Laik Cumhuriyetin önemini kavramak
Sinan Meydan; Atatürk’ün laiklik ısrarının ardında aklı özgürleştirme, insanı “erginleştirme” ve toplumu aydınlatma düşüncesi vardır.
"Türk devleti laiktir... Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır… Cumhuriyet din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletin çağdaş ilerlemesinde başlıca başarı etkeni görür ”1 (Atatürk, 1930)
Cumhuriyetimiz 100. yılında antiteziyle sınanıyor. Siyasal İslamcı iktidar ve ortakları, laik Cumhuriyeti “dinsel vesayet” altına alarak dönüştürmenin hesaplarını yapıyor. Muhalefet ise bu durumu fazla önemsemiyor. Türkiye böyle bir ortamda seçime gidiyor. Peki, seçmen laik Cumhuriyetin öneminin ne kadar farkında?
Özgür akıl, Aydınlanma, laiklik
Çağdaş uygarlık, özgür aklın eseridir. Kant’a göre aklın özgürleşmesi için insanın “kendi aklını kullanma cesareti göstermesi” gerekir. Başkasının yönlendirmesi olmadan kendi aklını kullanma cesaretini gösteren insan “erginleşmiş” insandır. Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Aklını kullanma cesareti gösterip erginleşemeyen insan başkaları tarafından kolayca yönlendirilebilmiş ve yönetilebilmiştir. Batı’da Rönesans ve Reform hareketleriyle başlayan Aydınlanma sayesinde aklını kullanma cesareti gösteren insan erginleşmeyi başarmıştır. Bunun için aklı sınırlandıran otoriteye -kiliseye, engizisyona- başkaldırmak gerekmiştir.
Aydınlanmış toplum –anayasada yazılı olmasa bile- laik toplumdur. Laiklik, din ile dünya işlerini birbirinden ayırarak “din işlerini” vicdana, “dünya işlerini” ise özgür akla bırakmıştır. Laik devlette siyaset, hukuk, eğitim, ekonomi gibi dünya işleri değişmeyen dinsel kurallarla değil, zamanla değişen dünyevi kurallarla yürütülür. Laik devlet, her türlü “dinsel vesayetten” kurtulmuş, egemenliğin “kayıtsız-şartsız” ulusa ait olduğu çağdaş hukuk devletidir. Laik devletin bireyi ise “aklını kullanan” vicdan özgürlüğüne sahip bireydir.
İslamda din ve dünya işlerinin fazlaca iç içe geçmiş olduğu, bu iki alanın birbirinden ayrılmasının mümkün olmadığı, bu nedenle İslam dünyasında laikliğin olamayacağı iddia edilmiştir, edilmektedir. Ancak, sürekli değişen dünyada bir devleti değişmeyen kurallarla yönetmeye kalkmak, zamanı durdurmaya çalışmaktan farksızdır. İslam dünyası, bu yöndeki ısrarın acı, yıkıcı, yok edici sonuçlarıyla hâlâ yüzleşebilmiş değildir. İslam dünyasında bu yüzleşmeyi yapabilen -üstelik 100 yıl önce bunu başaran- tek ülke Türkiye Cumhuriyeti, ilk lider Atatürk’tür.
Atatürk’ün laiklik ısrarı
Atatürk’ün laiklik ısrarının ardında aklı özgürleştirme, insanı “erginleştirme” ve toplumu aydınlatma düşüncesi vardır.
Atatürk, uygarlığın anahtarının “akıl” ve “bilim” olduğunun farkındaydı. Bu nedenle “Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.” “En hakiki mürşit ilimdir, fendir.” “İlim ve fen nerede ise oradan alınmalıdır.” “Hastalığın tedavisi ancak ilmi ve fenni tarzda yapılacak olursa şifa verici olur” demişti. Bu nedenle “Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” demişti.
Ancak tarihin herhangi bir döneminde dünyanın herhangi bir yerinde olduğu gibi Türkiye’de de “ilim ve fen” için özgürleşmiş akla, erginleşmiş insana (bireye) ihtiyaç vardı. İşte bu nedenle Atatürk, Cumhuriyeti ilan ederken sanayileşmemiş ve aydınlanmamış bir din-tarım toplumunda aklı özgürleştirmek için laikliğe yöneldi. Böylece “kendi aklını kullanma cesaretini göstererek” Türk Aydınlanmasını başlattı. Prof. Ahmet Mumcu’nun deyişiyle “Atatürk, Türk tarihinde gerçek akılcılık çağını başlatan insandır.”
Devleti laikleştiren devrimler
Atatürk’ün tüm devrimleri aslında temel bir amaca, devleti laikleştirmeye yöneliktir.
1920’de üzerine padişah gölgesi düşmeyen TBMM’nin açılması, 1921’de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyen anayasanın kabulü, 1922’de saltanatın kaldırılması, 1923’te cumhuriyetin ilanı ve 1924’te halifeliğin kaldırılması ile dinsel kaynaklı saray (sultan/halife) egemenliğinin yerini “millet egemenliği” aldı. Sarayın kulları Cumhuriyetin eşit yurttaşlarına dönüştü. Dinsel-mezhepsel bağa dayanan ümmet bilincinin yerini aidiyet duygusu, birlikte yaşama arzusu, ortak tarih, ortak dil gibi değerlere dayanan “ulus bilinci” aldı. (Ulusçuluk; din, mezhep, etnik köken ayrımı gözetmeden tüm yurttaşların hukuki eşitliğini esas alır. Bu hukuki eşitlik, ayrıcalıkları ve ayrışmaları önleyerek ulusal bütünlüğü sağlar. Bu nedenle ulus devletin çimentosu laikliktir.)
1924’te dinsel mahkemeler kaldırıldı. Din İşleri Bakanlığı’na son verildi. 1926’da Türk Ceza Kanunu kabul edildi. Vergi ve toprak reformları yapıldı. 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edildi. Kadınlara en temel sosyal hakları verildi. 1928’de “Devletin dini İslam’dır” maddesi anayasadan çıkarıldı. Dinsel yemin yerine “şeref-namus” üzerine yemin kabul edildi. “Meclis dinsel hükümleri yerine getirir” ilkesi anayasadan çıkarıldı. 1930 ve 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. 1931’de CHP’nin 6 ilkesinden biri olarak kabul edilen laiklik 1937’de anayasaya girdi. Bu devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dinsel kurallarla değil, insan aklının ürünü dünyevi kanunlarla yönetilmeye başlandı. Çağdaş Türk demokrasisi bu laik siyasal dönüşümün eseridir.
Türkiye’de kadın haklarının güvencesi, uygar yaşamın garantisi laik Cumhuriyettir. Atatürk, manevi kızı Rukiye’nin Dolmabahçe Sarayı’ndaki düğün töreninde. (22 Mayıs 1930)
1924’te Tevhidi-i Tedrisat Kanunu kabul edildi. Medreseler kapatıldı. Karma eğitime geçildi. 1928’de yeni Türk harfleri kabul edildi. 1929’da halka yeni harfleri öğretmek için Millet Mektepleri açıldı. Arapça, Farsça derslerine son verildi. 1933’te üniversite reformu yapıldı. 1940’ta Köy Enstitüleri kuruldu. Böylece eğitim laikleştirildi. Akılcı, bilimsel, ulusal ve çağdaş eğitime geçildi. Bu sayede özgür akla sahip “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” yetişti. Türkiye’nin bilim, kültür, sanat temeli büyük oranda bu nesillerin eseridir.
1923’te İzmir İktisat Kongresi düzenlendi. Devletin özel teşebbüsü desteklediği Karma Ekonomi sistemi benimsendi. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrası 1933’te Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı hazırlandı, “Planlı Devletçiliğe” geçildi. Devlet büyük yatırımlar yapmaya başladı. Ekonomi politika, “naslara” göre değil, piyasa koşullarına, ülkenin ve dünyanın durumuna göre belirlendi.
1925’te tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. (Tarikatların ve cemaatlerin kapatılması aklın özgürleşmesi bakımından çok önemlidir.) 1925’te şapka (kılık kıyafet) devrimi yapıldı. 1926’da yeni takvim ve saat, 1931’de yeni ölçü birimleri kabul edildi. 1931’de Türk Tarih Kurumu, 1932’de Türk Dil Kurumu kuruldu. 1932’de din dili Türkçeleştirildi. 1934’te Soyadı Kanunu kabul edildi. 1935’te hafta tatili pazara alındı. Böylece toplumsal hayat, çağdaş ve ulusal değerlerle biçimlendirilmeye başlandı.
Atatürk, tarihten çıkardığı dersle “Medeni olmayan milletler, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdurlar” diyordu.2 Savaş meydanlarında elde edilen bağımsızlığın sürdürülebilmesi için çağdaşlaşma, çağdaşlaşma için laiklik gerekliydi. Savaşların yıkımını gören Atatürk, laik Cumhuriyetin temeline “barışı” koydu. Türk tarihinin en uzun süreli -şimdilik 100 yıllık- kesintisiz barış dönemi laik Cumhuriyetin eseridir.
Sonuç olarak Türkiye’de tam bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, demokrasinin, ulus bilincinin, özgür aklın, birey olmanın, fırsat eşitliğinin, kadın haklarının, çağdaş hukukun, kültür-sanatın, akılcı ve bilimsel eğitimin, ekonomik kalkınmanın, uygar yaşamın ve barışın güvencesi laik Cumhuriyettir. 14 Mayıs’ta sandığa giden herkesin bu gerçeğin farkında olması gerekir.
Dipnotlar:
1- Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 56, 352.
2- Arı İnan, Düşünceleriyle Atatürk, s. 123
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları