Yeşil Sol Parti Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar; Diyanet’in ırkçılık, ayrımcılık, yolsuzluk ve rüşvet vakalarıyla ilgili tek bir laf ettiğini duymadık!
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, "Halkın bir gün bile tahammülünün kalmadığı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız." dedi.
Yeşil Sol Parti Meclis Grup Toplantısı'nda konuşan Uçar, Akbelen'de yaşanan gelişmelere değinerek, "Meclis, bugün Akbelen için olağanüstü toplandı. Bu toplantının bir sonuca ulaşması gerekir. Gerekirse Meclis bir bütün Akbelen'de de Cudi'de de toplanmayı göze alabilmeli. Eğer bugün Akbelen, Cudi, Dikmece ile ilgili bir sonuç çıkmayacaksa bu Meclis toplanmasın." diye konuştu.
Uçar, Kobani bahanesiyle 6-8 Ekim 2014'te düzenlenen eylemlere ilişkin davanın ise "kumpas davası" olduğunu söyledi.
Türkiye'nin önemli gündemlerinden birisinin de hayat pahalılığı ve enflasyon olduğunu dile getiren Uçar, "Bugün yaşadığımız kriz AKP'nin ekonomik politikalarda yürüttüğü tercihtir. Savaşa, ranta dayalı ekonomik politikaların ne yazık ki yükümlülüğünü emekçiler, emekliler ve bizler çekmek durumundayız. Halkın bir gün bile tahammülünün kalmadığı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız." dedi.
Akbelen direnişçileri ile Hatay Dikmece direnişçilerinin katıldığı grup toplantısında konuşan Uçar şunları söyledi:
Akbelen’den ve Dikmeceden gelen direnişçi arkadaşlarımız bugünkü varlığınız bize güç kattı. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Hun bi xêr hatin ser seran serçaevan hatin. Sima xêra mê. Ehlen ve sehlen.
Gültan Kışanak’a başsağlığı mesajı
Bir üzücü haber aldık. Gültan Kışanak’ın ablası Zeynep Özer bugün hayatını kaybetti, devri daim olsun. Gültan Kışanak ve hepimizin başı sağ olsun. Bugün yine şarkılarıyla büyüdüğümüz Aram Tigran’ın da ölümünün 14’ üncü yıl dönümü. Barışa ve kardeşliğe seslenen parçalarıyla bu coğrafyaya çok güçlü bir miras bıraktı. Sürgünde doğdu, sürgünde yaşamını yitirdi. Memleketi olan Amed’e defnedilmesine izin verilmedi. Ruhu şad olsun. Vefatının 14’üncü yılında kendisini saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün yine çok bilinmeyen bir katliamı da anmak istiyorum. Dersim Katliamının devamında 8 Ağustos 1938’de Erzincan’ın Kılıçkaya ve yakın köylerinde tarlalarından ve evlerinden toplanan yaşları 17 ile 80 arasında değişen 85 canımız kurşuna dizildi. Birçok katliamda olduğu gibi bununla ilgili olarak da devletin ve iktidarın yüzleşmesi gerçekleşmedi. Bu katliamın hesabını sormaya ve yüzleşme gerçekleşinceye kadar takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Zeytinlikler yandaş şirketlere peşkeş çekiliyor
Bugün Meclis olağanüstü gündemle toplanıyor. Türkiye’de olağanüstü gündemi belirleyen devlet ve iktidarlar oluyordu genelde ama bugün bu olağanüstü gündemi belirleyen artık halklar, artık halkların yaşadığı zulmün kendisi. Hem Dikmece’de hem Akbelen’de hem de Cûdi’de ve ismini sayamadığımız alanlarımızın birçoğunda yaşanan doğa katliamına karşı ciddi bir direniş var ve bu doğa katliamlarına karşı Meclis bugün olağanüstü toplanmış oldu. Acil kamulaştırma kapsamında Dikmece, Karaali başta olmak üzere birçok yer kamulaştırılıyor ve orada yaşayan halklar uzun süredir direniyor. Bu direnişi selamlıyoruz. Zeytinlikleri Koruma Yasası çiğneniyor. Deprem konutları gerekçe gösterilerek adrese teslim bir kanun çıkarıldı. Tabii ki deprem konutları bir an önce yapılmalı ve ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmelidir. Ancak bu yapılırken halk ile iletişim kurulmak zorundadır. Çünkü yandaş şirketlere zeytinliklerin peşkeş çekildiği bir durumla karşı karşıyayız. Halkın geçim kaynağı olan zeytinliklerin kesilmesine izin vermedik, vermeyeceğiz, vermemeliyiz. Şu an halk mağdur. Zeytinliklere sadece ekonomik nedenlerle de bakmıyoruz. Zeytin Hatay’ın çok önemli bir kültürel varlığı. Sadece Dikmece halkı değil hep birlikte direnmeye devam edeceğiz ve bunun sözünü yineliyoruz.
Budama adı altında ağaç katliamı yapılmaya devam ediyor
Yine diğer direniş alanlarından biri de Akbelen Ormanı. Akbelen’deki doğa tahribatı ne kadar uzun vadeli ise oradaki direnişe destek veren halklarımızın direnişi de çok önemlidir. Bir kömür ocağı yapılmaya çalışılıyor Limak Şirketine bağlı. Yeniköy, Kemerköy Elektrik Şirketine bağlı bir kömür ocağı açılmaya çalışılıyor. 2019 yılından beri direnen köylülere desteğe gidenlere hakaret edildi, saldırıldı. 2019 yılında orada mücadele yürütenler projenin durdurulması için yargıya başvurmuştu. İlk ağaç kesimi de aslında 2021 yılında yapıldı. Bu tarih kesimin sonu olmasına rağmen yandaş şirketler budama adı altında orman katliamı yapmaya devam ediyor. 24 Temmuz 2023’te ise devlet bir bütün olarak güvenlik güçleriyle, TOMA’sı ve jandarmasıyla alana girerek hem kömür ocağının açılışını hızlandırmak hem de ormanı talan etmek için alana girdi. Ormanın dörtte birlik kısmı kesilmiş durumdadır. Devlet direnişçilerin alana girmesini engellemeye çalışıyor. Hem Eş Sözcümüz İbrahim Akın hem de milletvekilimiz Perihan Koca, bu direnişe ortak olmak için Akbelen’e gitmişlerdi. Güvenlik güçlerinin su ve gazlı saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yine milletvekilimiz Burcugül Çubuk da hem şiddete maruz kaldı hem de gözaltına alınmaya çalışıldı.
Direnenler değil AKP ve MHP’nin kendisidir marjinal
Öncelikle bir hususun altını çizelim. Meclis bugün Akbelen için toplandı, bu toplantının bir sonuca ulaşması gerekir. Gerekirse Meclis bir bütün olarak Akbelen’de de Cûdi’de de toplanmayı göze almalıdır. Eğer bugün Akbelen, Cudi ve Dikmece ile ilgili bir sonuç çıkmayacaksa da Meclis toplanmasın. Kazdağları’nda Cengiz Holding, Cûdi’de devletin kendisi Akbelen’de ise yandaş şirketlerin eliyle kıyım yapılıyor. Ülkenin pek çok yerinde kıyım yapılıyor. Ülkenin pek çok yerinde yapılan bir talan var. Bu talanın sahibi bugün mücadeleyi marjinal kesimlerin mücadelesi olarak tanımlayan Cumhurbaşkanının kendisidir. Biz hepimiz buradayız; Akbelen’de, Cûdi’de, Dikmece’de direniş belli. Zaten Meclis olağanüstü toplanıyor. Bu durumda direnenler değil AKP-MHP iktidarının kendisi marjinaldir.
Zamanın gerisinde kalan siyasetçiler “Mesele ağaç değil” diyor
Bir yandan Muğla’da yangınlar devam ederken bunu fırsat bilen devlet kolluk güçleri sabahın 5:30’unda daha kuşlar uykudayken ormana girip ağaç kesimi yaptılar. Depremi hepimiz hatırlıyoruz. Depremin 6’ıncı ayındayız. Hiçbir felakete bu kadar hazırlıklı gitmeyen devlet, hem Akleben’e hem de Dikmece’ye çok hızlı bir şekilde gitti. Sırf buradan baktığımızda suçlunun kim olduğu gün gibi ortada. Bütün dünya bunu biliyor. Örneğine az rastlanır bir insanlık sınavıdır Cûdi ve Akbelen’de yaşananlar. Ülkenin zararına her şeyi yapmayı göze alan bir iktidar ve zamanın gerisinde kalan siyasetçilerle karşı karşıyayız. Akbelen’deki direniş için, “Orada mesele ağaç değil” diye buyuruyor zamanın gerisinde kalan siyasetçiler. Orada dayak yiyen köylüden, ağaca sarılan 88 yaşındaki Zehra anneden de ağaçlar kesileceğine ayağım bacağım kesilsin diyen anneden de utanmıyorlar. Direnen köylülerden utanmıyorlar. Tam tersine orada mesele ağaç ve Türkiye’nin geleceğidir. Bu geleceği savunan herkesle direnmeye devam edeceğiz.
Devletin tüm kurumları suçludur
Devlet bütün mekanizmalarıyla Akbelen’de süreci takip ediyor. Valinin açıklamasını duymuşsunuzdur. Direnenler jandarmayı engelliyormuş, bir provokasyon varmış. Orada bir provokasyon var doğru ama bu provokasyonu yapanlar gaz sıkanlar, ağaçları kesinlerdir, geleceğimizi elimizden alanlardır. Limak Holding ve IC Holding ortak iştiraki YK Enerji başta olmak üzere ağaç kıyımına ve doğa talanına destek veren iktidar ve bütün kurumları ve yandaşları bu işte suçludur. İkizköylülerin Akbelen’de devam eden ağaç kesiminin durdurulması başvurusunu reddeden mahkeme suçludur. Emniyet, Vali, İçişleri suçludur. Yani bir bütün devlet mekanizmalarını yöneten bu hükümet suçludur. Yeşil Sol Parti olarak Akbelen’de işlenen suça ortak olmayacağız. Akbelen’de ve diğer alanlarda direnen arkadaşlarımıza sözümüz olsun. Direnişin öncülüğünü kadınlar yapıyor. Akbelen’deki mücadelenin ortağıyız ve oradaki talana izin vermeyeceğiz. “Sadece 80 dönüm alan için değil, bir dönüm için bile olsa geri adım atmayacağız. Burada doğduk, burada öleceğiz her şeyi göze alıyoruz. Gerekirse oraya gidip yatacağız” diyen Akbelenlilerin yanındayız.
Coğrafyaya bakmaksızın direnişi ortaklaştırmaya çağırıyoruz
Akbelen’e müteakip Cûdi’de de yangınla karşı karşıya kaldık. Öyle aleni bir saldırı ki kolluk güçleri sosyal medyadan ve Tiktok’tan Cûdi ve Kürdistan coğrafyasının nasıl yakıldığını ve talan edildiğini topluma gösteriyor. Cûdi’de en son 26 Temmuz’da başlayan 29 Temmuz’a kadar devam eden ve halen yer yer yanıp sönen bir yangınla karşı karşıyayız. Yangını söndürmeye giden köylülerin, HDP ve Yeşil Sol Parti yöneticilerinin ve yangınla ilgili bilgi almak isteyen Mezopotamya Ekoloji Hareketinin güvenlik gerekçesi ile alana girişleri engellenmiş ve sonuç almalarına izin verilmemiştir. Sadece Cûdi değil; bu ülkede 100 yıldır devam eden bir siyasi yangın var. Cûdi’deki orman yakılmaları sistematik yüzyıllık devlet politikalarından ayrı ele alınamaz. Cûdi’de, Lice’de, Andok’ta, Hizan’da ve birçok yerde işlevsel durumda olan bir talan var. Topluma açılan, Kürtlere açılan bu savaş Kürdistan coğrafyasına açılan savaşla eş güdümlü olarak devam ediyor. Lice’yi Marmaris’ten, Gabar’ı İkizdere’den, Dersim’i Kazdağları’ndan, Cûdi’yi Akbelen’den ayırmadan mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. Herkesi de bu doğa kıyımı karşısında, coğrafyanın neresi olduğuna bakmaksızın direnişi ortaklaştırmaya çağırıyoruz. Akbelen’den çıkardığımız sesin Cûdi’den, Cûdi’den çıkardığımız sesin Akbelen’den duyulması gerekiyor. Çünkü bütün bu doğa talanı tek bir merkezden yönetiliyor. Dolayısıyla bu yıkım ve talan karşısında bütün mücadele alanlarının ortak ses çıkarması kaçınılmaz bir görevdir. Buradan baktığımızda bunu büyük oranda başardığımızı belirtebiliriz. Daha güçlenmesi için de elimizden geleni ardımıza koymayacağımızı belirtmek isteriz.
Kürdistan’da yangın çıkaran devletin kendisidir
Cûdi’yle ilgili bir özel savaş ve devlet politikası olduğunu ısrarla vurgulamak gerekiyor. Cûdi’de devlet mekanizmaları, devlet aygıtları aslında bir toplum mühendisliği ekseninde çalışma yürütüyor. Bu yangınları bir taraftan bölgede kurulan kalekollardan bağımsız ele alamayız, her dağa yapılan askeri tesislerden bağımsız ele alamayız. Neden böyle söylüyorum? Hem kalekolların etrafı hem de askeri tesislerin etrafı güvenlik gerekçesiyle ormanlar yakılarak, doğa tahrip edilerek güvenlikli bölge haline getiriliyor. Aynı zamanda sayısız HES, maden ocağı, kömür ocağıyla da Kürdistan’da çok daha derin bir talan yürütülüyor. Eskiden Cûdi’de sadece yakma vardı. Bugün baktığımızda yakmaya müteakip bir de ağaçları kesip satma var. Kürdistan’da orman yangınları artık muazzam bir rant alanı. Kim bundan kar ediyorsa, kim günde bin ikiyüz ton kesim yapıyorsa ağaçları yakan da o dur. Kim Şırnak’ta 22 bölgede madenler için ÇED gerekli değildir raporu çıkartıyorsa oradaki doğa talanını gerçekleştiren o dur. Kim açılmak istenen rant alanlarının başına asker ve korucu yerleştiriyorsa bundan fayda sağlayan elbette ki onlardır. Kim ekolojik tahribat için savaşı araçsallaştırıyorsa, bu ülkede yürütülen savaşın da kıyılan canların da müsebbibi de onlardır. Cûdi’de çok net bir tablo var. Cûdi’de ve Kürdistan coğrafyasında yangını çıkaran devletin kendisidir. Yangının sönmesini engelleyen devletin kendisidir. Asıl hedef ormansızlaştırmak, insansızlaştırmaktır. Buna Akbelen’deki mücadele kadar ses çıkaracağız ve geçit vermeyeceğiz.
Êzidilere ilk kurşun sıkan ve ilk bombayı atan güç Türkiye oldu
3 Ağustos, 74’üncü ferman olarak tanımladığımız Êzidi Soykırımının yıl dönümüydü. Ben yine bu vesileyle bu soykırımda yaşamını yitiren bütün Êzidileri saygı ve sevgiyle anmak istiyorum. İnançsal anlamda, kültürel anlamda, mücadele anlamında en kadim halklardan olan Ezidilere reva görülen hep katliamlar oldu. Ancak her bir Ezidi’nin ölümü, yaşadığımız toplumun kültürel ve inançsal değerlerinin kaybından bağımsız ele alınamaz. Her bir öldürülen, köleleştirilen Ezidi’nin yaşadığı eziyet aslında bizim geleceğimizden de çalıyor. Neden böyle söylüyorum? Bütün coğrafyalarda bütün kültürlerde bütün inançlar birbirinin üzerine inşa edilir, birbirinin inkarı üzerine değil. Ama bu coğrafyada yaşadığımız esas şeylerden biri de tekleştirme politikalarıyla birlikte kendisi gibi olmayanların inkarı. Ve inkarın en son aşaması da ferman. Ne yazık ki 73 ferman yaşayan Êzidiler yine dünyanın sessizliğinde 74’üncü fermanı da yaşamak zorunda kaldılar. 9 yıl önce Şengal’de binlerce Êzidi katliama maruz bırakıldı. Kadınlar ve çocuklar köleleştirildi ve satıldı. Derin internet mekanizması en çok Ankara’da işledi arkadaşlar. Kadınlar ve kız çocukları derin internet uygulamasıyla Türkiye’nin başkenti Ankara’da satıldı. Avrupa Parlamentosu bu vahim olaydan iki yıl sonra Êzidilerin yaşamış olduğu bu katliamı soykırım olarak tanıdı. Bugün itibariyle 15 ülke 3 Ağustos 2014 yılında yaşananları soykırım olarak tanımış durumdadır. Şengal ile ilgili yaşanan bu katliam ve saldırılar bitti mi? Ne yazık ki bitmedi. Halen devam ediyor. IŞİD çetelerinden sonra Şengal’e yani Êzidilere ilk kurşun sıkan ve ilk bombayı atan güç Türkiye oldu. BM İnsan Hakları Komisyonu ilk kez Türkiye’nin Êzidilere karşı Şengal’e dönük hava saldırısı yapmasını gündemine aldı ve bunu işletiyor. Türkiye’nin açıkça bir suç işlediğinin kanıtı bu. Türkiye uluslararası hukukun önünde ve Türkiye’yle birlikte bu katliama sessiz kalan ve destek veren herkes yargılanmalıdır.
Kazanan Êzidîler, kaybeden IŞİD ve zihniyeti oldu
Çetelerin güçleri kalmayınca da kendisinin bizzat devreye girdiği bir süreci hep birlikte deneyimledik. Şengal’i statüsüz bırakmak isteyenler, 74’üncü fermanı da sürdürmek istiyorlar. Dün olduğu gibi bugün de buna geçit vermeyeceğimizi ifade edelim. Êzidiler bu soykırımdan topraklarına geri dönerek ve yaşam iradelerini yeniden kurarak aslında devletlerin masa başında kurduğu savaş politikalarına karşı gerçek toplumsal bir barışın nasıl olacağını çoktan hepimize gösterdi. Kazanan Êzidiler, kaybeden IŞİD’liler ve IŞİD’i destekleyenler oldu. Bunun da böyle bilinmesi gerekiyor.
Türkiye’de siyasi olaylarda ve politik tartışmalarda elimizi nereye atsak IŞİD gerçekliği karşımıza çıkıyor. Êzidi Soykırımından sonra Kobani dosyasıyla ilgili de konuşmamız gereken çok önemli başlıklar var. Önceki toplantılarımızda da değinmiştik. Kobanî Davası, bir kumpas davasıdır. Kobanî olaylarının üzerinden 6 yıl sonra açılan bir kumpas davasından bahsediyoruz. Devletin bu davada tekrar bir acizliğine tanıklık ettik. Nereye el atsa elinde kalan bu iktidar yeni bir şeye sarıldı. Diyanet’e sarıldı. Diyanet, camilerin eylemlerde zarar görmesi gerekçesiyle esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını sundu. “Halk nezdinde devletimizin itibarının güçlendirilmesi gerekir” diyerek demokratik siyasette ısrar eden ve demokratik siyasetin en yegane yürütücüleri olan arkadaşlarımızın cezalandırılmasını talep etti. Diyanet İşleri Başkanlığı vermiş olduğu dilekçede kendisine çok ulvi değerler biçiyor. Arkadaşlarımızın yürüttüğü mücadeleyi de iftiralarla boğmaya çalışıyor. “Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesi toplum nezdinde devleti itibarsızlaştırmaya yöneliktir” diyor. Ama hangi cami kimler tarafından zarar görmüş, tek bir kelam edemiyor. Çünkü böyle bir somut delil yok. Biz bundan ne anlıyoruz? Devletin ve AKP’leşen yargının Kobanî Kumpas Davasında ilerlemek için yeni bir aparata ihtiyaç duyduğunu anlıyoruz. Bu aparat da bugün Türkiye’nin çoğulcu yapısı karşısında, çoğulcu gerçekliği karşısında toplumlar, halklar ve inançlar nezdinde hiçbir gerçekliği olmayan Diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Kobanî Kumpas Davasında taraf olan Diyanet yandaş şirket için cami yıktırma fetvası verdi
Camilere bu kadar önem veren Diyanet İşler Başkanlığının bir cümlesini paylaşmak istiyorum. Yandaş şirketler cami yıktırmak için bir fetva alıyorlar. Diyanet İşleri Başkanlığı da diyor ki “Cemaati olmayan caminin yıkılması caizdir”. Yandaş şirkete verdiği caizlik karşısında Kobanî Kumpas Davasında aldığı konumu da uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Diyanet İşleri Başkanlığı verdiği dilekçeyle ne yapmaya çalışıyor? Diyanet’in tek yapmak istediği dini alet ederek Kobanî Kumpas Davasına meşruluk kazandırmaktır. Ama biliyoruz ki bu davada 7 yıldır yargılanan, yargılanmaya çalışılan arkadaşlarımız tarihi savunmalarıyla aslında bu devleti, bu iktidarı yargılamaya devam ediyor.
Geçen hafta başlayan ve bugün devam eden Kobanî Kumpas Davasında, mahkeme heyeti yeni bir süreç başlattı. Mahkemenin süresiz devam etmesine karar verdi. Hem de adli tatilin olduğu bir zaman diliminde süresiz yapılmasına karar verdi. Avukat arkadaşlarımızın en basit taleplerinin anında reddedildiği bir süreçle karşı karşıyayız. Buradan şunu çıkarmak gerekiyor. Kobanî Kumpas Davasından çıkacak olan sonuç sadece yargılananları, sadece Kürt halkını, sadece demokratik siyasete inananları ilgilendirecek bir sonuç olmayacak. Ya AKP-MHP iktidarının inşa etmek istediği karanlık bir yüzyıl olacak ya da Kobanî Kumpas Davasından çıkacak hakkaniyetli kararla bu yüzyıl hepimizin olacak. Dolayısıyla bu davaya sessiz kalan basını, siyasetçileri, sivil toplum örgütlerini, sessiz kalan bütün kesimleri, geleceğimizi AKP-MHP iktidarına ve IŞİD zihniyetine bırakmamak için davayı sahiplenme çağrısı yapıyoruz.
Diyanet’in ırkçılık, ayrımcılık, yolsuzluk ve rüşvet vakalarıyla ilgili tek bir laf ettiğini duymadık
Diyanet, Gar Katliamı davasında müdahillik istemedi. Suruç Katliamı davasında müdahillik istemedi, Kürtlerin cenazesine saldırıldı bununla ilgili bir müdahillik istemedi, cenazeler ailelere kargoyla gönderildi bir müdahillik istemedi. Cezaevinde ölenlere cenaze aracı verilmedi, buna da müdahillik istemedi. Tarikat yurtlarında meydana gelen taciz ve tecavüzler karşısında bir müdahillik istemedi. Diyanet’in ırkçılık, ayrımcılık, yolsuzluk ve rüşvet vakalarıyla ilgili bırakın müdahilliği tek bir laf ettiğini dahi duymadık.
En son 45 erkek çocuğun tecavüze uğradığı Ensar Vakfında, hakkında dava ve soruşturma açılan 3 yetkiliden biri olan Asım Sultanoğlu geçtiğimiz günlerde Urfa Milli Eğitim Müdürlüğüne atandı. Buna ilişkin de tek bir söz kurmadı. Diyanet’in durduğu yer belli, bizlerin durduğu yer belli. IŞİD katliamlar yaparken hiçbir söz duymadık Diyanet’ten. O zaman şu sonucu çıkarmak zor değil. Kobanî Kumpas Davasında da mücadele alanlarımızda da iki güç karşı karşıya. Bir IŞİD zihniyeti bir de bizim zihniyetimiz yani IŞİD zihniyetine geçit vermeyenlerin zihniyeti. Biz kazanacağız. Emeğimizle, mücadelemizle, yan yana gelişimizle ördüğümüz bu demokratik hat IŞİD zihniyetini yendi. IŞİD zihniyetine elbette geçit vermeyeceğiz.
Bu ülkede mutlak bir tecrit var
Yine bir mahkeme süreci, bir dava süreci. Türkiye’de demokratik siyaset yapanlar, özgür basın çalışanları hukukun aparat haline getirildiği, hukukun işlemediği bir süreçle karşı karşıya. Tecrit sözü kullanıldığı için tutuklamalar gerçekleşiyor. Biz hakikatin ve gerçeğin emekçileri olarak bu ülkede gerçeklerden sorumlu olduğumuzu her defasında ifade ettik. Yüksek sesle dile getirelim: Bu ülkede tecrit var, mutlak bir tecrit var. İmralı’da mutlak tecrit ve iletişimsizlik hali var. Sayın Öcalan ile ilgili olarak Asrın Hukuk Bürosu dün bir açıklama yaptı. Hukuk devleti olduğunu iddia eden mevut iktidar ve yandaşları, 12 yılda sadece 5 defa görüşmenin yapıldığı İmralı’daki hukuk katliamı ile ilgili hiçbir şey söylemiyor. Son 30 aydır Sayın Öcalan ve yanındakilerle hiçbir görüşme gerçekleşmedi, tek bir haber alınamadı. Yüzlerce avukat binlerce defa başvuruda bulundu. Sadece aile ve avukatlar değil tecridin hem insani hem de hukuki açıdan ne kadar tehlikeli olduğunu bilenler dünya çapında başvuruda bulundu. Dünya genelinde 35 avukat Türkiye’de 29 baroya, 775 avukat Adalet Bakanlığına başvurdu. Haziran ve Eylül 2022 tarihlerinde tecrit ile ilgili bilgi almak istediler, İmralı’ya giderek yerinde inceleme yapmak istediler. Bununla ilgili yıllardır yapılan tek bir açıklama yok.
Hükümet korkuyor çünkü Öcalan devreye girer ve konuşursa iktidar meşruiyetini yitirecek
Tecrit kelimesinden korkan bir iktidar ile karşı karşıyayız. Ortadoğu ve bölgeyi ilgilendiren bu durumla ilgili açıklama yapmıyorlar, açık söyleyelim korkuyorlar. Peki, niye korkuyorlar? Bu olan bitenlerin nedenlerini biz söyleyeyim. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollarla çözümü, toplumsal barışın tesis edilmesi için en önemli aktör Sayın Abdullah Öcalan’dır. Devreye girdiği andan itibaren bu iktidar ve bu savaş meşruiyetini yitirecektir. 2013- 2015’te deneyimlediğimiz şey bu sürecin kendisidir. Devlet ve iktidar bir acziyet yaşıyor ama hiçbir işkence ile bu acziyeti gizleyemezler. Tecridin sona erdirilmesi, aile ve avukat görüşlerine izin verilmesi ve durumun açığa kavuşturulması gerekmektedir. Bununla ilgili bugüne kadar yürüttüğümüz mücadeleyi bundan sonra da yürütmeye devam edeceğiz.
Enflasyon tahmini de verileri de 2,5 kat arttı: Krizin sebebi iktidarın tercihleridir
Ülkenin önemli gündemlerinden biri de hayat pahalılığı ve enflasyon. Merkez Bankası geçtiğimiz günlerde 3’üncü enflasyon raporunu yayınladı. 2023 yılı enflasyon tahmini yükseldi, hem de öyle ufak bir değişikle değil tam 2,5 kat artmış. Merkez Bankası enflasyon tahminini yüzde 22,3’ten yüzde 58’e çıkardı. Bu demek oluyor ki ülkede fiyat istikrarını sağlamakla görevli olan kurum diyor ki bana kanunla bu görev verildi ama ben bu görevimi yerine getiremiyorum. MB’den sonra TÜİK de enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre Temmuz’da aylık enflasyon oranı yüzde 9,49. Aynı TÜİK Haziran’da 3,92 olarak açıklamıştı. Yine 2,5 katlık bir artış var. Bunun nedeninin ne olduğunu biliyoruz. Her ne kadar enflasyonu emekliye ve memura verilen zamla açıklamış olsalar da bunun böyle olmadığını biliyoruz. Haziran ayında Türkiye’nin bütün yükünü omuzlarında taşıyan emekçiler, çalışanlar yüksek maaş almasınlar diye enflasyonu düşük gösterdiler.
Mehmet Şimşek’in en iyi Kürtçe anladığını umuyoruz: Rojek nan heye dew tuneye, dew heye nan tuneye
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek TÜİK’e diyor ki gerçekleri açıklayın. Bu verilerin hangisinin gerçek olduğunu bilmiyoruz ama resmiyete yansıyan verileri buradan paylaşıyoruz. Yine bunlar olurken Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bütün bunlara yönelik söz kurmak yerine enflasyonun orta vadede tek haneye düşüreceğini söylüyor. Aynı sözleri uzun yıllardır Cumhurbaşkanı da ifade ediyor. Bırakın tek haneye düşmeyi enflasyon 3 haneye koşar adım gidiyor. Biz bu kürsüden de sokakta da defalarca ekonomik krizin sebeplerini açıkladık. Bugün yaşadığımız kriz AKP’nin ekonomik tercihleridir. Savaş ve ranta dayalı krizin yükünü emekçiler ve bizler çekiyoruz. Türkçe söyledik anlaşılmadı. O halde biz Hazine ve Maliye Bakanına buradan en iyi anladığını düşündüğümüz dilden Kürtçe söyleyeyim. Rojek nan heye dew tuneye, rojek dew heye nan tûneye. Êdî Bese, êdî naçe, êdî nameşe. (Birgün ekmek var ayran yok, bir gün ayran var ekmek yok. Artık yeter, artık gitmiyor, artık yürümüyor) Hun çi dibêjin acaba anlamış mıdır? (Ne dersiniz anlamış mıdır?) Hepinize teşekkürler, mücadele ve yoldaşlığımız daim olsun. Kazanan biz olacağız.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları