Tarih:
21.06.2014
İşte o an
Yılmaz Özdil; Tarihimizde ilk kez, beş muvazzaf subay, hapishaneden üniformalarıyla çıktı.
Tarihimizde ilk kez, beş muvazzaf subay, hapishaneden üniformalarıyla çıktı.*
Maltepe’deki değerli arkadaşlarım, hava kurmay albay İsmet Çınkı, deniz kurmay albaylar Yavuz Uras, Ender Kahya, Cem Okyay, Erdinç Altıner.
*
Çünkü... Bizim mütareke basını, kumpas davası boyunca karartma yapmıştı. Millet empati kurmasın diye, adi suçlular gibi, oradan oraya adliye minibüsleriyle götürülen, tişörtlü, montlu, sıradan tipler gibi gösterdiler. Sanki kendilerini saklıyorlarmış gibi gizemli havalar yaratıp, minibüs pencelerinden suratlarına flaşlar patlattılar. Arkadaşlarım işte bu nedenle üniformalarıyla çıktı içerden... Çakı gibi selam verdiler. Millet ilk kez çıplak gerçeği gördü. O adeta yankesici gibi hapse tıkılanlar, bu milletin şerefli subaylarıydı.
*
(Suç işledikleri için değil... General olmasınlar, amiral olmasınlar diye asrın iftirasına uğramışlardı. Meslek hayatları boyunca “birinci” olmalarıydı suçları... Kumpas’la tutuklananların ortak özelliği buydu. Kariyerlerinin zirvesindeki pırıl pırıl kurmayları, nizami rekabetle geçebilmeleri, komuta kademesindeki ilerleyişlerini durdurabilmeleri normal şartlarda asla mümkün değildi. Tek yol vardı. İçeri tıkmak, sonra silahlı kuvvetlerden atmak. Başka yolu yoktu.)
*
(Necdet bey dahil... Ergenekon-Balyoz-Casusluk kumpasları olmasaydı, kim, şu anki koltuğunda oturabilirdi?)
*
Arkadaşlarım sadece üniformalarıyla çıkmadı, bir de pankartla çıktı. Selam verirken açtıkları pankartta, üç kumpas şehidinin fotoğrafı vardı.
*
(Biri, Kaşif Kozinoğlu’ydu. Bordo bereli MİT’çi subay. Madalyaları evine sığmıyordu. Annem rahmetli olunca beni evlat edinen manevi annemin, Belgin annemin oğluydu. Zımba gibiydi. Vurulmuş, mermi öldürememişti. Silivri’de spor yaparken öldü dediler.
Diğeri, hava kurmay albay Tarık Akça’ydı. İstihbarat okulu birincisiydi, MİT’te görev yapmıştı, tutuksuz sanıktı, 18 sene hapis verdiler, ofisinde esrarengiz şekilde ölü bulundu, intihar etmiş dediler, ailesinin itirazına rağmen, soruşturmayı kapattılar.
Öbürü, deniz kurmay albay Murat Özenalp’ti. Birinci sıradan amiral olacağı kesindi, 30 Ağustos’a gün sayıyordu, 22 Ağustos’ta tutukladılar! Mamak’ta açık görüşte kızıyla oynarken, kahrından beyin kanaması geçirip, vefat etti. “Bombalayacaklar” denilen Fatih Camisi’nde 7’sinde ve 40’ında Kuran okutuldu. Murat’ın şehit oluşu, esir arkadaşlarının özgürlüklerine kavuşmasını hızlandırdı.)
*
Bu üç şehidin fotoğrafıyla birlikte selam vererek, “aziz Türk milleti” diye başlayan, tarihi bir konuşma yaptılar: “Sizlerin ve Atatürk’ün emaneti olan bu kutsal üniforma, tertemiz ve lekesizdir. Bunu herkes görsün diye, üniformamızla çıkıyoruz. Emanetinize hıyanet etmedik. Tutsak edildik ama, asla teslim olmadık. Türk subayı olduğumuzu, milletin ve Mustafa Kemal’in askeri olduğumuzu aklımızdan hiç çıkarmadık. Bu onurla çıkıyoruz. Mahpus gibi kurtulmuş değil, kılıç gibi keskin çıkıyoruz. İçeriye yalnız girdik, dışarıya milyonlarla çıkıyoruz.”
*
Ve, üniformalarıyla çıkan bu beş arkadaşım, aynı zamanda “Er Mektubu Görülmüştür” kitabının yazarlarıdır. Dünyanın en büyük ailesinin, tüm esir subaylarımıza destek için Maltepe’ye gönderdiği 1 milyon 300 binden fazla mektubu derlediler, kitap haline dönüştürdüler, en çok satanlar listesinde zirveye çıktılar, gelirini de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne bağışladılar. Kendileri hapisteyken, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük imza gününü düzenlediler. İlker Başbuğ, Uğur Dündar, Müjdat Gezen, Profesör Aysel Çelikel, Profesör Metin Feyzioğlu, Nasuh Mahruki, Sinan Meydan, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Levent Kırca, Ayşenur Arslan, Ruhat Mengi, Yazgülü Aldoğan, Atilla Sertel, Ümit Zileli, Soner Yalçın, Nedim Şener ve ritim sazda ben; imza günü yaptılar.
*
Bu vesileyle... Brezilya’dan Erzurum’a, Avustralya’dan Isparta’ya, Kanada’dan Sinop’a, Güney Afrika’dan Tekirdağ’a, 43 ülke, 81 şehrimizden mektup yollayan yurtseverlere bir kez daha teşekkür ederim. Elini taşın altına koyan, para kazanmayıp, bu kitabın topluma ulaşması için cebinden para harcayan Kırmızı Kedi Yayınevi’nin sahibi Haluk Hepkon’a bir kez daha teşekkür ederim.
*
Bu vesileyle... Cübbesini giyip, Anayasa Mahkemesi’nin önünde Adalet Nöbeti başlatan, tek başına yola çıkıp, milyonları harekete geçiren, anıt kadın, avukat Şule Nazlıoğlu Erol’a... Sesini çıkarmayıp deniz kuvvetleri komutanı olmak varken, esir subaylarına destek için istifa eden, değerli eşiyle birlikte aralıksız her gün adalet nöbeti tutan, bana göre günümüzün Çaka Bey’i, Atilla Kezek’e... 45 günlük nöbetin 45 günü orada duran, Ankara-Maltepe arasında mekik dokuyan, kahraman ağabeyim Hulusi Gülbahar’a... Hilmi efendi soğansız köfte tarifi verirken, adalet nöbetine katılan Işık Koşaner’e... “Adalet ve vicdan imecesi”ne bizzat gelerek destek veren, tiyatro abidemiz Ayten Gökçer’den Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Tansel Çölaşan’a, TGB’den Fenerbahçeliler Derneği’ne kadar uzanan geniş yelpazeye, nöbetteki gelişmeleri anbean duyurarak binlerce kilometre ötedeki yurtseverlere de yaşatan meslektaşım Müyesser Yıldız’a, ama bir saat ama bir gün, imkânı ölçüsünde omuz veren binlerce vatandaşa... Varlıklarıyla onur duyduğumuz avukatlara, barolara, elbette Anayasa Mahkemesi’ne, yurttaş olarak, yürekten teşekkür ederim.
*
18 ay önce gazeteci olarak girdiğim Maltepe askeri cezaevinden, kardeşlerimle birlikte çıktım. Bugünleri gördüğümüz için mutluyum. Ancak... Tarih böyle ihanet görmedi. Sorumlularının hesap vereceği günleri de göreceğimizden eminim.
Yılmaz Özdil - Hürriyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları