Öğreten öğretmenden öğretemeyen öğretmene
Şükran Soner; Öncelikle çok uzun yıllar kış uykusunda olduğumuzun ayrımına varmak gerekmiyor mu?
Depremler zincirinde yitirdiklerimiz, ağır kayıplara uğramış öğretmenlerimiz, terör kurbanı olanlar bu yıla özgü taze acılı anılarla gündeme taşındılar. Atanamayan öğretmenlerimizin sorunları, geçinemedikleri için ek zorlu işler yapmak zorunda kalanlar, her yılın gündeminde yeni örnekleriyle paylaşılıp unutuluyorlar. Yaşamsal sorunumuz ise anaokullarımızdan yükseköğretime uzanan eğitim kurumlarımızın içinde görevlerini yapmaya çalışırlarken yeterli donanımlarının olmamasından başlayan sayısız çeşitlenen sorunları nedeniyle, öğrencilerin yetiştirilmesine katkılarının çok sınırlı kalmasından doğan olumsuzluklar yumağı...
12 Eylül’ün ilan edildiği gün, yıllarca hazırlamaktan kıvanç duyduğum “eğitim sayfamız”la vedalaşmıştım. Her kademeden öğretmenlerimizin katkılarıyla hazırlanan sayfalarımızın yanında, elbette hazırlık sınavları özel sayfalarını uygun tarihlerde verilen dizilerimizle paylaşmak, sınav sonuçları, açıkta kalanlar, çalınan sorular üzerinden uyarıların sorunları, birikimlerine karşın, günümüzde ne boyutlarda gerilere düştüğümüzü görmek gerçekten yürek acıtıcı...
Eğitim kalitesinde iddialı üniversitelerimiz, liselerimiz, öğretmenler ordumuzla övüç duyarken dünya ölçeğinde günümüzde kaybettikleri düzeyleri evrensel sayılarla okumak can yakıyor. Eğitimi içinden kökleri ile çürütmek için nasıl bir acımasızlık tuzağının içinde boğulmuşuz? Önce bir iki örneği paylaşmayı düşünmüştüm. Vazgeçtim, birkaç örnek vermek, düştüğümüz ürkütücü tabloyu algılayabilmemizde hiçbir işe yaramayacaklar. Hani Karadeniz şivesi ile “Su çıkayı her yerden” tablosunun algılanmasından hiçbir işe yaramayacaklar...
***
Cumhuriyet kuşağının yetiştirdiği değerlerinden vazgeçmemekte direnen özel örnek eğitimcilerimizin dışında kalmış olanlar, kişisel suçları olmasa da yaratılmış eğitim koşullarının kirliliği, çarpıklığı içinde çırpınıp durmaktan öteye gidemiyorlar. Kişisel, aileleri ile birlikte ayakta kalabilmek, yaşayabilmenin ötesinde bir şeyleri düşünmek koşullarının çok uzağındalar. “Sabi açsa” eleştirmek, ucuz bir kolaycılık olmaz mı? Doğrusu Saray’ın, tek adam rejiminin eğitime din kimliğini yamama örneklerini paylaşmak bile, kanıksanmış taze bilgilerle yüzleşmenin ötesinde bir çıkış yolu üretemiyor.
Türkçesi, örgütlü bir savaşım, seferberliğin, güçlü, gündemimize taşınmasında çok geç bile kalındı. Öncü eğitim üzerinden sağlıklı arayışlar peşinde örgütlenmelerimizin, sorunları gündemimize taşımaları, kuşkusuz önceliklerimizi görebilme anlamında yol gösterici. Ancak kısır döngüden çıkış için, toplumu acı çekmemek adına gerçekleri görmezlikten gelme duyarsızlığından çıkarmanın yollarını bir kez daha açmanın hâlâ çok gerisindeyiz. Gerçekleri bilmek yetmiyor. Zincirleri sil baştan kırma seferberliğinin kitlesel çıkışlarını yeniden yeniden gündeme sokmakta, kış uykumuzdan uyanmak zorundayız...
***
Geçmişte etkin savaşımlar vermiş eğitim örgütlenmelerimizin her biri için geçerli olmak üzere, yılgınlık, yorgunluk, umutsuzluk, duygularından arınmanın zamanı geldi de geçti bile. Hani yakın tarihlerde, bir düş, umut gibi yeniden güncel gündemimize giren Köy Enstitüleri kavramıyla umutlanmıştık ya? Sözde değil, eylemde gerçekleştirmeye dönük, eylemcilik damarlarının hareketlendirilmesi seferberliğinde, içimizde bir ürküntü var ya? Öncelikle çok uzun yıllar kış uykusunda olduğumuzun ayrımına varmak gerekmiyor mu?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları