Tarih:
21.10.2016
Zor Tekeli ve Meşruiyet Meselesi
Prof. Dr. Ahmet Özer; Devlet, literatürde, genelde azınlığın çoğunluk yönetimi olarak tanımlanır ve önemli özelliği toplumda zor tekeli kullanan tek meşru güç olmasıdır.
Devlet gelenekleriDevlet, literatürde, genelde azınlığın çoğunluk yönetimi olarak tanımlanır ve önemli özelliği toplumda zor tekeli kullanan tek meşru güç olmasıdır. Genel olarak baktığımızda üç devlet biçiminden sözedilebilir. Bunlar, Tanrı korkusu ve kutsal kurallara dayanan teokrasi; bir kişi ya da grubun zorba yönetimine dayanan diktatörlük; ve halkın rızasına dayanan demokrasidir. Çoğu kez demokrasi kisvesi altında sürdürülen bozulmuş rejimler de vardır. Yasaların zorlamasıyla juristokrasi, sermayenin zorlamasıyla oligarşi ya da atanmışların zorlamasıyla bürokratik devlet yönetimleri de kendilerini genellikle demokrasi olarak lanse ederler. Sözgelimi demokratik bir devleti bürokratik bir devletten ayıran temel fark denetlenebilirlik ve şeffaflık ilkesidir. Bürokratik ve otokratik bir yönetimde kim ne yaparsa yanına kar kalır. Ama demokratik devlet öyle değildir. Herkes ve her kurum hukuk sistemi tarafından denetlenir ve yaptığının hesabını verir.
Bir devletin dört temel dayanağı
Bu minval üzere bir devletin dayandığı dört temel kurum vardır. Bunlardan ikisi devleti korumak için halkın vergileriyle kurulan ordu ve polis grubudur. Bir diğeri onları denetleyen hukuk kurumu ve öbürü de eğitim kurumudur. ,
Ordu bir devletin dış güvenliğini, polis ise iç güvenliği sağlar. Ordu sınırları koruyarak vatandaşların güven içinde işlerini yapmasına katkıda bulunurken, polis de içerde huzur ve sukunu koruyarak vatandaşların sosyal barış içinde yaşamlarını idame etmesini sağlar. Bu iki güç demokratik bir devletin hukuk temelinde meşru olarak kullandığı zor tekelinin araçlarına sahip kurumlardır.
Zor tekelinin hikmeti
Devlet bu tekeli kendini korumak, ayakta tutmak ve yaşatmak için kullanır. Fakat iş burada bitmiyor. Sorun da sorunsuzluk da demokratik devlet de, bürokratik veya otoriter yönetim de bu noktada üçüncü bir gücün devreye girmesiyle daha doğru kullanılma biçimiyle ortaya çıkar. Bu kurum, adaleti sağlayan hukuk kurumudur. Bir hukuk kurumunun demokratik devletteki en önemli işlevi devletin elindeki zor tekelinin kullanılma biçimini ve meşruluğunu denetlemektir. Hukuk, devletin elindeki zor tekelinin kullanılma biçiminin evrensel hukuka, insan haklarına ve milli iradenin belirlediği kanun ve nizamlara uygun mu değil mi ona bakar, denetler ve gereğini yapar? Kısacası devletin kaba kuveti kullanma biçimi meşru mu değil mi, onu denetler?
Aksi takdirde devasa devlet aygıtı karşısında çok zayıf ve güçsüz kalan vatandaşları kim koruyacak? Ya da devleti ele geçiren kesim(ler)in/kişi(ler)in) zor tekelini keyfi ve orantısız kullanmasını kim engelleyecek? Çünkü kimi zaman devlet yönetimini ele geçirenler bu zor tekelini kendi siyasi çıkarları veya kişisel ikbal ve otoritesi için kullanabilirler. Bunun böyle olup olmadığını hukuk sistemi denetler.
Hukuk, kendini yapan gücün de hukuktan üstün olmadığını hatırlatan, devletin ceberrut bir yapıya dönüşmesini engelleyen, devletin usulsuz ve orantısız güç kullanılmasını sınırlayan, halkın kaynaklarının doğru kullanılıp kullanılmadığını denetleyen yegane güçtür. Peki ya hukuk sistemi de bozulmuşsa, ele geçirilmişse, yansız ve tarafsızlığını kaybetmişse? İşte bir toplum için asıl felaket o zaman başlar.. Et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa?
Kaba gücün yanlış kullanımı ve meşruiyet
Demek ki bir demokratik devletin temel direkleri olan bu üç kurum aynı zamanda ele geçirenlerin soplarına da dönüşebiliyor. Kısacası devlet bir toplumda meşru olarak kaba kuvveti kullanan tek yapı olarak, dış güvenliği sağlayan ordu ve iç güvenliği sağlayan polise dayanır, bunlar devletin varlığını korur. Yargı ise devletin kaba kuvveti meşru olarak kullanıp kullanmadığını denetler. Yargının elinde silah olmadığı halde selahiyet bakımından bu iki kurumdan üstündür. Demokrasilerde bu üç kurum ve mekanizma birilerinin sopası değil, hak ve özgürlüklerin güvencesidir.
Peki ya rejim demokrasi adı altında demokratik değilse. İşte o zaman devleti ele geçirenler zor tekelini keyfi ve şahsi kullanabilir. Yargı da ellerinde olduğu için denetlemezler, keyfilik ve şahsilik sürer gider. Şekil bakımından kurumlar vardır, varlıklarını sürdürür ama işleyişte işler hiç de öyle değiller. Ordu, polis ve yargı devleti kontrol eden partinin ya da kişilerin otoritesini pekiştirerek sürdürmek için istismar edilirler.
Direnme hakkı
Tabi bu istismar dayanılmaz boyutlara vardığında bu kez evrensel hukukta yeri olan ve meşru olan halkın direnme hakkı devreye girer. Yani halkın verdiği yetkiler istismar edilip, halkın kendisini koruyup kollaması için görevlendirdiği zor tekeli kendine dönmüşse ona karşı direnmesi bir haktır ve meşrudur. Tıpkı darbe girişimine bu gücü ona karşı kullananlara direndiği gibi.. Türkiye de son zamanlarda bu kurumların ortadan bölündüğünü (daha doğrusu bölüşüldüğünü) görüyoruz. Devletin ordusunun, polisinin, yargısının bir kısmının Fettullahçı terör örgütünün eline ve denetimine geçtiğini diğer kısmının ise tamamen iktidar partisinin elinde ve denetiminde olduğu görülüyor. İktidarın yargısı, polisi, askeri; cemaatin yargısını, polisini, askerini temizlemeye çalıştığını söylüyor. Oysa bu kurumların bir an önce cemaatin veya AKP’nin emrinde olan görünümden kurtulup demokrasinin temel insan hak ve özgürlüklerinin yanında olduklarını kamuoyuna göstermesi gerekir.
Eğitimin rolu
Ülkenin ekonomik ve demokratik düzeyi ise eğitiminin kalitesi ile düz orantılıdır. Eğitimi nitelikliyse demokrasisi ve kulkınmaası da nitelikli olur. İş burada bitmiyor. Asıl mesele eğitimi kimin denetleyeceği meselesinde düğümleniyor. Çünkü eğitimi denetleyen ülkenin geleceğini denetler. Fetö darbe girişimini yapanlar birden ortaya çıkmadılar. Orada yer alan generaller, emniyet müdürleri, valiler, hakimler, savcılar 20-30 yıl önceden başlayarak cemaatin rehle-i tedrisatından geçmiş olan kişilerdir. Ülkenin eğitim kurumlarını ele geçiren cemaatin okullarında yetişmiş, yurtlarında kalmış kişilerdir.
Bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilemez
Şimdi iktidar faşizm kokan bu ‘’altın nesli‘’ kazıyor devletten. Bu olmalıdır da. Ancak bu hukukun üstünlüğü korunarak yapılmalı; suçlu suçsuz karıştırılmamalı, kurunun yanında yaş yanmamalı. Ayrıca iktidar partisi AKP, Fetö’nün darbceci ‘’altın neslini’’ kazırken yerine kendisinin ‘’ dindar neslini ‘’ yetiştirmeyi açık açık söylüyor. O zaman 20 yıl sonra ortaya çıkacak olan kadroların demokrasiyi koruyup kollayacaklarının garantisi var mı? Bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilemez. Eğer böyle yapılırsa iş başka yere gider.O zaman polis ve ordu demokrasiden ziyade bir partiyi ya da bir lideri koruma kurumuna dönüşmez mi? Öyle olursa demokrasiden bahsedilebir mi?
Prof. Dr. Ahmet Özer
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları
DİĞER YAZILARI