meclis üyesi, yerel
parti yöneticisi ve üyesi KCK operasyonu adı altında tutuklandı, hapislere
atıldı. Kandil bombalandı, Uluderede, nasıl olduğu daha açıklanmayan sivil
vatandaşları bombalayacak kadar iş ile götürüldü.
Peki daha ne kaldı? Ne yapılmadı da şimdi bastırma ve sindirme
adına yapılacak? Sivil halka yönelik provakasyonlar ygulanmak isteniyor? İşte
çubuğun kırılma noktası dediğimiz yer burası. Çünkü şimdiye kadar bütün oyunlara rağmen halklar arasında bir iç çatışma
çıkmadı (çıkarılamadı). Lakin artık duyarlılıklar ve karışıklık güvensizlik çok arttı, sinirler çok gerildi, ön yargılar çok
kışkırtıldı, yani çubuk çok inceldi. Kırılmadan önceki son noktasında bulunuyor.
Siyasetin görevi toplumsal dokunun omurgası olan çubuğu kırmak değil, aksine
kıranları engellemek, onu kırmadan ayakta tutmak, toplumu farklılıklarıyla
birlikte, insanlık onuruna yakışır biçimde barış ve huzur içinde birarada
tutmak ve yaşatmaktır. Ortak akılla, çubuk kırılmadan bu çözümü bulmalı. Kırıldıktan
sonra ah vah etmak para etmeyecektir.
Prof. Dr. Ahmet Özer, Sosyolog
Toros Üniversitesi Rektör Yardımcısı
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları