Atatürk’ün Aydınlanma Ufku ve Opera
Sinan meydan; Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyete sahip çıkmak; sanata, sanatçıya, çağdaş uygarlığa sahip çıkmaktır.
Şu sözler Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’e aittir: “Fikirler ve inkılaplar sanatla yayılır.”, “Güzel sanatlarda başarılı olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün başarılarına rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum olacaklardır.”, “Bir milleti yaşatmak için birtakım temeller gerekmektedir ve bilirsiniz ki bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır. Bir millet sanattan, sanatçıdan yoksunsa tam bir hayat süremez. (…) Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
Atatürk, resimden heykele, müzikten tiyatroya sanatın bütün dallarına büyük önem verdi. Dünyaca ünlü sanatçıları Türkiye’ye davet etti, sanat okulları açtırdı, sanatı teşvik eden yasalar çıkardı, sanatçılar yetişmesini ve halkın sanatla buluşmasını sağladı.
Atatürk, diğer sanatların yanında, müzik, tiyatro ve dansı bir araya getiren operanın Türkiye’de gelişmesini ve yaygınlaşmasını çok istiyordu.
ATATÜRK OPERADA
Yıl 1914, yer Sofya, mevsim kış... Mustafa Kemal ateşemiliter olarak Sofya’da görevlidir. -Altan Deliorman’ın anlattığına göre- Sofya’da ilk operanın açılacağını öğrenen Mustafa Kemal, bunu duyduğunda çok şaşırır. “Demek Bulgarların bir de operaları var. Operada rol alabilecek artistleri var” diye düşünür. İlk temsil için hemen bilet aramaya başlar. Bulgar Parlamentosu’ndaki Türk milletvekillerinden Şakir (Zümre) sayesinde operada bir yer bulur. Sofya’da büyükelçi olan arkadaşı Ali Fethi (Okyar) ile birlikte galaya giderler. O gece meşhur “Carmen” oynanır.
Mustafa Kemal, o gece geç saatlerde arkadaşı Şakir Zümre’ye şunları söyler: “Şimdi Balkan Harbi’nde yenilgimizin nedenini daha iyi anladım. Ben bu adamları çoban diye bilirdim. Halbuki baksana operaları bile var. Operada oynayacak sahne sanatkârları, müzisyenleri, dekoratörleri, hepsi yetişmiş. Opera binası dahi yapmışlar…” Biraz durup düşündükten sonra bir hayal kurar: “Bizim memleketimiz de acaba operaya kavuşacağı günleri görecek mi? O seviyeye bir gün çıkabilecek miyiz?” (Altan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda, İstanbul, 1959, s. 9-12)
Altan Deliorman, “Mustafa Kemal Balkanlarda” adlı kitabında, Mustafa Kemal’in daha önce Paris’te de iki kez operaya gittiğini yazıyor. (Mustafa Kemal, 1910 yılında Picardie Manevralarına katılmak için Fransa’ya gitmişti.)
Osmanlı’da III. Selim, II. Mahmut, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’in kişisel ilgi gösterdiği operayı Atatürk, geliştirmek ve yaygınlaştırmak istiyordu.
Atatürk, Türkiye’de operanın gelişmesi ve yaygınlaşması için çok çaba harcadı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk operası ÖZSOY onun isteği ve yönlendirmesiyle hazırlandı.
İLK TÜRK OPERASI: ÖZSOY
Atatürk, 1934’te bir Türk operası hazırlattı.
Münir Hayri Egeli anlatıyor: “Atatürk beni çağırdı. ‘Türklerle İranlılar soy ve kültür itibarıyla kardeştir’ dedi. Sırf bir mezhep mücadelesi yüzünden birbirlerinden ayrılmış bu iki kardeşin aslında bir olduğunu gösteren bir piyes yaz ve bunu opera halinde oynatalım... Ancak Şah’ın gelmesinden iki akşam sonra opera oynanmalıdır…”
Operanın librettosunu Münir Hayri Egeli kaleme alırken, bestesini Ahmet Adnan Saygun yaptı. Böylece çok kısa sürede “Özsoy Operası” ortaya çıktı.
Çeşitli destanlardan ve özellikle Firdevsi’nin “Şehname”sinden uyarlanan “Özsoy Operası”nda Türk-İran uygarlıklarının köklerine vurgu yapılır. Hakan Feridun karakterinin “Tur” (Kurt) ve “İraç” (Aslan) adlı ikiz oğlu vardır. Yolları ayrılan kardeşleri Feridun, aynı bayrak altında birleşmeye çağırır. Bu birleşme, Türk-İran dostluğunu sembolize eder.
Atatürk, Türk-İran dostluğunu anlatan bir opera hazırlanması talimatı vermişti ama 1930’ların Türkiye’sinde henüz Devlet Opera ve Balesi yokken bu operayı oynamak çok da kolay değildi. O dönemde Ankara’da sadece Musiki Muallim Mektebi vardı. Solistler ve koro oradaki öğrencilerden seçilebilirdi. Ayrıca baletlere ve balerinlere ihtiyaç vardı. Bunun için Halkevlerinde dans eğitimi alan öğrencilerden yararlanılabilirdi.
Koro için Musiki Muallim Mektebi’nden birkaç öğrenci alındı. İstanbul’dan soprano Nimet Vahit ve Darülbedayi opereti Semiha Berksoy Ankara’ya getirildi. Ulu Anne rolü Nimet Vahit’e, Hakan Feridun rolü Nurullah Şevket Taşkıran’a, köylü delikanlı rolü ve koroyu yönetme görevi Halil Bedii Yönetken’e verildi.
Atatürk’ün isteği ile İstanbul Konservatuvarı Yaylı Sazlar Orkestrası Ankara’ya getirildi. Nefesli sazlar, Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası’ndan alındı. (N. Levent Gökçedağ, Atatürk Dönemi Müzik İdeolojisi ve Günümüze Yansımaları, Haliç Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Müziği Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2007, s. 59-64)
Özsoy Operası ilk kez 19 Haziran 1934’te Ankara Halkevi’nde Cumhurbaşkanı Atatürk ve konuğu İran Şahı Rıza Pehlevi huzurunda sergilendi.
Atatürk, Türk-İran dostluğunun tarihsel ve kültürel temellerini İran Şahı’na, çağdaş bir sanatla, operayla anlatarak “uluslaşan” ve “çağdaşlaşan” Türkiye’yi göstermek istemişti.
Bayönder Operası’nda Atatürk’ün düzelttiği rol bölümündeki isimler. (Ulus, 10 Kasım 1939, s. 14.)
ATATÜRK’ÜN KATKIDA BULUNDUĞU OPERALAR
Atatürk’ün Ankara’ya ayak basışının 15. yıldönümü anısına 27 Aralık 1934’te sergilenmek üzere üç önemli sanatçıdan opera hazırlaması istendi. Münir Hayri ve Adnan Saygun “Taşbebek Operası”nı, Münir Hayri ve Necil Kazım Akses “Bayönder Operası”nı hazırladılar. Her iki opera bitirildikten sonra Atatürk’e sunuldu.
Atatürk, adeta bir dramaturg gibi bu operaları bizzat okuyarak bazı düzeltmeler yapmış, öneriler getirmişti. Örneğin, Atatürk, “Taşbebek Operası”nda yazarın, kişilerden birinin ağzından, “kadına inanmadığını” ve “onun uzaktan bir süs gibi sevilmesini” belirttiği dizeleri karalayıp karşısına şöyle yazmıştı: “Biz kadınlar için böyle düşünmeyiz. Kadın varlığı, ulusun bin bir noktasından temelidir. Artık kadını süs tanımak fikri de doğru değildir… Değişmeli…” Yine aynı operada yazarın, “Sevgi bir eğlencedir” cümlesinin üzerini çizip “Sevgiyi bir eğlence saymak onu ciddiye almamak olur” diye yazmıştı. Atatürk metinde geçen isimlerle de ilgilenmiş, başka bazı isimler önermişti. (Metin And, Türk Tiyatrosunun Evreleri, Ankara, 1983, s. 368-369; Seda Bayındır Uluskan, Atatürk’ün Sosyal ve Kültürel Politikaları, Ankara, 2010, s. 406-407)
Çok daha önemlisi, “Bayönder Operası”nın bazı bölümlerini Münir Hayri’ye bizzat Atatürk yazdırmıştı. (Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, İstanbul, 1954, s. 42-43)
CUMHURİYETİN OPERA ÇABASI
1924’te Ankara’da Musiki Muallim Mektebi kuruldu.
1925’te açılan yarışma sınavlarıyla sanatçı ve müzik öğretmeni yetiştirmek üzere Paris, Berlin, Budapeşte ve Prag’a 10 kadar öğrenci gönderildi.
1917’de kurulan Darülelhan 1926’da İstanbul Belediye Konservatuvarı’na dönüştürüldü.
1928-1930 arasında çoksesli musikinin temel kuram kitapları yayımlandı.
1932’den itibaren kurulan Halkevleriyle çok sesli müzik ülkeye yayılmak istendi.
Atatürk, Türkiye’de operanın ve tiyatronun kurulması için 1930’larda Max Reinhardt’ı, Paul Hindemith’i ve Carl Ebert’i Türkiye’ye davet etti.
Reinhardt, hazırlayıp Atatürk’e sunduğu raporda çok sesli müziğe vurgu yapıyordu. Atatürk bu raporu okuduktan sonra raporun bir kenarına “Bu raporu esas tutalım” notunu düştü. (Uluskan, s. 394)
Atatürk, Cumhuriyetin 10. yılında, Sovyet Rus sanatçıların Türkiye’ye gelerek konserler vermesini istedi. Şostakoviç başta olmak üzere ünlü sanatçılar Ankara’ya gelerek konserler verdi.
Paul Hindemith, 1936’da Ankara Devlet Konservatuvarı’nı kurdu. Burada bir de opera bölümü açıldı. Bölüm,1936-37 öğretim yılında 5 kız, 11 erkek öğrenciyle öğretime başladı.
Eğitim Bakanlığı Tiyatro ve Opera İşleri Uzmanlığı’na atanan Ebert, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda opera bölümünün yerleşmesi için çok çaba harcadı. Atatürk, Ebert’e, Türkiye’de “kaç yıl sonra Türkçe opera oynanabileceğini” sorduğunda “beş yıl sonra” cevabını almıştı. (Uluskan, s.398)
1940’ta Ankara Devlet Konservatuvarı “müzik” ve “temsil” diye ikiye ayrıldı. Temsil bölümü de kendi içinde “opera”, “tiyatro” ve “bale” diye üçe ayrıldı. (Ünsal Yücel, Atatürk Döneminde Sanat Yaşamı”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, s. 475)
Ankara Devlet Konservatuvarı ilk mezunlarını 1941’de verdi. 1941’de operalar Türk öğrenciler tarafından Türkçe oynanmaya başladı. Opera öğrencilerinin ilk gösterisi 24 Haziran 1941’de Ankara Halkevi Sahnesi’nde oynadıkları W. A. Mozart’ın tek perdelik “Bastien und Bastienne” adlı operası ile Puccini’nin “Madam Butterfly”ının ikinci perdesi idi. Bu oyunları, Tatbikat Sahnesi’nde dünyaca ünlü bestecilerin diğer oyunları izledi.
1949’da Devlet Tiyatrosu ve Operası kuruldu. İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü de Türkiye’de çoksesli müziğin ve operanın gelişmesi için çok çaba harcadı. Bütün bu çabalar boşa gitmedi. Türk sanatçılar yetişti. Örneğin, Ahmet Adnan Saygun’un eserleri yurtdışında da sergilendi. Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu”nun Türkiye prömiyeri 1946’da, Fransa Prömiyeri 1947’de, ABD prömiyeri 1958’de yapıldı. Ayrıca Leyla Gencer ve Ferhat Onat gibi Türk opera sanatçıları da Avrupa sahnelerinde boy gösterdiler.
Gerçek şu ki 100 yıl önce sanata, sanatçıya değer veren, çoksesli müziğin ve operanın gelişmesine çalışan Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet, bugün sanata ve sanatçıya değer vermeyen bağnaz bir zihniyet tarafından dönüştürülmek isteniyor. Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyete sahip çıkmak; sanata, sanatçıya, çağdaş uygarlığa sahip çıkmaktır.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları