Tarih:
09.07.2014
Kendi hikâyenizi yazın
Yılmaz Özdil; Dünyaya cahil cühelayla, palavralarla yön veremezsiniz. Dünyayı anca eğitimli, bilgili, çalışkan, dürüst insan olursanız yönetebilirsiniz.
Perihan Abla dizisinin çekildiği muhitte, Kuzguncuk’ta doğdu.10 yaşındayken, Kartalspor’da futbola başladı, Forvet oynuyordu. Minikler liginde İstanbul şampiyonu oldu, Fenerbahçe’yi yendiler, golü o attı. Düştü bi gün, kolu kırıldı, iyileşip döndüğünde, antrenörü defansa koydu, morali bozuldu, çıkardı futbolcu formasını, babası gibi hakem gömleği giydi. 17 yaşındaydı.
*
Reşit bile değildi. Gençleştirme projesi kapsamında, ailesinin izniyle, ilklerden biriydi. Asistan hocası, babasıydı. Birinci hocası ise, doktor-hakem-yorumcu Ahmet Çakar’ın, doktor-hakem babası Mustafa Çakar’dı. Kocaeli Üniversitesi’ni kazandı, işletme diploması aldı.
*
Annesi, Vildan Hanım... “Evdeki yan hakem” desek, yanlış olmaz. 90’lı yıllarda, Kuşadası’ndaki seminerde,
hakem eşlerine verilen kursakatıldı. Her hafta maç, sürekli kamp, devamlı futbol muhabbeti, nasıl katlanılır? Fedakârlığın psikolojisi... Bunların eğitimini aldı. Senelerce eşinin ve oğlunun bavulunu hazırladı. En sıkkın anında bile, güler yüzle uğurladı, güler yüzle karşıladı. Hayatı mecburen futbol olduğu için, FIFA kokartlılar kadar oyun kurallarına hâkim.
*
Eşi, Gamze... Bandırmalı. 9 senedir evliler. Çocukluk aşkı. Yazlıkta tanıştılar, 16 yaşından beri, el ele büyüdüler. Maç biter bitmez telefonla aradığı ilk kişi... Eve dönünce oturup, yönettiği maçı seyrediyorlar. Asla, eşinin düdük çaldığı maça gitmiyor. Çünkü, küfür... Maalesef, bu memlekette hakemlerin “insan” olduğu unutulduğu gibi, hakem eşlerinin de “insan” olduğu hatırlanmıyor. Halbuki, bugün ulaştığı zirveyi Gamze’ye borçluyuz. Kamp, deplasman, yurtdışı derken, yılın 156 gününü evinden dışarda geçiriyor; eşinin üstlendiği fedakârlığı hesap edin... Ne bayramları var, ne tatilleri, sadece özveri var. Henüz çocukları yok.
*
Kız kardeşi, Fatma... Galatasaray Üniversitesi mezunu, Yeditepe Üniversitesi’nde reklam üzerine yüksek lisans yaptı. Maçlardan önce ve sonra, mutlaka, kız kardeşinin fikrini soruyor. Özellikle, hakem-futbolcu diyalogları hakkındaki gözlemlerine çok önem veriyor.
*
Sigorta acentesi var. İki sene öncesine kadar ortağıyla götürüyordu, ayrıldı, eşiyle birlikte kendi acentesini kurdu. “Kendi” diyorum ama, kendisinin işle bi alakası yok aslında... Maç, kamp, idman, seyahat, seminer, vakti yok. Gamze’nin üstüne yıkmış vaziyette... Üstelik, ailesinin ekmeğiyle oynuyor, acentesinin para kazanmasını engelliyor! Herhangi bir kulüple alakası olan müşteriyi, kesinlikle kabul etmiyor. Prensip... Kusura bakmayın, başka acenteye gidin diyor. Adam gibi adam olunca, işte böyle oluyor.
*
Evinde ve işyerinde kayıt cihazı var, Avrupa’daki tüm maçları kaydediyor, her gün en az iki maç seyrediyor, kararları örnekliyor, ekibine seyrettiriyor. Çocukluk tutkusu bu... Tek kanallı TRT döneminde, babasının yönettiği maçları videoyla, beta kasede kaydederdi. O zamanlar cep telefonu yok, babası soyunma odasına iner inmez, stadı arar, kararları doğru verip vermediği konusunda yorum yapardı. Hatta, babasının arkadaşı öbür hakemler, bu özelliğini bildikleri için, mutlaka kaydetmiştir diye düşünerek, maç biter bitmez, onu arayıp, pozisyonları sorarlardı. 80’lerden günümüze kadar, tüm spor programlarının arşivi var evinde.
*
Ortaokul ve lisedeyken, İngilizce derslerine beden eğitimi öğretmenleri girmişti! Buna rağmen, iyi derecede İngilizce biliyor. Çabaladı... Kurslara gitti, İngiltere’ye dil eğitimine gitti, eksiğini halletti.
*
Fit... Boğazına dikkat ediyor. Olimpiyata katılacak atlet gibi çalışıyor. Her gün iki saat idman yapıyor. İstisnalar hariç, en geç 23’te yatıyor.
*
Gece hayatı yok.
Alkol yok, sigara zaten yok.
*
Sinema seviyor, tiyatroya gidiyor, sadece eşi ve yakın arkadaşlarıyla geziyor, özel hayatını özel yaşıyor. Başkası olsa, havasından geçilmezken, saygın, mütevazı, düzgün ve bence en önemlisi “normal” kalmayı başaran biri o.
*
Rock müzik dinliyor. Favorileri, Amerikalı heavy metal grubu Manowar’la, İrlandalı alternatif rock grubu The Cranberries... Soyunma odasında hazırlanırken bile, kulaklığında tınlıyor.
*
Tolga Çevik’e benzetiliyor. Yolda denk geldiğinde, Tolga Çevik zannedip, fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor. Tolga onu izliyor mu bilmiyorum ama, o Tolga’yı kahkahalarla, severek izliyor.
*
Her akşam bir-iki saatini kitap okumaya ayırıyor. Yaşar Kemal ve Hikmet Temel Akarsu’yu beğeniyor. Ancak, kelimenin tam manasıyla, Stephen King hayranı.
*
Cüneyt Çakır.
*
En başta, babası Serdar Çakır, tüm Türkiye’yi onurlandıran hakem.
*
Aynı zamanda, doktor.
Fahri doktor.
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanı verildi. Malum, genelde yalakalık olsun diye, siyasetçilere fahri doktora verilir. Oysa bu üniversitede, hiç de alışık olmadığımız şekilde, bir hakeme bu unvan verilmişti. Peki neden? Törende konuşan Rektör Profesör Mustafa Saatçı, herkese nasip olmayanı, şu sözlerle izah etti: “İşin erbabı olan, ülkemizin adını uluslararası platforma taşıyan, kendi hikâyesini yazan Cüneyt Çakır’ın, başarısını paylaşmanın, desteklemenin, sahiplenmenin bir görev olduğu bilincindeyiz.”
*
Ve, siz değerli gençler...
Kendi hikâyenizi yazın.
*
Dünyaya cahil cühelayla, palavralarla yön veremezsiniz. İşte bu akşam bütün dünya izleyecek... Dünyayı anca eğitimli, bilgili, çalışkan, dürüst insan olursanız yönetebilirsiniz.
*
Rol modeliniz “düdük”ler olmasın, Cüneyt Çakırlar olsun.
Yılmaz Özdil - Hürriyet
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları