Yeni sistem ne getiriyor ne götürüyor?
Prof. Dr. Ahmet Özer: Siyasetin görevi, ülkenin sorunlarını çözmektir, varolan sorunlara yenilerini eklemek değil. Temel işlevi, üretimi artırmak, üretilenin adil bölüşümünü sağlamak; bunları huzur, güven ve barış ortamı içerisinde gerçekleştirmektir.
Anayasa değişikliğinden sonra son seçimde CB Erdoğanın kazanması sonucu şimdi Türkiye yönetim sisteminde köklü bir değişime gidiliyor. 09 Temmuz 2018 itibariyle CB (aslında kendi deyimiyle başkan) yemin ederek gösterişli bir törenle (kendi taraftarlarıyla birlikte) yeni rejime resmen geçti. Oysa bu süreç toplumun tüm katmanları tarafından tartışılması, sivil toplum tarafından hazmedilmesi ve toplumun en azından üçte ikisi tarafından kabul edilmesi gereken bir süreç olması gerekirdi. Çünkü söz konusu olan basit bir iktidar değişimi değil bir sistem (hatta kimilerine göre rejim) değişikliği.. Böyle olunca, yapılan iş Türkiyenin ihtiyaçlarından ziyade kişiye özgü bir değişim izlenimi veriyor.
Nitekim şimdi yürürlüğe girecek olan değişiklik adı başkanlık olmasa da cumhurbaşkanına başkanlık hatta başkanlık üstü yetkileri veriyor. Oysa %52 oya karşılık %48 bu gidişe karşı oy kullandı. Bu dikkatle bir kenara not edilmeli. Çünkü söz konusu olan ülkenin temel değerler manzumesindeki değişiklik.
Yeni anayasaya göre Cumhurbaşkanının iki dönem aday olabileceği yazılı. Ancak bu iki dönemin hangi dönemleri kapsadığı (Ör. Bir önceki dönem sayılacak mı sayılmayacak mı?) belirsiz. Sonra iki dönem deniliyor ama, ikinci dönemin sonunda meclis seçim kararı alırsa CB tekarar aday olabilecek. Bu da üçüncü döneme işaret ediyor.
Şimdi toplum bu kadar gerilmişken, hergün cenazeler gelirken, açlık yoksulluk kol gezerken, kazalarda onlarca kişi ölürken, dolar almış başını giderken, esnaf kan ağlarken, ekonomi çöküntü emareleri gösterirken, gelir dağılımındaki bozulma ve adaletsizlik had safhaya ulaşmışken; yüzlerce gazeteci, düşün ve bilim insanı içerdeyken, yüzlercesi görevlerinden uzaklaştırılmışken; onca milletvekilleri, belediye başkanı içeri alınmışken; AKP, MHP‘yi koltuğuna alıp sistemi kökünden değiştiriyor. Üstelik, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir değişiklik ve yönetim biçimi ile karşı karşıya Türkiye. Bu değişimin neler getirip neler götüreceğini ise önümüzdeki süreçte yaşayarak göreceğiz.
Siyasetin Gerçek İşlevi ve Kutuplaşma
Siyasetin görevi, ülkenin sorunlarını çözmektir, varolan sorunlara yenilerini eklemek değil. Temel işlevi, üretimi artırmak, üretilenin adil bölüşümünü sağlamak; bunları huzur, güven ve barış ortamı içerisinde gerçekleştirmektir.. İktidar mevcut sorunları çözmek yerine çözülmesi gereken yeni bir sorun yaratıyor endişesi var önemli bir kesimde.
Bunun dışında uygulanan politikalar, toplumu ortadan iki kampa ayırmış durumda; birinin yanlış dediğine diğeri doğru demeye kendini mecbur ve mahkûm hissediyor. Toplumun yarısının oy çokluğu diğer yarısı üzerinde baskı unsuru olarak kullanılıyor. Üstelik bu gidişat sadece içerdeki demokratların tecrit edilmesi ile yürümüyor, dışardan da tecrit edilmiş durumda ülke.
Temel hak ve özgürlükleri savunan ve bu konuda iktidarı uyaran AB’ye karşı. Demokrasi ile bir alakası olmayan Şanghay Örgütüne meylederek Nato’ya karşı bu bahane ile AB ve ABD’ye aba altında sopa gösteriliyor. Suriyede ABD’ye karşı, Esad’a karşı, Esadı destekleyen Çin’e karşı; Ortadoğu’da Müslüman kardeşlere karşı olan İrana karşı, ona karşı buna karşı bir dış politika söz konusu..
Çözüm sürecini Kürtlerle yürüttü şimdi HDP’ye ve onları destekleyen Kürtlere karşı bir politika izleniyor, hatta sanki bu parti yokmuş gibi davranılıyor. Oysa HDP’nin parlamentoda olması Türkiye demokrasisi için önemli bir güvence. AKP defalarca seçimleri liberallerle kazandı şimdi liberallere karşı, beyaz sermaye onu ilk dönemlerinde destekledi, kendine göre yeni bir yeşil sermaye oluşturunca şimdi bu sermayeye karşı. Üniversite gençliğine en ufak bir tahammül yok, bu noktada özgürlük isteyen gençliğe karşı, kuvvetler ayrılığına karşı, parlamenter sisteme karşı. Peki neden yana? Dünyanın hiçbir yönetim sistemi modelinde bulunmayan yeni bir Türk Tipi Başkanlıktan yana.
Türkiye’deki Tartışma ve Bir Kaç Karşılaştırma
Yukarıda bu sistemin başkanlık sisteminde olmayan yetkileri CB’nına verdiği belirtmiştik. Bunların ne olduğuna ve yeni sistemede bizi neler bekliyor, kısaca bir göz atalım: Başkanlık sisteminde başkan meclisi fesh edemez, şimdi CB meclisi istediği zaman edebilir. Başkanlık sisteminde başkan kanun yapamaz; “Türk Tipi Sistemde” Kararnamaelerle yönetebilir. ABD’de bile Yüksek Yargı mensupları ve bazı üst düzey atamaları Senatonun onayına ve denetimine tabi, Senato oyladıktan sonra atamalar yürürlüğe giriyor; yeni sistemde böyle bir onaya ihtiyaç görülmüyor. Bütün üst düzey bürokratları CB atıyor. Kimsenin bırakın onayını, görüşünü bile alamaya gerek duyulmuyor yeni sistemde. ABD’de bütçeyi kongre onaylar, bu sistemde bütçeyi CB yapar, meclis onaylamazsa eskalasyon oranları ile revize edilerek yola devam edebilir.
Başkan mı “Tek Kişilik Yönetim” mi?
Gerçek bir başkanlık sitemlerinde başkan yürütmeden biri olarak çok güç biriktirdiğinden, bu gücün bir miktarını yerel yönetimlere vererek, dengeyi sağlar. Türkiye’deki yeni sistemde bu da yok. Başkanlık Sisteminde kuvvetler ayrılığı demokrasinin teminatı olarak kesin bir biçimde var. Cumhurbaşkanı kuvvetler ayrılığı yürütmeye engel diyerek itiraz ediyordu. Kuvvetler ayrılığının olmadığı bir yerde sistemin adı başkanlık olsa bile özü krallık olur.
Başkanlık Sisteminde fren ve denge sistemleri var. Yani sistem hukuk mekanizmaları, yetkilerin ve egemenliğin dağıtılmasıyla dengeleniyor ve Senatonun denetimi ile başkanın krala dönüşmesi frenleniyor. Türkiye’deki yeni sistemde dengesiz ve frensiz başkanlık bizi demokrasiden uzaklaştırma tehlikesi taşıyor.
Bu noktalara bakıldığında şu sonuca ulaşabiliriz: Sunulan sistemin dünyada karşılığı yok. 600 vekille birlikte yedek bakanlık, HSYK’nın yarısını seçme ayrıcalığı, kararname ile yönetme lüksü, fesih sopası, yüce divanda yargılanmanın 400 vekil şartına bağlanarak zorlaştırıması, üst düzey atamaların tamamen CB’na endekslenmesi, istediğini atayıp istediğini görevden alma yetkisi gibi uygulamalar tek kişide çok güç biriktirmiş oluyor. Ve bunlardan dolayı sorumluluk da taşımıyor. Yani yetki çok ama sorumluluk yok.
Bu bizi nereye götürür? Yeni sistem zaten parlamenter sistem değil ama başkanlığa da benzemiyor. Ya başkanlık sistemi gerçekten dünyadaki örneklerinde olduğu gibi tartışılmalı ya da parlamenter sistemin eksikleri giderilerek daha demokratik ve özgürlükçü bir anayasayla yola devam edilmelidir. Aksi takdirde bu popülizm bizi otoriteryanizme götürebilir.
Yol Ayrımı
Fakat muhalefetin eleştirilerine rağmen toplum bu gidişatın sakıncaları konusunda ikna edilemedi ve seçimin galibi mevcut CB Erdoğan oldu. Sistem ve rejim tartışmalarını bir tarafa bırakırsak şimdi iktidarın önünde iki yol var. Ya demokrasi ve özgürlükleri ihya eden bir yola girilir; böylece hem hak ve hukukun üstün geldiği bir atılım yapılarak ekonomi rayına konulur, Türkiye kısmen de olsa ferahlatılır. Ya da popülist bir otoriteryanizme savrularak ülkeyi içerde gerer, dışarda da çağdaş dünyadan tecrit eder. Nasıl mı? (devam edecek)
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları