loading
close
SON DAKİKALAR

Tarikat, siyaset, ticaret üçgeni

Şükran Soner
Tarih: 15.07.2023
Kaynak: Şükran Soner - Cumhuriyet

Şükran Soner; Siyasal vitrine değil, somut, gerçek katkılara dönük, yapabileceği her işe gücünün yettiği ile katkıda bulunmalı. Seyirci olmayı değil, bir şeyler yapmayı seçmeli değil mi?

Uğur Mumcu’nun, dönemin sıcak gündemleri ile bağlantılı dosyalı, belgeli anlattığı, doğrusu ile kanıtladığı vurgun ittifaklarının, günümüze kadar uzananlarıyla özünde değişen hiçbir şey yok. Günümüz vurgunlarının boyutlarındaki sıfırların katlanması ile tarikatların güçlenmesi, otoriterleşmenin baş döndüren yükselişinde, haksızlık-hukuksuzluklardaki sınırtanımazlık, doymazlıktaki azgınlaşmanın geometrik ölçeklerde yaşanmasının ötesinde... En ürkülesi sonucu, canınızı yakan en sonuncusunun acısını henüz tam kavrayamamışken daha da can acıtan bir yenisi ile yüzleşmemizle ortaya çıkan ufuksuzluk...

‘BİR ŞEY YAPMALI’

1980’ler sonrası ülkenin tüm üretenlerinin yaşamlarının karabasana çevrilmesini sağlayan evrensel liberal projelerin sonucunda, “Özalizm”in ideolojik, sonraki yılların “Soros’çularını aratmayan üslubunda Dörtlü Cunta’ya dikte ettirilen anayasal, yasal tüm örgütlenmelere dönük kazanılmış, elbette sendikal haklar da içinde yürürlüğe girmesi ile ortaya çıkan operasyon sonuçlarını isterseniz unutmayalım. Yoka saymayalım, bugünlere gelişler o günlerden alınmış yolların eseri...

***

Emeğin haklar kazanımında, ülkemizin ekonomik, toplumsal, sosyal birikiminin çok gerilerinde yakalandığımız yılların, DP iktidarından 1950-1960 yılları arasında yaşanmış olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Demokrasiye, çok partililiğe geçiş süreci, sendikaların örgütlenmede önünün açılmış olması kâğıt üstünde kalmıştı. Türk-İş’in 1952’lerde kurulmuş olması, liberalizm adına sendikal hakların tanınıp işlerlikte önünün açılmamasıyla, şimdiki gibi hakların kurum adlarıyla var, fiilen kullanılamaması gibi bir sonuç getirmişti.

Her iki dönemin içinden, kurucu tanıklarından Seyfi Demirsoy’un, 1962 yılında “Türk-İş’i yeniden kurmak zorunda kaldık” söylemi boşuna değildi. 1961 Anayasası, 1973 sendikal yasalarıyla gelen özgürlüklerin, gerçeğinde yaşamın her alanında, düşünce özgürlüğünden başlanarak siyasal, toplumsal, tüm üretime ilişkin örgütlenmelerde geçerlilik kazanması ile gelen sonuçlarla, Türkiye gelişmiş demokrasilere göre çok gecikmiş haklar kazanımları ile onlara yetişmenin hızlı yarışçısı konumuna girmişti. Ülkemizde, Uğur Mumcu’nun simge sloganında çok net anlatılmış kirli çıkar üçgeni kadar, başta Amerika, dünyanın emperyal güç odaklarını da ürküten çok hızlı bir toplumsal gelişim süreci yakalanmıştı.

***

Evet, “Bir şey yapmalı” sloganı, arayışın başlangıcının ilanıydı.

Kamu ağırlıklı yatırımlar, sözleşmeler ağırlıklı “Ankara’da Türk-İş vardır” sloganı ile ayakta kalabilmenin bittiği öğrenilmişti. Gerçekten can havliyle örgütlü sendikalar, daha doğrusu ağırlıklı kamu işçileri, özelleştirmelerle sokaklara atılmanın gerçekliğinde sokaklara dökülmüşlerdi. Bahar eylemleri, yaz direnişleri, Büyük Zonguldak madencileri direnişi... Sonunda Özalizmin bile hükmünün geçerli kaldığı yılların çöküşü de görüldü. Şimdilerde Özalizimin yıkıcı liberal ideolojik kimliği ile dörtlü cuntaya yaptırabildiklerinin boyutları bile hafife alınır, sempatik gösterilebilir oldu.

“Soros’çuluk beter çıktı” vurgusu ile yakın tarih üzerinde durmadan bugünlere geçmekte yarar var. Tarikat, siyaset, ticaretin kirli ittifakları pervasız güçlendikçe güçlendiler. Bu ülkeyi sevenlerin elbette çoğunluğun haklarını arayışlarına nokta konulması söz konusu olamayacağına göre. Haklı arayışların en büyük yanılgı noktalarını sorgulamadan başlamak gerekiyor. Ülkenin yakın tarih en güçlü Aydınlanma devinimlerinde çok büyük bedeller ödeyerek çok büyük işler başarmış olanlar elbette sorguluyorlar. “Nerelerde yanlışlar yaptık?” sorgulaması elbette Cumhuriyetin kuruluş yıllarına, Atatürk’ün kurtuluş, kuruluş savaşımları, devrimler süreçlerine kadar dönüşlerle okumalar yapıldığında soldan, toplumsal arayışlarda Atatürk’ün devrimler süreçlerinin tamamlatılamamış olması gerçeğiyle yüzleşiliyor.

Solda, toplumsallık hakları üzerinden yola çıkışlarda, “Devrimlerin tamamlanması yolundan çıkmamak” gibi bir gerçeklik olmalı değil mi? Başta İBB, halkçı belediyelerin tümünde kazanılmış kaleler asla terk edilememeli. Siyasal vitrine değil, somut, gerçek katkılara dönük, yapabileceği her işe gücünün yettiği ile katkıda bulunmalı. Seyirci olmayı değil, bir şeyler yapmayı seçmeli değil mi?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları