Annesi Ayşe Emel Mesçi kızı Zeynep’in tutuklanmasını yazdı…
Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum
Eski bir söz vardır: “Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse” diye… İlk başta doğru gibi gözükse de tartışma götürür bir sözdür bu. Çünkü “düşünme”nin, “düşünebilme”nin, dayatılan kalıpları, toplumsal suskunluk uzlaşmalarını kırıp onun dışında “düşünmeyi göze alabilme”nin kendisi muazzam bir eylemdir zaten. Örneğin 68 hareketinin, üzerine ölü toprağı serpilmiş sistemleri köklerinden sarsmasının altında, gençliğin farklı düşünmeyi ve buna göre davranmayı hem bireysel hem kitlesel ölçeklerde göze alması yatar.
Etiketçiler
Bugün televizyon ekranlarında sık sık boy gösteren “bir kısım” yorumcunun, 68’e duyulan genel ve yerleşik sempatiden rahatsız olmalarının altında da bu yenileyici/değiştirici güçten duyulan korku yatıyor. Onlar, günümüzün düşünmeyi engelleyen yaftalamalarının, etiketlerinin arkasından sadece bugünü değil tarihi de bombardıman etmeye çalışıyorlar; bu amaçla 12 Eylül, hatta 12 Mart döneminden devraldıkları bir mirası sürdürüyorlar. Bu memlekette düşünen insanlara çok etiket yapıştırıldı: “Komünist”, “anarşist”, “vatan haini”, “eşkıya”… Liste çok daha uzun, bunlar benim ilk aklıma gelenler. Üstelik 12 Mart’tan da öncesine uzanan bir tarihi var: Bakın, 1948’de faili belli ama meçhul bir cinayete kurban giden değerli yazarımız ve gazetecimiz Sabahattin Ali nasıl yorumlamış kendi devrindeki “etiket” listesini: “Biz demişiz ki: Bu memleketin istiklâli her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklâli siyasi oyunlara alet edip elden kaçırmayalım, sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım! Cevap vermişler: Hain, satılmış, Bolşevik ajanı! Biz demişiz ki: Yıllardan beri arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet malı soygunculukları alıp yürümüştür. Öte yanda, millet kara sabanın arkasında donsuz didiniyor. Bu gidişatın sonu hayra çıkmaz. Cevap vermişler: Müfsit, tezvirci, komünist!”
1938’de uydurulan “Donanma Davası” ile uzun yıllarını hapiste geçiren Nâzım Hikmet, gazetelerin kendisine “vatan haini” etiketi yapıştırmasına şu unutulmaz şiirle yanıt vermişti: “Vatan çiftliklerinizse,/ kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/ vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,/ vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,/ vatan, mızraklı ilmühalse,/ vatan, polis copuysa,/ ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/ vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/ vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ ben vatan hainiyim./ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:/ Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
36 gazeteci tutuklandı
20 Aralık 2011 tarihinde evim basıldı. Kızım, BirGün gazetesi muhabiri
Zeynep Kuray evde yapılan uzunca bir aramanın ardından gözaltına alındı. O gün gözaltına alınan 48 gazeteciden biri olan Zeynep, bizim ve meslektaşlarının taktığı adıyla “Zeyno”, 24 Aralık 2011’de 35 meslektaşıyla birlikte tutuklanarak cezaevine yollandı.
Avukatlarından aldığım bilgiye göre, Zeyno’ya ve tutuklanan diğer gazetecilere esas olarak meslekleri ve yaptıkları haberlerle ilgili sorular yöneltildi. Onlar da, yine avukatların verdiği bilgiye göre, mesleklerinin onurunu, haber yapma ve halkı bilgilendirme haklarını savunan cevaplar verdiler. Peki, meslektaşlarıyla doğal bir dayanışma içinde olması gerekenler ne yaptılar? Yine “etiketleme kafası” çalıştı, yine masumiyet karinesini üstelik kendi meslektaşlarına karşı hiçe sayan manşetler atıldı, yine… Sözü uzatmaya ne gerek, Pir Sultan kadar güzelini söylemeye de imkân yok: “Şu ellerin taşı bana hiç değmez/ İlle de dostun bir tek gülü yareler beni.”
Zeyno nasıl bir gazeteciydi? Bu konuda sözü bir meslektaşına bırakıyorum. “Ege’nin Sesi” adlı internet sitesinde Murat Sayan şöyle anlatmış Zeyno’nun gazeteciliğini: “Tutuklanan gazetecilerden biri de BirGün gazetesi muhabiri
Zeynep (Kuray) arkadaşımız.
İstanbul’da bulunduğum zamanlarda yanından hiç ayırmadığı not defteri ve fotoğraf makinesi ile Taksim civarında muhakkak görürüm Zeyno’yu.
Nerede unutulmuş bir ses, nerede bir haksızlık varsa Zeyno oraya koşar, kıt kanaat imkânları ile haber yapmaya çalışır.”
Evet, Zeynep’in ve daha birçok “özgür basın” mensubunun durumunu çok güzel özetliyor bu satırlar: Unutulmuş sesleri, haksızlıkları kıt kanaat imkânlarla duyurmaya çalışmak.
Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum. Ben, özgür habercilikten başka hiçbir kaygısı olmayan ve mesleğini inanılmaz bir tutkuyla yapan kızıma saygı duyuyorum. Zeyno çıkacak, yine yazacak diyorum.