Tarih:
06.07.2013
Yeni yol ayrımını doğru geçmek zamanı
Ahmet Özer, ''Peki neden bunları yapmak yerine tam tersi bir tavır sergiliyor?''
Önümüzü iyice görmek için geride kalanları kısaca bir hatırlayalım. Bilindiği üzere çözüm süreci büyük umut yaratmıştı. Kurulan diyalog ve yapılan değerlendirmeler, üç adımlık bir strateji uygulanarak kalıcı bir sonuca ulaşılacaktı. Birinci aşama çatışmasızlık ortamının ardından silahlı unsurların yurt dışına çekilmesini kapsıyordu. Nitekim bu adımın gerekleri yerine getirildi: Çatışmalar durdu, altı aya yakındır cenazelerin gelmemesi toplumun barışa olan umudunu daha da artırdı. Ardından çekilme süreci başladı. Bu süreç de ufak tefek olaylara rağmen başarıyla devam etti.Silahlı unsurların çekilmesi son değil başlangıçtır
Silahlı güçlerin çekilmesi ile her şeyin bittiği şeklinde bir algının yaratılması büyük yanlıştır, yanlışın ötesinde kendi kendini kandırmadır. Silahlı unsurların çekilmeleri son derece önemli ama bir son değil sonun başlangıcıdır. Eğer bunu bir son ve ya sonuç gibi görüp sunarlarsa, korkarım o son gelmeyebilir. Bunu bir son ve sonuç gibi sunmak bütün bu işlerin önümüzdeki seçimleri sorunsuz elde etme progmatizmi şüphelerini kuvvetlendirmekten ve bu da barış sürecine zarar vermekten başka bir işe yaramaz.
Gezinin etkileri
Çekilme sürerken Gezi olayları başladı. Kürtler Gezi olaylarına destek vermekle beraber, bu olaylar barış sürecini sekteye uğratır kaygısıyla çok aktif katılmadı. Ancak Gezi olayları ile başlayan süreçte başbakan direnişçilerin hak taleplerini suhuletle dinleyip makul olanları yerine getirmek yerine, elinde bulunan devletin zor tekelini kullanarak bastırmaya ve sindirmeye çalıştı. Bu yönelimin sonucunda bir çok insanımız öldü, birçoğu yaralandı. Bununla da yetinmeyen hükümet sadece tavrını değil dilini de sertleştirdi. Başbakanın göstericilere hakarete varan tavrı, öfkeli ve kibirli söylemi kamuoyunu iyice endişelendirdi. “Ayak” dediği yönetilen halk ise demokrasinin ayakların rejimi olduğunu unutup padişahlara mahsus bir söylem tutturdu: “Ayaklar ne zaman baş oldu” diyerek kendisinin de o ayak dediği insanların içinden demokrasinin faziletleri sayesinde oraya geldiğini unuttu. Üstelik de etrafında bu hatırlatmayı yapacak bir cesur adamın olmaması da ne büyük trajedi. Neyse, Gezi olayları hem içeride hem de dışarıda büyük yankı yarattı ve “böbürlenme padişahım senden büyük Allah var” mesajı alınmadı gibi yapılsa da aslında alan aldı. AKP ilk defa bu tavrıyla baltayı dizine vurmuştu. Yapacağı tek şey vardı; “hatanın neresinden dönersen kardır” misali, bu baskı ve polis devleti tavrından vazgeçerek demokrasiye sarılmak; bu çıkmazdan ancak böyle çıkabilir(di). Böylece hem çözüm süreci için üstüne düşeni yapacak hem toplumsal talepleri karşılayacak hem de dibe vuran yara alan meşrutiyetini onaracak(tı).
Başbakanın akıl almaz tavrı
Gezi olayları eski momentini kaybettiği bir dönemde başbakan, “Akil Adamlar toplantısını” böyle bir fırsata çevirecek diye beklenirken, başbakan tam tersi bir yol tutturdu, gene esti gürledi. Halk arasında söylenen “oynamayan gelin yerim dar” demesi gibi “çekilme daha % 15’lerde” diyerek çözüm konusunda beklenen adımları atmayacağı konusunda adeta bir niyet beyanında bulundu. Ardından bu niyetini açıkça dile dökerek “baraj inmeyecek, ana dil ile ilgili bir düzenleme yapılmayacak, karakol yapımları ve koruculuk devam edecek, artı yeni korucular alınacak” söylem ve uygulamaları devam etti. Bence başbakan ipi koparmak için zorluyor. Üstelik PKK ve BDP’nin “biz sürecin arkasındayız, ikinci aşamaya geçtik, şimdi sıra iktidarda ve Mecliste. Meclis tatile girmesin sadece Kürtler için değil bütün Türkiye için gerekli olan demokratik yasaları çıkarsın, adımları atsın” dediği bir zamanda.
Peki neden bunları yapmak yerine tam tersi bir tavır sergiliyor? Acaba bizim bilmediğimiz bir şey mi var? Ya da birilerinin dediği gibi AKP güçlendikçe demokratikleşeceğine aksine ceberutlaşıyor ve aslına rucu mu ediyor? Umarız böyle değildir, umarız yanılırız. Tek tesellimiz ve umudumuz gene başbakanın çok tutarlı olamayan pragmatik tavrı. Nitekim “Ben olsam Öcalan'ı asardım” dediği bir zamanda müsteşarını Öcalan'la görüşmeye gönderen aynı başbakan. Şimdi bunları belki bizim bilmediğimiz saiklerle söyleyen başbakan yarın tam tersi bir hamle yapabilir. Ancak barış ve demokrasi talebi ciddi bir iştir. Sadece bu beklentilere ve başbakanın nasıl gelişeceğini bilmediğimiz tavrına bırakılmayacak kadar ciddi. Barış emek isteyen bir iştir. O halde barış isteyen herkesin biraz emek sarf etmesi gerekir. Örgütlü örgütsüz herkesin bir şeyler yapması lazım.
Yeni bir hukuk inşası gerekli
Bu ikinci aşamada yapılması gereken öncelikle yeni süreçte birlikte barış içinde yaşamanın hukukunu inşa etmektir. Barış isteyenlerin iktidarı buna zorlaması lazım. Bunun için öncelikle bir yol temizliği yapılmalı. Diğer bir deyişle anti demokratik yasalar ayıklanmalı. TMY başta olmak üzere, seçim ve siyasi partiler yasası değiştirilmeli, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmalı ve temsilde adaleti zedeleyen seçim barajı düşürülmeli. Bu talepler Türkiye'de demokrasi isteyen bütün herkesin talebidir. Ayrıca barış sürecinde karakol yapımı insana, “bu ne perhiz bu ne turşu” dedirtiyor, bundan vazgeçilmeli. Üstelik sınırda olmayan Lice gibi yerlere yeni karakollar yapmak veya eskileri daha da korunaklı hale getirmek, bunu yapanların aslında barışa inançlarının olmadığını, barış adı altında gelecekte olası bir savaşa hazırlandığını akla getirmez mi? Karakol istemiyoruz diyen Licelilere kurşunla cevap vermek, kendi halkını kurşunlamak nasıl bir barış mantığıdır? Yanı sıra bu süreçte koruculuğu kaldırmak beklenirken yeni korucu almak neyin göstergesi? Birileri toplumla dalgamı geçiyor yoksa biz mi bilmiyoruz?. Bunlar doğru adımlar değil. Bu gidişat ne iktidara ne de kimseye bir yarar sağlamaz. Yol yakınken herkesin aklıselimde buluşması, yakalanan bu tarihi fırsatı heba etmemesi gerekir. 11 yıllık iktidarında başbakan en sıkıntılı zamanı, AKP de en güçsüz dönemi yaşıyor. Bundan tek bir çıkış yolu var: Daha fazla demokrasi, daha fazla hukuk ve barışın tesisi.. yarın değil hemen şimdi..
Niyet yapmanın yarısıdır
Bu adımlar atılırsa AKP’nin gerçekten barışa niyetli olduğu anlaşılacak ve bu aynı zamanda yapılacak yeni anayasa için de önemli bir ön adım olacaktır. Tamamen yeni bir anayasanın koşulları oluşmazsa bile yakın gelecekte o anayasayı yapacak yeni bir “geçiş anayasası” yapılabilir. Benzer sorunları olan ülkelerde geçiş anayasalarının işlev gördüğüne tanık oluyoruz. Siyaset imkanları mümkün kılan bir sanattır. Büyük laflar edip hiçbir şey yapmamak yerine mütevazı davranıp taş üstüne taş koymak elzemdir. Elbette hepimizin dileği ve isteği yepyeni bir anayasadır. Ama eğer partiler bunu da anlaşamıyorsa da işi tamamen bırakmak, nerede inceyse orada kırılsın demekte doru değildir. Yapılacak işi bir geçiş anayasasında anlaşmak ve bundan sonraki ilk seçimde yepyeni bir anayasa yaparak yola devam etmektir. Bu yapıldığı taktirde üçüncü safhada silahlar bir daha çıkmamak üzere gömülecektir. Türkiye'nin ihtiyacı olan da budur.
Sonuç
Sonuç itibariyle şunu söylemek lazım. 30 yıl süren bir çatışma ortamından sonra 2013 başı itibarıyla hızlı bir çözüm ve barış sürecine girilmesi toplumun önemli bir kısmında sevinç ve umut yarattı. Ancak iktidarın ve başbakanın zikzak çizen tavrı aynı kitlede şaşkınlık ve endişelere yol açıyor. Bu kuşku ve kaygılar netleştirilmiş bir yol haritasıyla giderilebilir. Çünkü Kuşku ve kaygılar giderilemezse zaman içinde barış karşıtları tarafından süreci sabote etmek için kullanılabilir ki; durumun hassasiyeti giderilmesi gereken bu riski her zamankinden çok taşıyor.
Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI