loading
close
SON DAKİKALAR

Vatan hainiyim

Yılmaz Özdil
Tarih: 15.11.2012

Yılmaz Özdil yazdı, ''Zekâ ancak karşılıklı ilişki kurarak, karşındakini dinleyerek mümkündü. Müzik, türü her ne olursa olsun, ruhun gıdasıydı...''

Fazıl Say’a göre...

Vatan hainiyim.
Neyse ki, hafifletici sebebim var.
Hatasız kul olmaz!

*

Aslına bakarsanız, köyden kente göç seneleri filan değil, 1993’tür bu meselenin kökeni... ABD müzik piyasasının, ürün pazarını büyütmek isteyen devleri, mamayı bastırdı, Kaliforniya Üniversitesi’nin mamayı kapan uyanık akademisyenleri, sipariş bi araştırma patlattı. Bilim dergisi Nature’da bile yayınlanan bu araştırmaya göre, Mozart etkisi diye bi şey vardı, Mozart dinlemek zekâ açıyordu, Mozart dinleyenler, Mozart dinlemeyenlere oranla, zekâ testlerinde daha başarılı oluyorlardı.

*

Netice?
O güne kadar tek tük giden Mozart siidi’leri kapış kapış satılmaya başlandı. Pazar genişlemişti. Ahali, yeni doğan bebeklere Mozart dinletiyordu, ki, büyüyünce Einstein olsun... Hadi bakalım, bi başka araştırma patlatıldı, seralarda, bitkilere Beethoven, Bach, Vivaldi dinletilince, neredeyse iki misli büyüdükleri, renklerinin daha canlı olduğu öne sürüldü. Bebek, çiçek derken, hastalara girildi... Klasik müziğin, Alzheimer ve prostat tedavisinde faydalı olduğu, abartmıyorum, sivilce’ye bile iyi geldiği öne sürüldü. İnek’lere tavuk’lara dinletip, daha fazla süt, yumurta alındığı, manşet haber yapılıyordu.

*

Gel zaman git zaman... “Abi, bu Mozart denilen arkadaş doğma büyüme Avusturyalı ama, şu Bill Gates’le Steve Jobs niye Amerikalı?” diye merak eden Viyana Üniversitesi... Mozart etkisi’ni tekrar araştırdı. Hem de uyanık Kaliforniya Üniversitesi gibi, sadece 36 öğrenciyle dümenden test yaparak değil, 40 farklı ülkenin psikoloji fakülteleriyle birlikte araştırdı. Vardığı sonuç, Mozart etkisi palavra’ydı!

*

Mozart’ın, klasik müziğin, zekâ’ya katkısına dair en ufak bi kanıt yoktu. Zekâ gelişimi denilen kavram, ancak, dil’le, konuşarak, karşılıklı ilişki kurarak, karşındakini dinleyerek, çocukken oyun oynayarak, eğitilerek, kitap karıştırarak mümkündü. Müzik, türü her ne olursa olsun, ruhun gıdasıydı, hepsi buydu... Bilimsel olarak etkisi kanıtlanan tek gerçek veri vardı: Herhangi bi müzik türünün insana zarar vermediği kesindi!

*

Ve, doğrusunu isterseniz, Viyana
Üniversitesi’nin bu kadar yorulmasına
hiç gerek yoktu. Onlar psikolojik pazarlama’nın maskesini düşürmek için
40 farklı ülkede dolaşırken... Amerikalı bir
gazeteci, The Washington Post yazarı Gene
Weingarten, Viyana Üniversitesi’nden üç
sene önce, 2007’de, sıradan bi metro istasyonunda, sosyolojik pazarlama’nın maskesini çoktan düşürmüştü.

*

Beyzbol şapkalı bi kemancı’yı, kolundan tutup, metro istasyonuna götürdü, geçti şöyle bi kenara, olan biteni seyretti, not aldı. Kemancı, Bach’tan parçalar çalıyordu. Önünden 1097 kişi geçti, sadece yedi kişi durakladı, duraklayanlar da birer ikişer dakika dinleyip, gitti. 45 dakikalık konserin sonunda, bahşiş için açtığı mendili topladı, üç-beş cent’lerle, 32 dolar birikmişti. Tuttu gene kolundan kemancı’yı, taksiye bindirdi, Washington’ın en ünlü konser salonuna götürdü. Biletlerin en ucuzu 100 dolardı, tıklım tıklımdı. Çünkü, o kemancı... Grammy ödüllü Joshua Bell’di. Kemanı da, 300 senelik, 3.5 milyon dolar değerinde, Stradivarius’tu. İmaj böyle bi şeydi. Ne olduğu değil, nasıl sunulduğuydu.

*

Onlar erdi muradına.
Gazeteci çıktı kerevetine.
Klasik müzik dinleyerek ne kadar zeki olduğunu düşünen topluma... Sana neyi, ne kadar, nerede ve nasıl verirlerse, anca o kadar zekisin diyerek, Pulitzer Ödülü aldı.

*

Ha mesele zekâ değil, kaliteyse...

*

Bir kol öne.
Parmaklar ileriye.
Bir bacak geriye.
E haliyle... Birinin çıkıp “bale”nin temel duruş pozisyonuna neden “arabesk” dendiğini izah etmesi lazım bana.
Yoksa, batsın bu dünya!

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları