loading
close
SON DAKİKALAR

Gazi öyle mi?

Yılmaz Özdil
Tarih: 22.03.2017

Yılmaz Özdil: Pkk'yla masaya oturulduğu için, açılım ayaklarıyla teröristlere hoşgörüyle bakıldığı için, 2002'de neredeyse sıfıra inmiş olan şehit sayısında patlama yaşandı...

Sene 1999.
Haziran ayıydı ama, kış gibiydi, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, deniz otobüsü saat tam 07.40'ta Mudanya'dan hareket etti, 108 yolcusu vardı, 26 müdahil, 38 izleyici, 12 şehit yakını, 12 yabancı izleyici, 12 gazeteci, 8 yabancı gazeteci… Kimse konuşmuyor, herkes dalgın dalgın denize bakıyor, dışardaki kapkara havayı seyrediyordu. Duruşmaların üçüncü günüydü, İmralı'ya gidiyorlardı.
*
Yanaştılar iskeleye, indiler, sessizce yürüdüler, 132 kişilik salona girdiler. Apo getirildi. Cam kafese oturtuldu. İşte oradaydı… Türkiye tarihinin en kanlı terör örgütünün elebaşı, süklüm püklüm karşılarındaydı. 12 müdahil avukat, 12 savunma avukatı yerini aldı.
*
En önce… Astsubay eşi gözlerinin önünde şehit edilen, hemşire Yıldız Namdar'a söz verildi. “Sadece hayat arkadaşımı değil, hayallerimi kaybettim” dedi. Avukatlar ağlıyordu. Mahkeme başkanı Turgut Okyay kürsünün altına eğildi, mendiliyle gözlerini sildi. Diğer müdahil şehit yakınları konuştu, sıra Mehmet Gencer'e geldi.
*
Şehit babasıydı.
“Oğlumu kaybettim” dedi.
“Serhatımı…”
Apo'nun suratına bakarak sordu:
“Benim ağabeyimin eşi, yengem Kürt kökenli, kız alıp vermişiz, iç içe geçmişiz, etle tırnak olmuşuz, ayrımız gayrımız olmamış, bu milletin Türk-Kürt ayrımı yoktur, bunu bize niye yaptınız?”
*
21 yaşındaydı Serhat.
Deniz piyade astsubayıydı.
Foça'daki amfibi taburundaydı.
Çatışmalar şiddetlendiği için takviye birlik olarak Şırnak'a Cudi dağına gönderilmişlerdi. Türkiye Kömür İşletmeleri'ne ait linyit sahalarını koruyan Maden Karakolu'nda görevliydi. 8 Ocak 1994 gecesi Miraç Kandili'ydi. Roket sağanağı başladı. Trok trok trok, kalleş kaleş saydırıyordu. İki saat aralıksız vurdular karakolu… Dokuz şehit verdik. Serhat'la birlikte Mustafa, Kemal, Uğur, Ahmet, Sadık, Ramazan, Ali, Abdullah hayatını kaybetti. Kırıkkale, Afyon, Sakarya, Isparta, Antalya, Muğla, Ankara ve İstanbul'a ateş düştü.
*
Serhat'ın babası, Apo'nun suratına bakarak işte bunu sormuştu İmralı'da… Bunu bize niye yaptınız?
*
Yargılama bir ay sürdü. Karar günü yine salondaydı. O tarihi an'a bizzat tanıklık etti. Elbette evladı geri gelmeyecekti ama, hiç olmazsa adaletin yerini bulduğunu düşünüyordu. Hem kendisinin, hem başkalarının acısını paylaşarak hafifletmek için, dayanışma için aktif çaba harcadı, Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı oldu.
*
Gel zaman git zaman…
Sayın hükümetimiz Pkk'yla masaya oturdu.
Mücadele bırakıldı, İmralı'yla Kandil'le müzakere başladı.
*
Rezalet ayyuka çıkmıştı ama, hâlâ inkar ediliyordu.
“Masaya oturduğumuzu iddia edenler şerefsizdir” filan deniyordu.
Bir taraftan Pkk'yla pazarlık ediliyor, öbür taraftan vatan-bayrak edebiyatıyla milliyetçi seçmen kafalanıyordu.
*
Tam o günlerde…
Asrın liderimiz TBMM'de kürsüye çıktı.
Ağlamaklı ses tonuyla, şehit astsubay Serhat'ın mektubunu okudu.
*
“Bakınız, size şu olayı aktarmak istiyorum, çok enteresan… Serhat Gencer, astsubay çavuş, Şırnak'ta görev yapıyor. Bir akşam arkadaşına mektup uzatıyor, ben diyor, dedemi çok severdim, bugün rüyamda gördüm, beni yanına çağırıyor, eğer ben şehit olursam bu mektubu aileme gönder diyor. Aynı gece bir askerine de şunu söylüyor, bugün Miraç Kandili, sen sivilken imamdın, hadi beraber namaz kılıp Yasin okuyalım diyor. Serhat o gece şehit düşüyor.”
*
Cümlenin tam bu noktasında, canlı yayın yapan kameralar milletvekillerine dönüyor, en başta Bülent Arınç, Akp milletvekillerinin hepsi hıçkıra hıçkıra ağlıyor, Akp grup salonunun balkonunu dolduran goygoycu kalabalık “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye tezahürat yapıyor, asrın liderimiz balkona el sallıyor, kederli ses tonuyla mektubu okumaya devam ediyordu.
*
“Bu mektup, ancak ben öldükten sonra elinize geçecektir, beni unutmayın, hep kalbinizin köşesinde saklayın. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz, sakın üzülmeyin. Size söylemek istediğim bir şey var, Burcu'yu çok seviyorum, bu sevgimi de mezara götürüyorum. Ben burada öldümse, Allah yolunda, vatan, namus, millet yolunda öldüm. Gülün, asla ağlamayın, eğer ağlarsanız ben yattığım yerde rahat edemem, dedeme de hepinizin selamını söylerim, sizleri çok seviyorum, sizleri çok özledim, diyecek başka bir şey bulamıyorum, oğlunuz Serhat.”
*
Alkış tufanı koptu…
Gözler ağlamaktan şişmişti.
Asrın liderimiz lafı evirdi çevirdi, Chp'yle Mhp'ye getirdi, o zamanlar devlet bahçeli henüz evetçi olmamıştı, Chp'yle Mhp birlikte yuhalandı. “Serhat'ın mektubu” ertesi gün yandaş medyada komple manşetti, yandaş televizyonlarda defalarca, saatlerce gösterildi.
*
Bilahare…
Gizlisi saklısı kalmadı.
Apo'yla açık açık görüşülmeye başlandı.
Hatta, neden görüşülüyor diye itiraz edenler linç edildi.
“Analar ağlasın mı istiyorsun, ırkçı, faşist, vampir, iki cihanda lekeli” damgası vuruldu.
Yetmedi… Asrın liderimiz, Barzani'yle birlikte Diyarbakır'da miting yaptı, ilk kez “Kürdistan” dedi. Şivan Perver'e düet yaptırdı, şampiyon olmuş boksör gibi elini havaya kaldırarak, ahaliyi selamlattı, beşir atalaygillerin oturduğu protokol gözyaşlarına boğuldu.
*
Türkiye gözlerine kulaklarına inanamıyordu. Şehit Serhat'ın babası Mehmet Gencer dayanamadı, Pkk'nın hamisi Barzani'yle kolkola girilmesini eleştirerek, “Türk milletini ayaklar altına alıyorlar” dedi. Sonra da eşiyle birlikte, yani şehit annesiyle birlikte Kırıkkale PTT'sine giderek, asrın liderimizin adresine bir kilo kına postaladı.
*
Şehit babası hacıydı, gönderdiği kınayı da Mekke'den getirmişti. “Bu kınayı bayram hediyesi olarak gönderiyorum, buyursun yaksın” dedi.
*
Vay sen misin kına gönderen… Şehit Serhat'ın babası hakkında, asrın liderimize hakaret ettiği iddiasıyla çifte dava açıldı. Pkk bayrağı taşımak serbest bırakılırken, şehit babasına hapis cezası isteniyordu.
*
Şehit Serhat'ın “sanık” babası, adliye kapısında konuştu, seneler evvel İmralı'da Apo'nun suratına sorduğu soruyu, bu defa gazetecilere sordu… “1994'te şehit düşen Serhat'ın babasıyım, 2008'de Bingöl'de şehit düşen üsteğmen Serkan Gencer'in amcasıyım, hem oğlunu hem yeğenini şehit vermiş biri olarak, Şivan Perver'le kucaklaşan başbakanı tenkit ettim, hepsi buydu. Bunu bize niye yapıyorlar?”
*
Şehit babası dört sene yargılandı, mahkeme mahkeme süründürüldü. Netice… “Kına” davasından beraat etti ama, “hakaret” davasından bir sene iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Şehitlerin hakkını savunduğu için hapse mahkum edilen ilk şehit babası oldu. Lütfedip cezaevine atmadılar, yedi bin lira para cezasına çevirdiler, beş sene ertelediler. Beş sene boyunca çenesini kapatacak, gıkını çıkarırsa içeri tıkılacaktı!
*
Beş sene henüz dolmadı ama, şehit babasının eleştirilerinde ne kadar haklı olduğu ortaya çıktı. Pkk'yla masaya oturulduğu için, açılım ayaklarıyla teröristlere hoşgörüyle bakıldığı için, 2002'de neredeyse sıfıra inmiş olan şehit sayısında patlama yaşandı, Sur'da Cizre'de içsavaş manzaraları oluştu, sırf hendek operasyonlarında 249 şehit verdik, Türkiye Cumhuriyeti'nin 25 şehrini Kürdistan haritasında gösteren Barzani, Ankara'nın göbeğine Kürdistan bayrağı dikti.
*
Ve hal böyleyken…
*
Asrın liderimize “gazi” unvanı verilmesi için TBMM'ye başvuruldu.
*
Hissetmişti Serhat.
Şöyle bitiriyordu mektubunu…
“Diyecek bir şey bulamıyorum!”

Yılmaz Özdil - Sözcü

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları