‘Times yalan söyler mi?’
Şükran Soner; Pandemi döneminde “Cumhuriyet’ten tanıklıklar” başlığı ile arşivimizin deneyimli çalışanları ile iç içe, gazete sayfalarının anlamlılarını satır satır taramış olarak ortak bir çalışmayı yıllara yaymıştık.
“Bizim 68’lilerin” gençliği, işçisi, her meslekten kayıtlı kayıtsız emekçileri, Aydınlanmacıları, siyasi partilere, mesleklerine göre emekçilerin, örgütlenmiş örgütlenememişleri.. 12 Mart askeri darbe süreçlerini, ağır bedeller ödeyerek yaşadılar, direndiler, haklarını aradılar.. Gençlik örgütlenmeleri işgal eylemlerine damgalarını vururken işçiler 15-16 Haziran direnişlerinde ağırlıklarını koydular.
Ortalık biraz sakinleşmişken, İngilizcemi biraz olsun ilerletebilmek umuduyla soluğu Londra’da beş haftalık bir gençlik kursunda almıştım. AB ülkelerinin tümünden gelen öğrenciler, hocalarımız güncel gündem üzerinden tanışmaya çalışıyorduk. Topluca Amerika’nın Vietnam savaşı başta, insan haklarına aykırı gelen tüm eylemleri birden kapsayan, bana azıcık garip gelse de ileri demokrasi kültürü algısı veren, kiliselerin de işin içinde, katkıda bulunduğu gösteriler, müzikli ayinler içinde yerimizi bulmuş oluyorduk.
Kursta dil çalışmalarımız da özgür, özgün her ülkedeki durumları kapsayan tartışmalar üzerinden, ağırlıklı “68 ruhu”nu içeren gündemli oluyordu. Türkiye sorgulamasında bizde yaşananları gazeteci gözüyle özetledikten sonra, sol potansiyelin ağırlığını da paylaşmış oluyordum. Kafadar Alman kökenli yakın arkadaşım elinde Times gazetesi küçük bir haberi göstererek görüşlerime eleştiri getirmek istedi. “Bak Türkiye’de komünizme karşı Amerika’dan yana gençlik örgütlenmiş, on binler eylem yapmışlar” dedi.
“Yalan haber” itirazıma “Times yalan söylemez” yanıtı geldi.
***
Benim yanıtım ise “Sizin ülkelerin haberleri için evet ama bizim ülkelerde ağırlıklı İngiliz, Amerikan istihbaratı ile ilişkili haberciler çalıştığından, yoksul ülkelerin tümü için yalan habercilik geçerlidir” oldu. Kanıtlamak için gazeteyi aradım, arkamdan yaşanan olayların haberlerinin yayımlandığı Cumhuriyet gazetelerinin gönderilmesini istedim. Öngördüğüm gibiydi. 6. Filo arkamdan da gelmiş, sol gençlik açıklamalar ile tahrik edilmiş, filo askerleri malum yerlere ziyarete koşturunca da olanlar olmuştu. MTTB, emperyal merkezlerden finanse edilen, komünizme karşı dernekler ile birlikleri sokaklara taşmışlar, güya komünizmi lanetlemişlerdi.
Elbette siyaseten Amerika, İngiltere yandaşlığı ağızlara alınmamış, 6. Filo’yla ilişkili, askerlerin Dolmabahçe’den denize dökülmeleri, polis baskınlarında Vedat Demircioğlu’nun ölümü başta çok sayıda sol gençlik liderinin yaralanması, tutuklanmaları olayları yaşanmıştı. Demokrasi ilkelerinin bizlere yok sayılması gerçeğinin Türkiye için bile geçerli olması karşısında şaşkın, üzgündüler. Yüzlerinde özür dileyen üzgün bakış, yaşananları ile saygı duyulan ülke konumuna geçivermiştik.
***
Pandemi döneminde “Cumhuriyet’ten tanıklıklar” başlığı ile arşivimizin deneyimli çalışanları ile iç içe, gazete sayfalarının anlamlılarını satır satır taramış olarak ortak bir çalışmayı yıllara yaymıştık. Şaşkınlıkla içinde yaşarken algısında olamadığım, beynime kazınan gerçeği özetlemeliyim: “Cumhuriyet’in Atatürk devrimciliği önderliğindeki dünyada hâlâ yeri doldurulması söz konusu olamayan kazanımlarının üzerine, 1961 Anayasası ile 1973 yasalarının bütünlüğünde gelen, düşünce özgürlüğü ile başlayan, yaşamın bütün alanları için geçerli, örgütlü hak aramayı toplumsal birikimimizle, dünyayı şaşırtacak ölçeklerde hızla öğreniyorduk. Emperyal odakları ürkütmüş olmalı hızlı kırma operasyonları gündemimize sokuluverilmişti. Hak arama açılımlarına, en büyük darbenin, asıl kırılmanın 12 Eylül’de değil, 12 Mart’ta yaşanmış olduğunun kokusunu alıyordum.”
12 Eylül ile, şiddetli işkenceler, can almalarla nokta konulmuştu. 12 Mart’ta, olumlu kazanımların çarkları tersine döndürülüverilmişti. Emperyal dünya demokratik haklar kazanımları ülkemiz halkı için tehlike çanı olarak algılamış, gereği için içerden maşa olacak kadrolarla, başta siyasal, toplumsal örgütlenme çarkları örülüverilmişti. Kişisel kastım olmaksızın o zamanki üstün zekâsı, Cumhuriyet okulları eğitimi kazanımları ile, önder Demirel’in “Morison Süleyman” olarak yargılanmasının hiç de haksız olmadığını, çıplak belgeleri ile gözlemlemiştim.
Koruyamadığı, çok tepki alan Diyanet İşleri başkanını görevden alarak feda ederken seçmenden anayasa değişikliği için oy istemişti. Oyları artmış ancak anayasa değiştirmeye yeterli olmayınca da Edirne’de keşfettiği Fetullah Gülen’i önce İzmir’e sonrasında, vekâleten Diyanet İşleri başkanlığına atayıvermişti. Demirel’in hakkını yememek için de 12 Eylül sonrasına geçiş yapmalıyım.
Cumhuriyetin üstün değerleri ile eğitimlerinin de sonucunda, şapkasını alıp gidip gelerek geldiği noktalardan sonra, Zincirbozan’da Ecevit ile kaderdaş, “Gandi” kültürü ile de kaynaşmış olarak, Özal’ın tahtını sallamış, cumhurbaşkanlığı sürecinde ise çok farklı, demokrasiye, insan haklarına saygılı bir kimlikle karşımıza çıkmasının da altını çizmeliyim. Ya işte böyle, Times bile, diktatörlük süreci hastalıklarının her depreşmesinde, gelişmekte olan ülkelere dönük ağırlıklı olarak, kendi ülkeleri için bile, çok sık yalan beyin yıkama eylemlerinde, tüm güdümlü dünya medyası gibi kolaylıkla görev üstlenebiliyormuş.. Elbette günümüzde de çok geçerli bu sürecin içindeyiz.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları