Refleks kırılması..
Şükran Soner: Bilim insanlarının çok yalın gerçeklik olarak bildikleri deneyimleri aktarmaya yerim yok. “Ağır travmaların şartlı refleks tepkilerini ortadan kaldırması” gerçeği ile yüz yüzeyiz...
Dün, bu yazıyı yazma saatini çok geçirmiş olarak gazeteye döndüğümde, içimdeki burukluğu şaka ile kapatabilmek adına, habercilik odaklı arkadaşlarımızın yoğun koşturmacalarında ilgilerini çekebilmek üzere, “Hepimizin adına gazetecilik etiği dayanışma katılımlarında rekoru kırdım, Kaşıkçı’nın gıyabi cenaze namazına bile katıldım..” diyerek laf attım.
Daha fazlasını dinlemeye ayıracak zamanlarının olmadığının ayırımında olarak Fatih Camii’nde kılınan gıyabi namaza katılan gazetecilerden daha kalabalık olanlarının haberi izlemeye gelenler olduklarının altını çizdim. Kamera karşısında konuşan, daha önce de verdiği demeçlerden yüzünü anımsayabildiğim Ortadoğu medyasının temsilcisi gazetecilerin sözcüsünün, yüzündeki kaygılı bakışlardan çok etkilendiğimi anlattım. Deneyimli haberci arkadaşlarım bir iki cümleyle “Onların Can korkuları bizden çok ağır, kamera karşısına çıkabilmeleri zorunlu kahramanlık..” türünden açıklamalarla katkıda bulundular.
Doğrusu Kaşıkçı’nın gıyabi cuma namazını özel olarak izlemeye, desteğe gitmemiştim. Geçmiş yıllardan deneyimlerimde, söz konusu İslam dünyasının iç kaosuna dönük gazetecilik, insan hakları eylemleri, gıyabi namaz kılınması olduğunda, ağırlıklı İHH pankartlarının altında çok az sayıda Fatih Camii cemaat müritlerinin katılmayı göze aldıkları birden fazla etkinliğe katılmıştım. Hamas’a yardım götüren gemide ölen insan hakları savunucularının toplu cenaze töreninde bile çok az, cenaze arabası yanında birkaç katılımcı gerçeği ile karşılaştığımda şaşkınlığımı paylaşıp İslamcı dünyaya yakın gazeteci arkadaşlardan nedenlerini sorguladığımda, “radikalizm kaygısı, korkusu..” türünden yanıtlarla yüzleşmiştim.
Öğle namazı saatinde Fatih Camii’nde, özelinde 1980 yılından bu yana komşuluklarını paylaşmakla onur duyduğum, DİSK’e bağlı Oleyis Sendikası yöneticisi, üye arkadaşlarımızın içinden en kıdemlisi sevgili Ali Kocaman’ı uğurluyorduk.. Üç kuşaktan çok şeyi, zorlu günleri paylaşmış gelebilenlerin en çok da gençleri ilk kez gıyabi cenaze namazı gerçeği ile yüzleşmişlerdi. Gıyabi namazın, sevgili büyüklerinin cenaze töreninden önce kılınmasına biraz burulmuşlar, olup biteni çok da kavrayamamışlardı.. Caminin deneyimli hocası, yatıştırıcı seslenişi ile gerilimden kaygı duyan, çok da sıkı güvenlik önlemleri alınmış gıyabi cenaze namazını öne çekmekle sanırım sağduyulu önlem almıştı.
***
Ali Kocaman, DİSK ana davası içinde 12 Eylül sürecinin bütününde tutuklu kalmış, işkence ve zorlu cezaevi koşullarını, sonradan otomatik düşürülen dava kapsamında boşu boşuna, pisi pisine çekmiş bu ülkenin simge mağdurları arasındaydı.. Acılı günlere tanıklık etmiş, çok şeyi paylaşmış yakın çevre ailesi, komşuları elbette boşu boşuna olmadığının bilinçli tanıkları.. Bu dava iddianamesiyle DİSK yönetim kadroları, Marksist-Leninisti illegal örgütün yöneticileri, sorumluları, teröristler olarak en ağır bedelleri öderlerken aslında 12 Eylül’ün, dahası Amerikan emperyalizmi güdülemesi de içinde, ülkemizde kazanılmış sendikal hakların gaspı için yapılmış dehşet operasyonunda piyon olarak kulanılmışlardı.. 52 kişilik ana yöneticiler kuşağından sendika başkanları, lider dostların çoğu öldü. Sendikal haklar savaşımı, kazanımlarındaki unutulmaz katkıları, onurlu duruşlarıyla derin izler bırakmış olarak ışıklar içinde yatsınlar..
15 Kasım günü, Dünya Hapisteki Yazarlar Günü ortak basın toplantısına da dayanışma adına katılmıştım. Oradaki ortak meslek örgütlerimizin sunumlarında ortaya konan özgürlüklerimiz aleyhindeki tablo ne ölçüde sorunlu, acı gerçekleri yansıtıyorduysa, dayanışma için gelebilenlerimizin besbelli kaygılar, çaresizlik ağırlıklı yoksunluğu o ölçülerde çarpıcıydı. Ülkemizin düşünce, basın özgürlükleri, insan hakları ihlalleri ne ölçülerde çarpıcı boyutlardaysa, tepki verme eylemlerine katılım aynı ölçeklerde erozyona uğruyordu.
12 Mart, 12 Eylül askeri darbeler süreçleri ile, birinci, ikinci Silivri sivil darbe hukuku süreçleri arasında ortak yalnızlaşma tablosu, dönemlere, yaşanan süreçlere bağlı olarak aynı görüntüleri ürettiğinden, alıştığımız bir görüntü olduğunu, insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü savunuculuğunda canı yanan büyük çoğunluğun öfkesi, tepkisinin yansımasına ölçü olamadığını söylerken...
Bize ulaşan mailleri ile bu konuda çok duyarlı olduğunu bildiğim Ayla Çokbudak’ın piskiyatr Prof. Dr. Kenan Derksat’ın uzun bir yazısından alıntı başlığını “refleks kırılması” saptamasını sizlerle paylaşmak istedim. Özetle bilim insanlarının çok yalın gerçeklik olarak bildikleri deneyimleri aktarmaya yerim yok. “Ağır travmaların şartlı refleks tepkilerini ortadan kaldırması” gerçeği ile yüz yüzeyiz...
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları