Tarih:
02.07.2016
2 Temmuz, Babama mektup
Yaşar Seyman; Erdal Öz, yazıyı okuyunca Yaşar Kemal’i arıyor, ''Senin Seyhan’ın çalışma yaşamını değil Sıvas’ı yazmış'' diyor. Yaşar Kemal de dokunma öylece kitaba koy diyor. Yaşar Kemal de Erdal Öz de ışıklar içinde uyusunlar…
Babama bu mektubu 19 yıl önce yazar Erdal Öz’ün arayıp; “ Suç işlemeye devam ediyoruz. İkinci kitaba sende sendikacı olarak çalışma yaşamı üzerine bir yazı gönder” dedi. Oturdum babama bu mektubu yazdım yolladım. Erdal Öz, yazıyı okuyunca Yaşar Kemal’i arıyor, “Senin Seyhan’ın çalışma yaşamını değil Sıvas’ı yazmış” diyor. Yaşar Kemal de dokunma öylece kitaba koy diyor. Yaşar Kemal de Erdal Öz de ışıklar içinde uyusunlar…Sıvas sızım sızım sızlayan sızıdır…
SEVGİLİ BABAMA,
Ölümünün dördüncü, Cumhuriyetimizin 73. yılı geçti. Seni andık. Cumhuriyeti kutladık. İşin doğrusu, ne Cumhuriyetin, ne senin ölüm yıldönümünüz kaldı. Dünya, sevgi senfonisini çalarken, gericilik devlet eliyle ülkemizin gözeneklerine sindi.
Canım babam,
28 Ekim akşamı ölüm haberini aldım. Evimize gelirken yol öyle uzadı ki… Yarım can oldum. neden öldün? Bu bana haksızlıktı. Oysa sana ve çok sevdiklerime, “ölürsen öldürürüm”, derim. Annemin ölümünden sonra senin de ölümün omuzlarıma çift acı yükledi. Hani oğulları tutuklanan kadınlara akıl verirdin: “İmamla giden gelmez. Jandarmayla giden gelir.” Sen, imamla çıktın yolculuğa. Gençlerimiz, aydınlarımız, jandarmayla ya da polisle gidip yine gelmiyorlar.
Eve girdim. Yufka tadındaki ellerini öptüm. Soğuktu. Bu bana ihanettir. Kime koşacağım? Kim beni eleştirecek? Aradan üç yıl geçti… Şimdi, “ iyi ki ölmüşsün,” diyorum. Sıvas’ı görmedin. Bütün değer yargıların altüst olurdu… Sana, “Sıvas toplu öldürümünü” anlatayım.
2 Temmuz 1993 Cuma günü Sıvas’ta ülkemizi ortaçağ karanlığına gömmek isteyen şeriatçılar, 4. Pir Sultan Abdal Kültür Şenliğine konuk gelen insanların kaldığı oteli ateşe verip senin üç güzelini: Sazı, sözü ve semahı yaktılar.
Can yoldaşım,
“İncinsen de incitme,” derdin. Tepkili tavırlarımızı kınardın. “ Anadolu insanıyız biz, evimize düşmanımız da gelse , ona saygıda kusur etmeyiz.” Derdin. Sevgili Can: Sıvas, Anadolu’nun parçası değil mi? O sanatçılar, yazarlar Sıvas’a konuk gitmediler mi? Törelere ne oldu? Sıvas, Anadolu’nun doğusundan batısına atlayan eşikte bir kentimiz. Selçuklu, Türkmen, Kürt, Ermeni, Rum, Çerkez, Zaza tüm kültürler bu eşikten geçip kucaklaşmışlar. Şeriatçının kanlı pençesinden kurtulmuş insanlara sordum:
“Neden otele sıkışıp kaldınız? Neden çıkmadınız?”
Yanıtladılar:
“Dışarıda aydınlığı boğan öyle bir karanlık vardı ki, önümüzü göremez olmuştuk. Bir de dalga dalga gelen karanlığın şeriat ateşiyle can alacağını düşünemedik. Garip, ama bir de devlet vardı.”
Güzel babam, şeriatçılık dalga dalga kabarırken, sana şaşacağın haberler vereyim: Süleyman Bey Cumhurbaşkanı, Madımak Otelinde insanlar yanarken, bildiğin biçimiyle, “ devletle halkı garşı garşıya getirmeyin,” denildi. Otelde yananlar, halktan sayılmıyordu. Bu söz, sıradan söylenmiş gözükebilir. Oluşumu bir bütün olarak ele alırsak, izlenen bilinçli, tümel bir siyasanın ürünü
olduğunu anlarsın. Ülkemizin yeni başbakanı Tansu Çiller, Süleyman Beyin kızı(!) Demirel’in karnından çıkan sözleri şöyle tümledi:
“Oteli hisse sahiplerinden birinin yaktığı sanılıyor. Çok şükür, güvenlik kuvvetlerimizin sayesinde otelin etrafında toplanan halkımıza bir şey olmamıştır.”
Anlıyorsun ya Babacığım; aydın, solcu, Alevi, Atatürkçü hiç kimse halktan sayılmıyor.
Babacığım, sana esen yelden, açan gülden, uçan turnadan haber veremiyorum. Acılar ülkesinde yaşıyoruz. Yerin cennet olsa bile, yattığın toprak cehennem. Bu cehennemin Sıvas’ta alevler kustuğu dönemde başbakan yardımcısı da, senin partinin genel başkanı Erdal İnönü idi. İsmet paşaya öyle uzak, öyle yabancı ki.
Şeriatçılar, Erdal İnönü’nün gözleri önünde bağırıyorlar:” Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak!”, “Kahrolsun laiklik!”, “ Şeriat gelecek, zulüm bitecek!”, “ İslama uzanan eller kırılacaktır!”, “ Ya Allah Bismillah Allah-ü Ekber!”, “ Asker Bosna’ya!”, “ Bizim asker, büyük asker!”
Can babam sen , “ Bunları aşırı solcular uyduruyor,” diye bize çıkışırdın. İnanmazdın böyle karşı devrimci davranışlara. Şimdi o büyük öfkenle, kusursuz küfürlerinle, aramızda olsaydın, özel televizyonların, tarikatçılarla kol kola, halkımızı şaşırttığını görürdün. Küfür bile edemezdin. Çıkarları uğruna, bir halkın nasıl uçuruma yuvarlatıldığına tanık olurdun.
Sevgili babacığım, tarihin acı gidişine tanık olmak, bir insanın yaşamının en dayanılmaz evresi. Şimdi biz Cumhuriyet çocukları, bu aczi, bu çaresizliği yaşıyoruz.
Sevgili babam, aynı yaz, Soligen’de Alman Dazlaklar, Türkleri yaktılar. Dazlaklar yakıp kaçmışlardı. Oysa bunlar yakıp alkış tuttular, histeri nöbetlerine kapılıyorlar, “ Müslüman Türkiye, yak ulan yak! Hayatımın çekimini yapıyorum! Cehennem ateşi dedikleri budur işte!” Sesleri duyuluyor. Benim, Sıvas katliamını unutmam olanaksız.
Sana bu güzel insanların adlarını yazmak istiyorum:
Asım Bezirci, Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Asaf Koçak, Erdal Ayrancı, Muhlis Akarsu, Muhibe Akarsu, Nesimi Çimen, Edibe Suları, Hasret Gültekin, Serkan Doğan, Muammer Çiçek, İnci Türk, Yasemin Sivri, Asuman Sivri, Menekşe Kaya, Koray Kaya, Özlem Şahin, Nurcan Şahin, Huriye Özkan, Yeşim Özkan, Handan Metin, Sait Metin, Serpil Canik, Ahmet Özyurt, Murat Gündüz, Mehmet Atay, Gülsüm Karababa, Sehergül Ateş, Gülender Akça, Carina Cuanna, Belkıs Çakır.
Sağ olsaydın, “ Eviz yıkıla, kardaşları yakıp ocağımızı söndürdüler!” derdin. Bir de cenaze törenlerinde fotoğraflarını görseydin ve yaşlarını bilseydin yüreğin daralır, ölmeden ölürdün.
“Ruhun huzur içinde olsun!” diyemiyorum. İşte halimiz!
Yaşar Seyman
yasarseyman@gmail.com
Yüksek Sesle Düşünmenin Tam Sırasıdır / Can Yayınları / Basım Yılı 1997
Yüksek Sesle Düşünmenin Tam Sırasıdır / Can Yayınları / Basım Yılı 1997
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları