loading
close
SON DAKİKALAR

Kara Fatma

Yılmaz Özdil
Tarih: 09.09.2012

Yılmaz Özdil yazıyor; ''Çiçekler açıyordu, İzmir'in dağlarında. Boşaldılar aşağıya. Dörtnala''...

Yüzbaşı Şerafettin, Teğmen Ali Rıza ve Teğmen Hamdi, bismillah ilk iş, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, hükümet konağının alnı kabağına diktiler sancağı... Üsteğmen Selahattin Kordon’a dalarken, Teğmen Celil’le Asteğmen Besim, varmıştı bile Kadifekale’ye.

*

Ya Karşıyaka?
Kara Fatma!

*

Evet... Karşıyaka’ya giren süvarilerin başında, simsiyah atının üstünde, simsiyah elbiseleri, simsiyah çizmeleri, simsiyah tüfeğiyle, esmer güzeli bi kadın, bi anne, Kara Fatma vardı.

*

Ona bu sıfatı, Mustafa Kemal vermişti. Binbaşı eşini Sarıkamış’ta kaybetmiş, Sivas kongresine gitmiş, yolunu gözleyip, sarışın kurt’un önüne dikilmiş, yüzündeki peçeyi açmış, at bindiğini, silah attığını belirtip, bana iş ver demişti. Gazi de, yanık tenli, gözü kara kadına, görev pusulası yazıp, imzalamış, tarihi sıfatını takmıştı: Keşke bütün kadınlar senin gibi olsa Kara Fatma!
*
(İstisnaları tenzih ederim, kadın düşmanı ülkemin, kadın düşmanı tarihçileri bu mevzuyu sevmez, yazmaz... Aralarında kendi kızının da bulunduğu, neredeyse tamamı kadınlardan oluşan, 300 kişilik çetesi vardı. İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da çarpıştı, yaralandı, bi ara esir bile düştü, kaçtı, Ege dağlarında vuruştu. İzmir’e girdiğinde 34 yaşındaydı.)

*

(İstiklal madalyası aldı. Onbaşı olarak başladı, üsteğmen olarak emekliye ayrıldı. Maaşını Kızılay’a bağışladı. Dara düştü, kimseye haber vermedi, Galata’daki Rus manastırına sığındı. Tesadüfen fark edildi, madalyam bana yeter demesine rağmen, yeniden, zorla maaş bağlandı, 1955’te, Darülaceze’de vefat etti, Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedildi.)

*

(Biz İzmirliler için yüreğimizde hicrandır, İzmir’de vefat etmediği için kahroluruz... Çünkü, Kara Fatma’nın kabri, hoyrat bi yol inşaatı sırasında darmadağın edildi, kayboldu maalesef.)

*

(Offf, of...
Parantezi kapatalım.
Devam edelim.)

*

En başta Kara Fatma, İzmir’e giren kahramanlarımız çok şaşırmış, gözlerine inanamamışlardı. Bütün şehir ay-yıldızlı bayraklarla donatılmış, âdeta “gelincik tarlası”na dönmüştü. Ne var bunda şaşılacak derseniz... İşgal edilir edilmez, evler didik didik aranmış, bütün bayraklara süngü’yle el konulmuş, ibreti alem için sokaklarda yakılmıştı. E şimdi bu kadar bayrak nerden çıkmıştı?

*

Vaziyet kısa süre sonra anlaşıldı. Yokluk, sefalet içinde yaşayan İzmirli kadınlar, bütün eşyalarını yok pahasına satmış, kırmızı perdelerini, kırmızı masa örtülerini saklamış, asla satmamış, yarıdan keserek, beyaz perdeler, beyaz masa örtüleriyle değiş tokuş etmiş, sabırla o gece’yi beklemişti...
O gece, 8 Eylül 1922’ydi.
Çıkardılar sandıklardan...
Kırmızı’nın üstüne beyaz ay-yıldız’ı diktiler. Denizi kız, kızı deniz kokan İzmir’in, kadınlarının bayrağıydı onlar.

*

(Kutsal emanet’tir... Bir tanesi, değerli gazeteci-yazar ağabeyim Yaşar Aksoy’da mesela... Namazgâhlı Sırrıye teyze’nin 8 Eylül gecesi dikip, 9 Eylül sabahı penceresine astığı bayrak.)
*
Ve, neymiş efendim, genelge filan varmış, bayrak töreni yapılmayacakmış falan.


Bak arkadaş...
Necdet bey’e kilim hediye etmeye, lokum ikram etmeye benzemez bu iş.... Görürsün bugün Kara Fatma’nın İzmir’ini, ak mı kara mı!


Hürriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları