Tarih:
07.01.2014
Adam
Yılmaz Özdil; Evet, Metin Feyzioğlu o. Büyük adam olmaya özenen zihniyet cücelerinin ülkesinde... Adam gibi adam kalmayı başaran adam.
1969, İstanbul.Sıcak bi yaz akşamıdır.
En büyük mutlulukla, en büyük acının kesiştiği andır. 17 yaşında evlenen, 19 yaşında evladını dünyaya getiren gencecik anne, doğumdan iki saat sonra vefat eder. Talihsiz erkek bebeğin, bu dramatik hadiseden senelerce haberi olmaz. Çünkü, dedesiyle anneannesi, torunlarını alıp, Ankara’ya götürür, kendi soyadlarını verir, oğul olarak büyütürler. Dedesini baba, anneannesini anne olarak bilir.
*
Annesi sık sık bi kenara çekilip ağlar, nedenine anlam veremez.
Ailece kabristan ziyaretine giderler, kime, niye, bir türlü çözemez.
*
Taa ki 8 yaşına kadar...
Öğrenir ki, babası meğer dedesiymiş, aslında babası var, annesi de anneanneymiş, annesi rahmetli olmuş. O küçücük yüreğinde yaşadığı duygu karmaşasını tarif edebilmek, mümkün değil elbette.
*
Hayatında ilk defa, 10 yaşındayken tanışır babasıyla... Sonra, araya bi 10 sene daha girer, gene görüşmezler. O aradaki 10 senede gene darmadağın olur. Çocuk aklıyla, suçu kendinde arar. Herhalde ben bir hata yaptım ki, gelmiyor diye düşünür. Üzülür. Kahrolur. Öfkelenir. Sonra, çaresiz, kabullenir.
*
Lise yıllarındayken... Dede ağır kalp krizi geçirir. Yoğun bakımda, yaşamla ölüm arasında, bu tarafla öbür taraf arasındaki ince çizgidedir. Tam o sırada, baba çıkagelir. Oğluyla görüşmek ister. Oğul kabul etmez. Anneanne cennetlik, “benim hatırım için görüş” der. Kucaklaşırlar. “Birbirinizi hiç görmeseniz de, ayrı yaşasanız da, babadır, kan çekiyor” diye tarif ediyor o kavuşmayı... Gözyaşlarıyla sarılırlar.
Lise yıllarındayken... Dede ağır kalp krizi geçirir. Yoğun bakımda, yaşamla ölüm arasında, bu tarafla öbür taraf arasındaki ince çizgidedir. Tam o sırada, baba çıkagelir. Oğluyla görüşmek ister. Oğul kabul etmez. Anneanne cennetlik, “benim hatırım için görüş” der. Kucaklaşırlar. “Birbirinizi hiç görmeseniz de, ayrı yaşasanız da, babadır, kan çekiyor” diye tarif ediyor o kavuşmayı... Gözyaşlarıyla sarılırlar.
*
Sohbet sohbet, aradaki onca senelik boşlukları doldurmaya gayret ederler, baba-oğul, adeta birbirleriyle tanışırlar. Annesi ölünce, baba bir daha evlenmiştir. Duyunca, ne hissetti acaba derseniz? “Aslan gibi, harikulade iki kardeşim var, dünya tatlısı yeğenlerim var, sürekli görüşüyoruz, babamın eşiyle de görüşüyorum, o da canım ciğerim” diyor. “Kader” diyor.
*
Ooff, of.
*
Babayla ölene kadar görüşürler. Geç buldum, çabuk kaybettim misali, baba 55 yaşında vefat eder.
*
Eli ekmek tutana kadar, kundakta geldiği evde, dedesinin evinde yaşar. Unutmadan ilave edeyim; babasının varlığını öğrendikten sonra bile, dedeye baba, anneanneye anne demeye devam eder. Bu durum asla değişmez. Onun yüreğinde, zihninde, dedesi babası, anneannesi annesi olarak kalacaktır.
*
Dede, hukuk profesörüdür. Aynı zamanda, siyasi tarihimize damgasını vurmuş efsane karakterlerden biridir.
Dolayısıyla, ağır konukların ağırlandığı bir evde, memleket meselelerinin tartışıldığı, devamlı hukuk konuşulan sofralarda büyür. Oturdukları yemek masasının yarısına kadar örtü örtülür. Niye derseniz? Öbür yarısında daktilo ve kitaplar durur.
Salon zaten, duvardan duvara, devasa bir kütüphanedir. İçerde ayrıca iki kitap odası daha vardır. Büyüdüğü, şekillendiği atmosfer, budur.
*
Varlıklı ailedir ama... İlkeler paradan çok daha önemlidir. Bir gün mesela, beş arkadaş, eve taksiyle dönmeye karar verirler. Belediye otobüsüyle gitsek, aynı paraya denk gelecek diye düşünürler. Binerler, arkadaşları tek tek iner, en son kendisi iner. Eve girer. Babada bi karış surat... Meğer, taksiden indiğini camdan görmüştür. “Böylesi daha hesaplı oldu” demesine fırsat kalmadan, fırçayı yer: “Oğlu taksilerde geziyor dedirtiyorsun, farkında mısın!”
*
Dede’yi biraz daha izah etmek gerekirse... Kalp krizinden hastanede yatarken, oğlu okusun diye defterine vasiyet gibi mektuplar yazar. Bir tanesinde şöyle der: “Büyük adam olmaya sakın özenme, büyük adam olmak kolaydır, adam olmak zordur, sen onu başar.”
*
Üniversitede okurken... Vade dolar, dede vefat eder. O gece yarısı eve gelir. Odasına kapanır. Kapıyı kilitler. Saatlerce, borçlar hukuku nedensellik bağı teorilerini çalışır. Çünkü, kendi kendine söz vermiştir, babamı kaybettiğim gün bile derslerime ara vermeyeceğim, çalışacağım demiştir. “En zor anımda çalışabilirsem, her zaman çalışabilirim” diye düşünmüştür. Kendisini, kendisine ispatlamıştır. Bugün, en kritik anlarda, soğukkanlı kalabilmesinin temelinde, bu sarsılmaz disiplin vardır.
*
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Profesör olur. Diplomasını aldığı hukuk fakültesine dekan olur. Ankara Barosu Başkanı seçilir. Türkiye Barolar Birliği Başkanı seçilir.
*
Evet, Metin Feyzioğlu o.
*
Büyük adam olmaya özenen zihniyet cücelerinin ülkesinde... Adam gibi adam kalmayı başaran adam.
Yılmaz Özdil - Hürriyet
Yılmaz Özdil - Hürriyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları